Fecir | Konular | Kitaplar

Niçin Dua Ederiz? .

m

m) Niçin Dua Ederiz?

İnsan kendini müstağnî görmeye,
yani kendini kendine yeterli görmeye başladığı zaman, Allah'tan uzaklaşmaya
başlamış demektir. Çünkü dua insanın kendi kendine yetmediğinin göstergesidir.
"Gerçek şu ki, insan kendini müstağnî (kendine yeterli) görünce azar,
tâğutlaşır." (Alak: 96/6-7)
İnsanın kendi kendine yeterli
olmadığı, her an başka bir şeye muhtaç olduğu apaçık bir gerçektir. Müstağnîlik
duygusu, sadece psikolojik ve nefsî bir duygudur. Yoksa, gerçekte insan müstağnî
bir varlık değildir. Mesela; insan biraz para ve varlık sahibi olduğu zaman, bir
an paranın sarhoşu olarak tıpkı Karun gibi "Bunu ben bilgimle kazandım."
(Kasas: 28/78) veya daha avamî bir ifade ile "ben bu malı kafamı çalıştırarak
kazandım" der. Bunun Allah'ın bir lütfu olduğunu unutur. İşte bu Karun
mantığıdır. Fakat aynı insana bir müddet sonra bakarsınız iflâs etmiş, her
şeyini kaybetmiş ve dün kapısında çalıştırdığı insanlara muhtaç hale gelmiş
olabilir. İşte bu duruma gelmiş insana şunu söylemek lâzım: "Bu malı madem
kafanı çalıştırarak sen kazanmıştın, o günlerde kendini bir şey zannediyordun,
Allah'ın rezzak olduğunu unutmuştun. Haydi tekrar kafanı çalıştır da o
kaybettiğin malı tekrar getir, şimdi kafan çalışmıyor mu?
Görüldüğü gibi, insanın
müstağnîliği, sadece şımarıklıktan kaynaklanıyor. O sürekli yaratıcısına muhtaç
olan, O'nsuz yapamayan ve O'nsuz bir değeri olmayan bir varlıktır. Allah'ı kendi
varlığının dışına taşırmaya çalışan insan, Allah'ın karşısında bir "hiç"tir; bir
"şey" değildir. "De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer
versin?" (Furkan: 25/77) Gerçek böyle olduğu halde,
yani insan istese de istemese de zorunlu olarak Allah'a muhtaç olmakla beraber
amaç; bu "muhtaç"lığı bilinçli olarak fark edip yaşamak, şuur haline
dönüştürmektir. İnsan kendini Allah karşısında ne kadar muhtaç hissederse
Allah'a o kadar yakın olur. Alexis Carrel: "Duayı açıklamak zorundayım. Dua
yoksulluk ve aşktır" derken herhalde bunu kasdetmiş olmalı.
Demek ki insan, duasız bir
hayatın Allah katında değeri olamayacağından hareketle kendine değer katmak,
varlığını anlamlı kılmak ve Allah katında bir "hiç" yerine, bir "şey" olmak için
dua etmeli. Yoksa bizim duamızla Allah'ın değeri artmaz; sadece bizim değerimiz
artar. Çünkü O'nun değerli oluşu kendi zatındandır. Değerli olması bir başka
şeye bağlı değildir.
İnsan, duasıyla değerlidir.
İnsan Allah ile tanışık olmanın, dost olmanın ve O'na kul olmanın şerefi için
dua etmeli, dua ile iç içe olmalıdır. Yoksa insan, Allah ile arasındaki ilişkiyi
tamamen koparıp atsa geriye kıymetli hiçbir şey kalmayacaktır. İnsan, Allah ile
beraber ancak bir değer ifade eder ve insan Allah'a yakın olduğu derecede
insandır.
İşte bu nedenle de; duayı asıl
geldiğimiz yer ile bizim aramızda doğal bir bağlantı aracı olarak algılamak ve
onu, varlığımızın oluşumunda etkin olan herhangi bir faâliyetimiz gibi kabul
etmek zorundayız. Bir başka deyişle, duayı ruh ve cismimizin doğal bir pratiği,
bir faâliyeti gözüyle bakmalıyız.
Sosyal hayatımızda emir,
tavsiye ve ricalarını pek yerine getirmediğimiz, bu konuda önem vermediğimiz bir
kimseye günün birinde işimiz düşse, kendisine gidip işimizi halletmesini rica
etsek, o bize şöyle demez mi? "Hangi yüzle geldin? Sen benim
dediklerimi yerine getirdin mi ki, ben de seninkileri yerine getireyim?"

"Ey İman edenler! Eğer siz
Allah'a yardım ederseniz, Allah da size yardım eder. Ayaklarınızı sâbit tutar."
(Muhammed: 47/7) Allah'a yardım etmek, O'nun dini konusunda isteklerini yerine
getirmektir. Biz Allah'ın dinini yaşar ve hayatımızı O'na göre tanzim edersek,
İslâm yolunda çalışırsak Allah da bizi gözetir. Allah'ın helâllerini helâl,
haramlarını da haram kabul etmez ve yaşamımızı rast gele sürdürürsek,
dualarımızı hangi yüzle yapacağız? Bu, hiç samimiyetle bağdaşır mı?
Dünya hayatında, günü geldiği
halde borcumuzu ödemediğimiz bir şahsın kapısının önünden geçmeyiz. Hatta onun
evine, dükkânına yakın yerlerde dahi dolaşmayız, kaçınırız, belki karşımıza
çıkar diye. Kulluk borcumuzu ödemediğimiz ve isteklerini yerine getirmediğimiz
bir zâtın mülkünde dolaşırken de benzer duygular içinde mahcûbiyet duymalı ve
dua edip bazı isteklerde bulunmak için O'nunla aramızı devamlı sıcak tutmalıyız.
Bir hadis-i şerifte Rasûlullah
(s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "... İnsan Allah yolunda uzun seferlere katlanır.
Saçları birbirine karışmış, yüzü gözü toza bulanmış 'Ya Rab! Ya Rab!' diyerek
ellerini gökyüzüne açar. Halbuki yediği haram, içtiği haram,
giydiği haram. Haram ile beslenmiş. Böylesinin duası nereden kabul edilecek?"[1]

Yine çoğu
zaman yaptığımız gibi, sadece sıkışık anlarımızda ve çaresiz kaldığımızda el
açıp 'Ya Rabbi!...' diyoruz. Diğer zamanlarda Allah'a ihtiyacımız yok
zannediyoruz. Halbuki insanın Allah'a muhtaç olmadığı bir saniyesi bile
yoktur. Nedense insan sanki sadece darda kaldığı anlarda Allah'a muhtaç
olduğunu zannederek dua eder. Oysa o her an muhtaç olduğunun şuurunda olmalıdır.
İşte bu noktada şuuru yakalamış olmak, hayatın rahat zamanlarında da dua etmeyi
gerekli kılar. Zaten duanın aynı zamanda bir ibadet ve kulluk olduğunu
söylemiştik. Kulluk ise süreklidir. O halde dua sadece dar zamanların eylemi
değildir. "Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine
kulluk et." (Hicr: 15/99) Rahat olduğumuz
zamanlarda yapacağımız dualar darda kaldığımız zaman yapacağımız duaların kabul
edilmesini kolaylaştırır. "Kim zor ve sıkıntılı zamanlarında dualarının kabul
edilmesini istiyorsa, rahat zamanlarında çok dua yapsın."[2]
"Genişlik zamanında dua etmek kadar Allah'a hoş gelen bir şey yoktur."[3]

Sosyal hayatımızda normal
zamanlarda hiç arayıp sormadığımız bir dostumuza işimiz düşse ve yanına gidip
halini hatırını sorduktan sonra niçin geldiğimizi söylesek, o bize, "işin düştü
de geldin, şayet işin olmasaydı gelip sormayacaktın" demez mi? Biz sıkışmadıkça
Allah'a el açıp dua etmesek veya Allah'ı hatırlamasak Allah bize aynı şeyleri
söylemez mi? Kulum, işin düştüğü için beni hatırlıyorsun değil mi? Yoksa hiç
hatırlamayacaktın."
"İnsana bir darlık gelince
yan yatarken, oturur veya ayakta iken bize yalvarır. Biz darlığını giderince,
başına gelen darlıktan ötürü Bize hiç yalvarmamış gibi geçip gider. İşte böyle
haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler süslü gösterildi." (Yûnus: 10/12)

"İnsana bir nimet verdiğimiz
zaman yüz çevirir ve kendine yönelir. Fakat ona bir şer dokunduğu zaman da
yalvarıp durur." (Fussılet: 41/51)
"İnsanın başına bir sıkıntı
gelince Bize yalvarır. Sonra katımızdan ona bir nimet verdiğimiz zaman 'bu bana
bilgimden dolayı verilmiştir' der. Hayır, o bir imtihandır. Fakat çokları
bilmez." (Zümer: 39/49)
Evet, biz bu şekildeki
çelişkilerimizin ve nankörlüklerimizin farkına varır ve hayatımızdan gidermeye
çalışırsak Allah ile ilişkilerimiz daha sağlıklı olur. Dua etmeye yüzümüz olur
ve Rabbimiz karşısında iki yüzlü olmaktan kurtulmuş oluruz. Gerçi Rabbimiz sırf
merhamet ve şefkatinden dolayı bizi böyle de kabul ediyor. Böyle yaparsanız dua
etmeyin demiyor. Ama böyle davranmak Rabbimize yakıştığı halde -çünkü O en
büyüktür ve affetmek büyüğün şânındandır- iki yüzlü ve nankör davranmak bize
hiç yakışmıyor.
"Kullarım sana, beni sorduğu
vakit, de ki: Ben yakınım. Bana dua edenin duasını, bana dua ettiği anda işitir,
ona karşılık veririm. O halde kullarım da Benim dâvetime
uysunlar ve Bana inansınlar. Umulur ki doğru yolu bulurlar."
(Bakara: 2/186)
"Rabbınız
buyurdu ki. 'Bana dua edin, sizin için (duanızı) kabul edeyim. Şüphesiz Bana
ibâdet (dua) etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme
gireceklerdir." (Mü'min: 40/60)
"Dua dilinin
Arapça olması gerekir" diye bir şart yoktur. Ana dili Arapça olmayan müslümanlar
mutlaka Arapça ifadelerle dua yapmak zorunda değillerdir. Çünkü insan Allah'a
dua ederken halini ve ihtiyaçlarını arz ediyor demektir. Bu münasebetle insan ne
dediğini, neye dua ettiğini, ne istediğini bilmeli. Eğer ana dili Arapça
olmadığı halde Arapça biliyorsa mesele yok; duasını varsın Arapça yapsın. Ama
Arapça anlamıyorsa, bir yerlerden ezberlediği ve manasını da bilmediği Arapça
cümleleri tekrar etmesi anlamsız ve bilinçten uzak bir hareket olacaktır.
Dualarımızı yaparken anladığımız dili kullanmamız daha uygun olur. Eğer
toplulukla beraber dua ediyorsak insanların anladığı dili kullanarak dualarımıza
şuur katmaya çalışmış oluruz. Dua dili, mutlaka Arapça olmalıdır gibi bir
anlayış yanlıştır. Duada söylediği kelimelerin anlamını bilmeden insan, gönülden
duaya katılamaz.
Dua ederken ayrıntılardan
kaçınıp özlü ifadeler kullanmak gerekir. Günlük hayatımızda istek ve
ricalarımızı bir üst yetkili makama arz ederken dilekçe yazarız. Yazılan bu
dilekçelerin kısa ve özlü ifadelerle yazılmış olması esastır. En azından işin
âdâbı budur. Allah'a yaptığımız dualar da, isteklerimizi Allah'a ileten bir
dilekçe gibidir. Duaların özlü olmasına dikkat etmek gerekir. Yani az
kelimelerle çok mana ifade edecek tarzda dua etmeliyiz. Hâşâ Cenab-ı Allah
anlamaz gibi ayrıntılara girmek, izaha kalkışmak yakışmaz. Hz. Âişe'den (r.a.)
rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a.s.) lafzı kısa olup çok manaları içine
alan (cevâmiu'l-kelîm) duaları sever, diğerlerini terk ederdi.[4]

Dua ederken secî yapmaktan
kaçınmak gerekir. Secî yapmak; nesirde kafiyemsi ses benzerlikleri meydana
getirmektir. Bir diğer ifade ile, bir şey söylerken cümlelerin sonlarını kulağa
hoş gelecek şekilde birbirleriyle uyum içinde bitirmektir. Dua ederken böyle bir
çabadan kaçınmak gerekir. Çünkü bu bir zorlamadır. Kişi, gayretlerini, Allah'a
ihlâsla yönelmek, O'nun karşısında acz ve yoksulluğu duymaya çalışmak yerine,
cümleleri uyum içinde şiirimsi bir hava vererek söylemeye sarf edecektir. Bu ise
duada amaçtan sapmadır. Secî yapmada doğallık yoktur. Hem, mana yönünden
kısırlık getirebilir. Ancak kendiliğinden gerçekleşen secînin mekruh olmayacağı
kabul edilmiştir. Nitekim hadiste bunun örnekleri vardır. Biri şöyledir: "Ey
Kitabı indiren, hesabı çabuk gören, hizibleri dağıtan Allah'ım..."[5]



[1]
Sahih-i Müslim.


[2]
Tirmizî, Deavât, hadis no: 3382.


[3]
Tirmizî.


[4] Ebû
Dâvud, Dua, hadis no: 1479.


[5]
Kütüb-i Sitte, 11/506; Ahmet Kalkan, Kur'an Kavramları.