Fecir | Konular | Kitaplar

Hadis-i Şeriflerde Cihad Kavramı

Hadis

Hadis-i Şeriflerde
Cihad Kavramı

"Allah yolunda cihad ediniz.
Çünkü Allah yolundaki cihad, Cennet kapılarından bir kapıdır ki, Allah onun
sebebiyle (mücâhidi) hüzün ve kederden korur."[1]

"Müşriklere karşı
mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin."[2]

"Cihad
kıyâmete kadar devam edecek bir farzdır"[3]

"Bu din, dâima ayakta duracak, Kıyâmet kopuncaya kadar da mü'minlerden bir grup
onun yolunda cihad edip savaşmaktan asla vazgeçmeyecektir."[4]

"Mekke'nin fethinden sonra artık hicret yoktur, fakat cihad ve niyet vardır..."[5]

"İçinden samimi şekilde
Allah yolunda cihad etmeyi temenni eden kimse, sonra ölse de, öldürülse de şehid
sevabı kazanır."[6]

"Allah benden evvel hiç bir
ümmete bir nebi göndermemiştir ki, ümmet içinde kendisine yardımcı olan
havârîlere, yerleştirdiği geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve
emirlerine itaat eden dostlara sahip olmamış olsun. Sonra bunları bir nesil
takip eder. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri yaparlar. Bunlarla
eli ile fiilen mücâdele eden mü'mindir, dili ile mücâdele eden mü'mindir, kalbi
ile mücâhede eden mü'mindir. Bunun dışında kalanların hardal tanesi kadar da
olsa imanları yoktur."[7]

"Şüphesiz ki mümin kılıcı ve
dili ile cihad eder."[8]

"Gerçek mücâhid, nefsiyle
cihad edendir."[9]

"Zâlim bir hükümdar/yönetici karşısında hak ve adâleti açıkça söylemek, büyük
bir cihaddır."[10]

"Kim Allah yolunda (cihad
için) bir şey infak edip harcarsa, ona (verdiğinin) yedi yüz misli (ecir/sevap)
verilir."[11]

"Bir kul Allah yolunda (cihadda
iken) bir gün oruç tutarsa, bu oruç sebebiyle Cenâb-ı Hak onun yüzünü yetmiş
senelik mesâfeden cehennem ateşinden uzaklaştırır."[12]

"Bir kimse Allah yolunda (cihadda
iken) bir gün oruç tutarsa, Cenâb-ı Hak onunla cehennem arasında yerle gök
genişliğinde bir hendek açar."[13]

Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle dedi:
"Rasûlullah (s.a.s.)'ın ashâbından bir kişi, içinde tatlı su gözesi bulunan bir
dağ yolundan geçmişti. Burası çok hoşuna gitti ve:
‘Keşke insanlardan ayrılıp şu
dağ kısığında otursam. Ama Rasûlullah (s.a.s.)'dan izin almadan bunu asla
yapmam' dedi. Sonra arzusunu Rasûlullah'a anlattı. Peygamberimiz:
"Böyle bir şey yapma. Çünkü
sizden birinizin Allah yolunda cihad etmesi/çalışıp gayret sarfetmesi, evinde
oturup yetmiş sene namaz kılmasından daha fazîletlidir. Allah'ın sizi
bağışlamasını ve cennete koymasını istemez misiniz? O halde Allah yolunda cihada
çıkınız. Kim devenin sağılacağı kadar bir süre Allah yolunda cihad ederse,
mutlaka cennete girer." buyurdu."[14]

Rasûlullah (s.a.s.)'a:
"Yâ Rasûlallah! Allah yolunda
cihada denk hangi iş vardır?" denildi.
"Ona denk bir iş
bulamazsınız" buyurdu. İki veya üç defa aynı soruyu tekrarladılar;
Rasûlullah (s.a.s.) her defasında
"Ona denk bir iş
bulamazsınız" cevabını tekrarladı. Daha sonra şöyle buyurdu:
"Allah yolunda cihad eden
kimsenin benzeri, gündüzleri oruç tutan, geceleri namaz kılan, Allah'ın
âyetlerine hakkıyla itaat eden ve Allah yolunda cihad eden kimse, cepheden
dönünceye kadar, namaza ve oruca hiçbir şekilde ara vermeyen kimsenin
benzeridir."[15]

Buhârî'nin rivâyeti şöyledir:

Bu soru üzerine Rasûl-i Ekrem
şöyle buyurdu:
"Cihada denk olacak bir iş
bulamıyorum ki! Allah yolunda cihad eden kimse yola çıktığında, sende mescidine
girip hiç ara vermeden namaz kılmaya, hiç iftar etmeden oruç tutmaya güç
yetirebilir misin?" Soruyu soran kişi:
‘Buna kim güç yetirebilir ki?!"
dedi.[16]

"Müslümanlardan bir şahıs,
deve sağılacak kadar bir süre Allah yolunda cihad ederse, cennet onun hakkı
olur. Allah yolunda yaralanan veya bir sıkıntıya düşen kimse, kıyâmet gününde
yaralandığı gün gibi kanlar içinde Allah'ın huzuruna gelir. Kanının rengi
zâferân gibi kıpkırmızı, kokusu da misk kokusu gibidir."[17]

"Cennette yüz derece vardır
ki, Allah onları, kendi yolunda cihad edenlere hazırlamıştır. Her derece
arasında gökle yer arası kadar mesâfe bulunmaktadır."[18]

"Allah yolunda (cihad için)
ayakları tozlanan kula cehennem ateşi dokunmaz."[19]

"Allah korkusundan ağlayan
bir kimse, sağılan süt tekrar memeye girmedikçe cehenneme girmez. Allah
yolundaki cihadın tozu ile cehennem dumanı bir kulun üzerinde birleşmez."[20]

"İki göze cehennem ateşi
dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz ve Allah yolunda nöbet bekleyerek
geceleyen göz."[21]

"Kim Allah yolunda cihada
gidecek bir gâziyi donatır, cihad için gerekli olan ihtiyaçlarını karşılarsa,
bizzat cihada gitmiş gibi sevap kazanır. Cihada giden gâzinin arkada bıraktığı
âilesine güzelce bakıp onların ihtiyaçlarını karşılayan da bizzat cihad yapmış
gibi sevap kazanır."[22]

"Kim Allah'a gerçekten iman
ederek ve vaadine gönülden bağlanarak O'nun yolunda cihad etmek için at
beslerse, o atın yediği, içtiği, gübresi ve bevli kıyâmet gününde o kimsenin
sevapları arasında olacaktır."[23]

"Allah yolunda cihad edenler
için Allah Taâlâ cennette yüz derece hazırlamıştır. Her derecenin arası yerle
gök arası kadardır."[24]

Ebû Zer (r.a.) şöyle dedi:
"Yâ Rasûlallah! Hangi amel daha
fazîletlidi?' diye sordum.
"Allah'a iman ve Allah
yolunda cihad etmek" buyurdular."[25]

Sahâbeden bir adam:
"Yâ Resûlallah! Seyahata çıkmam
için bana izin ver" dedi. Bunun üzerine Nebî (s.a.s.):
"Şüphesiz ki ümmetimin
seyahati Azîz ve Celîl olan Allah yolunda cihada çıkmaktır" buyurdu.[26]

"Allah yolunda cihad ve
Allah'a iman etmek, amellerin en fazîletlisidir..."[27]

Rasûlullah (s.a.s.)'e
"Hangi amel daha fazîletlidir?"
diye soruldu.
"Allah'a ve Rasûlüne iman
etmek" buyurdu.
"Sonra hangisi?" denildi.
"Allah yolunda cihad etmek"
karşılığını verdi.
"Bundan sonra hangisi?"
denilince:
"Allah katında makbul olan
hactır" buyurdular.[28]
İbn Mes'ûd radıyallahu anh
şöyle dedi:
"Yâ Rasûlallah! Hangi amel
Allah'a daha sevimlidir?" dedim,
"Vaktinde kılınan namaz"
buyurdu.
"Sonra hangisidir?" diye
sordum,
"Ana babaya iyilik etmek"
diye cevap verdi.
"Ondan sonra hangisidir?"
dedim,
"Allah yolunda cihad etmek"
buyurdular.[29]

Bir adam Rasûlullah (s.a.s.)'e
gelerek:
"İnsanların hangisi daha
üstündür?" diye sordu. Peygamberimiz:
"Allah yolunda canıyla ve
malıyla cihad eden kimse" buyurdu. Adam:
"Sonra kimdir?" diye sordu.
Efendimiz:
"Bir vâdiye çekilip Allah'a
ibâdet eden ve insanları şerrinden uzak tutan kimse" buyurdu.[30]

"Allah yolunda malını
harcayana, harcadığının yedi yüz misli ecir verilir."[31]

"İşin başı İslâm, direği
namaz, zirvesi cihaddır."[32]

"Kim Allah yolunda cihad
etmeden ve cihadı arzu etmeden, bunu konuşmadan ölürse, münâfıklığın bir bölümü
üzerinde (münâfıkların bir grubundanmış gibi) ölür."[33]

"Siz cihadı terkederseniz;
Allah üzerinize bir zillet/aşağılık verir ki, (tam bir iman ve cihad arzusuyla)
dininize dönünceye kadar o zilleti üzerinizden kaldırmaz."[34]

"Fâizi yemek için hileli
yollara saptığınız, öküzlerin kuyruklarına yapışıp ziraatla geçindiğiniz ve
cihadı terk ettiğiniz zaman Allah üzerinize zilleti (aşağılanma, horlanma, zaafa
düşmeyi) musallat kılar ve dininize dönmedikçe onu üzerinizden sıyırmaz."

[35]
"Onlara karşı bizzat
mücâdele eden mü'mindir. Onlara karşı diliyle mücâdele eden mü'mindir. Onlara
karşı kalbiyle (nefret duyup) mücâdele eden mü'mindir. Kalp ile mücâdelenin
ötesinde (cihadı terk edenlerin) hardal tanesi kadar imanı yoktur."[36]

"Allah yolunda bir gün hudut
nöbeti tutmak (ribât) dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır.
Sizden birinizin kamçısının cennetteki yeri, dünyadan ve dünya üzerindeki
şeylerden daha hayırlıdır. Kulun Allah Teâlâ'nın yolunda akşamleyin veya sabah
erken vakitteki yürüyüşü de dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha
hayırlıdır."[37]

"Bir gün ve bir gece ribât
(düşman karşısında cihad halinde durma; hudut nöbeti tutmak), gündüzü oruçlu
gecesi ibâdetli geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şâyet kişi bu nöbet
esnâsında vazife başında ölürse, yapmakta olduğu işin ecri ve sevâbı kıyâmete
kadar devam eder, şehid olarak rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu
meleklerinden güven içinde olur."[38]

"Hudutta Allah yolunda nöbet
tutanlar (murâbıtlar) dışında ölenin ameli sona erdirilir. Hudutta nöbet
tutarken ölenin yaptığı işlerin sevâbı kıyâmet gününe kadar artarak devam eder,
kabirdeki imtihanda da güvenlik içinde olur."[39]

"Allah yolunda ribât (düşman
karşısında cihad halinde durmak; hudutta bir gün nöbet tutmak) başka yerlerde
bin gün nöbet tutmaktan daha hayırlıdır."[40]

"Allah yolunda (cihad için)
yapılan bir sabah ve akşam yürüyüşü, hiç şüphesiz dünyadan ve dünya
varlıklarından daha hayırlıdır."[41]

Resûlullah (s.a.s.)'in
ashâbından bir kişi, içinde tatlı su gözesi bulunan bir dağ yolundan geçmişti.
Burası çok hoşuna gitti ve:
"Keşke insanlardan ayrılıp şu
dağ kısığında otursam. Ama Resûlullah (s.a.s.)'den izin almadan bunu asla
yapmam, dedi. Sonra arzusunu Resûlullah (s.a.s.)'e anlattı.
Peygamberimiz:
"Böyle bir şey yapma. Çünkü
sizden birinizin Allah yolunda çalışıp gayret sarfetmesi, evinde oturup yetmiş
sene namaz kılmasından daha faziletlidir. Allah'ın sizi bağışlamasını ve cennete
koymasını istemez misiniz? O halde Allah yolunda cihada çıkınız. Kim devenin
sağılacağı kadar bir süre Allah yolunda cihad ederse, mutlaka cennete girer"
buyurdu.[42]

Rasûl-i Ekrem Efendimiz'e:
"Yâ Resûlallah! Allah yolunda
cihada denk hangi iş vardır?"
"Ona denk bir iş
bulamazsınız" buyurdu. İki veya üç defa aynı soruyu tekrarladılar;
Resûlullah (s.a.s.) de her defasında
"Ona denk bir iş
bulamazsınız" cevabını tekrarladı. Daha sonra şöyle buyurdu:
"Allah yolunda cihad eden
kimsenin benzeri, gündüzleri oruç tutan, geceleri namaz kılan, Allah'ın
âyetlerine hakkıyla itâat eden ve Allah yolunda cihad eden kimse, cepheden
dönünceye kadar, namaza ve oruca hiç bir şekilde ara vermeyen kimsenin
benzeridir. "[43]

Buhârî'nin rivayeti şöyledir:

Bir adam:
"Yâ Resûlallah! Bana cihada
denk bir iş gösterseniz?" dedi. Rasûl-i Ekrem:
"Cihada denk olacak bir iş
bulamıyorum ki" buyurdu; sonra da şöyle devam etti:
"Allah yolunda cihad eden
kimse yola çıktığında, sen de mescidine girip hiç ara vermeden namaz kılmaya,
hiç iftar etmeden oruç tutmaya güç yetirebilir misin?" Soruyu soran
kişi:
"Buna kim güç yetirebilir ki?"
dedi.[44]

"Rab olarak Allah'a, din
olarak İslâm'a, resûl olarak Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e inanıp râzı
olan kimse cenneti hak eder. " Rasûlullah'ın bu sözü Ebû Saîd'in çok hoşuna
gitti ve:
"Yâ Resûlallah! Bu sözü bana
tekrarlasanız" dedi. Peygamber Efendimiz sözünü tekrarladı; sonra da şöyle
buyurdu:
"Bir başka haslet daha
vardır ki, onun sâyesinde Allah kulunu cennette yüz derece yükseltir. Her bir
derecenin arası da yerle gök arası kadardır." Ebû Saîd:
"O haslet nedir, yâ Rasûlallah?"
diye sordu. Hz. Peygamber:
"Allah yolunda cihad, Allah
yolunda cihaddır" buyurdu.[45]

"Allah yolunda bir gün hudut
nöbeti tutmak, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Sizden
birinizin kamçısının cennetteki yeri, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden
daha hayırlıdır. Kulun Allah Teâlâ'nın yolunda akşamleyin veya sabah erken
vakitteki yürüyüşü de dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır."[46]

"Bir gün ve bir gece hudut
nöbeti tutmak, gündüzü oruçlu gecesi ibadetli geçirilen bir aydan daha
hayırlıdır. Şayet kişi bu nöbet esnasında vazife başında iken ölürse, yapmakta
olduğu işin ecri ve sevabı kıyamete kadar devam eder, şehid olarak rızkı da
devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerinden güven içinde olur. "[47]

"Hudutta Allah yolunda nöbet
tutanlar dışında her ölenin ameli sona erdirilir. Hudutta nöbet tutarken ölenin
yaptığı işlerin sevabı kıyamet gününe kadar artarak devam eder, kabirdeki
imtihanda da güvenlik içinde olur. "[48]

"Allah yolunda hudutta bir
gün nöbet tutmak, başka yerlerde bin gün nöbet tutmaktan daha hayırlıdır. "[49]

"Allah Teâlâ kendi yolunda
cihada çıkan kimseye, onu sadece benim yolumda cihad, bana îman, benim
resullerimi tasdîk yola çıkarmıştır, buyurarak kefil olur. Allah, o kimseyi
şehid olursa cennete koymaya, gâzi olursa manevî ecre ve dünyalık ganimete
kavuşmuş olarak, evine döndürmeye kefil olmuştur. Muhammed'in canını kudretiyle
elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda açılan bir yara, kıyamet
gününde açıldığı gündeki şekliyle gelir: Rengi kan rengi, kokusu misk kokusudur.
Muhammed'in canını kudretiyle elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, eğer
müslümanlara zor gelmeseydi, Allah yolunda cihada çıkan hiçbir seriyyenin
arkasında asla oturup kalmazdım. Fakat maddî güç bulamıyorum ki onları
sevkedeyim, onlar da bu gücü bulamıyorlar. Benden ayrılıp geride kalmak ise
onlara zor geliyor. Muhammed'in canını elinde tutan Allah'a yemin ederim ki,
Allah yolunda cihad edip öldürülmeyi, sonra cihad edip yine öldürülmeyi, sonra
tekrar cihad edip tekrar öldürülmeyi çok arzu ederdim."[50]

"Allah korkusundan ağlayan
bir kimse, sağılan süt tekrar memeye girmedikçe cehenneme girmez. Allah
yolundaki cihadın tozu ile cehennem dumanı bir kulun üzerinde birleşmez."[51]

"İki göze cehennem ateşi
dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz ve Allah yolunda nöbet bekleyerek
geceleyen göz."[52]

"Bir kul Allah yolunda (cihad
ederken) bir gün oruç tutarsa, bu oruç sebebiyle Cenâb–ı Hak onun yüzünü yetmiş
senelik mesâfeden cehennem ateşinden uzaklaştırır."[53]

"Bir kimse Allah yolunda (cihad
ederken) bir gün oruç tutarsa, Cenâb–ı Hak onunla cehennem arasında yerle gök
genişliğinde bir hendek açar."[54]

"Allah Teâlâ, kendi yolunda
cihada çıkan kimseye, ‘onu sadece Benim yolumda cihad, Bana iman, Benim
rasullerimi tasdik yola çıkarmıştır' buyurarak kefil olur. Allah, o kimseyi
şehid olursa cennete koymaya, gâzi olursa mânevî ecre ve dünyalık ganimete
kavuşmuş olarak evine döndürmeye kefil olmuştur. Muhammed'in canını kudretiyle
elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda açılan bir yara, kıyâmet
gününde açıldığı gündeki şekliyle gelir: Rengi kan rengi, kokusu misk kokusudur.
Muhammed'in canını kudretiyle elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, eğer
müslümanlara zor gelmeseydi, Allah yolunda cihada çıkan hiçbir seriyyenin
arkasında asla oturup kalmazdım. Fakat maddî güç bulamıyorum ki onları
sevkedeyim; onlar kendileri de bu gücü bulamıyorlar. Benden ayrılıp geride
kalmak ise onlara zor geliyor. Muhammed'in canını elinde tutan Allah'a yemin
ederim ki, Allah yolunda cihad edip öldürülmeyi, sonra cihad edip yine
öldürülmeyi, sonra tekrar cihad edip tekrar öldürülmeyi çok arzu ederdim."[55]

"Bir kimse gazâ (Allah için
savaş) yapmadan ve gönlünde gazâ etme arzusu taşımadan ölürse, nifaktan bir şûbe
üzere (bir tür nifak üzere) ölür."[56]

"Harp hiledir."[57]

"Allah'ın adıyla gazâ edin,
Allah yolunda gazâ edin, Allah'a küfredeni (Allah'ı inkâr edeni) öldürün;
savaşın, ahdinizi bozmayın, ganimet malına hıyânet etmeyin; kulak, burun ve pak
kesmeyin; çocukları öldürmeyin."[58]

"Rasûlullah (s.a.s.) kadınları
ve çocukları öldürmekten nehyetti."[59]

Rasûlullah (s.a.s.) düşmanla
karşılaştığı günlerden birinde güneş batıya meyledinceye kadar bekledi. Sonra
ashâbın arasında ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:
"Ey müslümanlar! Düşmanla
karşılaşmayı temennî etmeyin; Allah'tan âfiyet dileyin. Fakat düşmanla
karşılaşınca da sabredin. Bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır."
Sonra, Allah'a şöyle duâ etti:
"Ey Kur'an'ı indiren,
bulutları gökyüzünde gezdiren ve düşman saflarını darmadağın eden Allah'ım! Şu
düşmanları perişan et ve bizi onlara karşı muzaffer kıl."[60]

"İnsanlar ‘Allah'tan başka
ilâh yoktur, Muhammed O'nun rasûlüdür' deyinceye kadar kendileriyle savaşmaya
emrolundum. Ne zaman bunu söylerlerse kanlarını ve mallarını benden korumuş
olurlar. Ancak dinî cezalar müstesnâ; iç yüzlerinin muhasebesi ise Allah'a
aittir."[61]

Peygamber (s.a.s.)'e bir kimse
geldi de:
"Bir kısım insanlar, ganîmet
malı için savaşır, bazı kimseler de insanlar arasında adının söylenip övülmesi
için savaşır, bazıları da (yiğitlikteki) mevkii, derecesi görülsün diye cihad
eder. Kimileri de ırkının üstünlüğünü göstermek için veya gazabından dolayı
savaşır. Şimdi, Allah yolunda cihad eden kimdir?" diye sordu. Peygamber (s.a.s.)
de:
"Kim, Allah'ın kelimesi
(dini, dâvâsı) daha yüce olsun diye savaşırsa, işte o, Allah yolundadır"
buyurdu.[62]

"Düşmanlarınız için
elinizden geldiği, gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın. Dikkat edin!
Kuvvet atmaktır; kuvvet atmaktır; kuvvet atmaktır."[63]

"Kim atıcılık öğrenir de
sonra onu terkederse Bizden değildir (veya muhakkak isyan etmiştir)."[64]

"Allah Teâlâ bir ok
sebebiyle üç kimseyi cennete koyar: Hayır ve sevap umarak o oku yapan sanatkârı,
bu oku Allah yolunda atanı, oku atana yardımcı olanı. Atılıcılık ve binicilik
öğrenin. Atıcılık öğrenmeniz binicilik öğrenmenizden Bana göre daha sevimlidir.
Kim kendisine atıcılık öğretildikten sonra ondan yüzçevirirse, Allah'ın Allah'ın
kendisine ihsan ettiği nimete karşı şükrünü terketmiş veya küfrân-ı nimet etmiş
olur."[65]

"Kim Allah yolunda bir ok
atarsa, onun bu hareketi bir köleyi âzâd etme sevabına denktir."[66]

"Allah'ın ismiyle, Allah('ın
yardımıy)la, Rasûlullah'ın sünneti üzerine gidin. İhtiyarları, çocukları,
küçükleri ve kadınları öldürmeyin. Ganîmet malına hıyânet etmeyin, ganîmeti bir
araya toplayın, ıslah edin (ifsâd etmeyin; işlerinizi düzeltin) ve iyilik yapın.
'İhsân (iyilik ve güzellik) edin. Şüphesiz Allah iyilik yapanları sever."[67]

"Bir kavim, zayıf ve
yoksuldular, kuvvette ve sayıda güçlü olanlar onlarla savaştı. Allah Teâlâ, o
zayıfları onlara gâlip kıldı. Onlar da düşmanlarına (kötülük) kastederek onları
(büyük zorluklarda) kullandılar ve onlara musallat oldular. Böyle Allah Teâlâ'ya
kavuşacakları güne kadar Allah'ı kendilerine gazap ettirdiler/kızdırdılar."[68]

"Allah yolunda yaralanan bir
kimse, kıyâmet gününde yarasından kan akarak Allah'ın huzuruna gelir. Renk, kan
rengi; koku ise misk kokusudur."[69]

"Cennet kapıları, şüphesiz
kılıçların gölgeleri altındadır." Rasûlullah'ın bu sözünü duyan bir mücâhid,
kılıcının kınını kırıp attı. Sonra elinde kılıcıyla düşmanın üzerine yürüdü ve
ölünceye kadar düşmanla savaştı.[70]

"Kim Allah'ın adını, hükmünü
yüceltmek, her şeyin üstüne çıkarmak için savaşırsa, o Allah yolundadır."[71]

"Allah Teâlâ'dan bütün
kalbiyle şehidlik dileyen bir kimse, yatağında ölse bile, Allah onu şehidlik
mertebesine ulaştırır."[72]

"Şehidliği gönülden arzu
eden bir kimse, şehid olmasa bile sevabına nâil olur."[73]

Tepeden tırnağa silâhlı bir
adam Nebî (s.a.s.)'ye geldi ve:
"Yâ Rasûlallah! Sizinle
birlikte önce savaşa mı katılayım, yoksa müslüman mı olayım?" dedi. Rasûl-i
Ekrem:
"Önce müslüman ol, sonra
savaş" buyurdu. Bunun üzerine adam müslüman oldu, sonra savaştı ve neticede
şehid oldu. Rasûlullah (s.a.s.) buyurdu ki:
"Az çalıştı, çok kazandı."[74]

İmran'ın babası Eslem
(r.a.)'den rivâyet edilmiştir: O dedi ki: "Biz (orayı feth etme kastıyla, savaş
için) Kostantîniyye'de (İstanbul'da) bulunuyorduk. Mısır ehlinin başında, Ukbe
İbn Âmir, Şam ehlinin başında da Fudâle İbn Ubeyd bulunuyordu. Rumlardan büyük
bir saf, karşımıza çıkınca, biz de onlara karşı saf tuttuk. O anda
müslümanlardan bir kişi, onlara açıkça hamlede bulunarak aralarına daldı, o
zaman insanlar, bu zat hakkında:
"Sübhânallah! Kendini tehlikeye
atıyor" diye bağırdılar. Bunun üzerine Ebû Eyyub el-Ensârî kalkarak:
"Ey insanlar! Siz bu âyeti,
yani "Kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın" (Bakara: 2/195) âyetini
böyle te'vil ediyorsunuz ama, aslında bu âyet, biz Ensâr cemaati hakkında nâzil
olmuştur. Şöyle ki: Allah Teâlâ, dinini aziz edip İslâm'ın yardımcıları
çoğalınca; Rasûlullah (s.a.s.)'ın haberi olmadan biz kendi aramızda: "Aile
fertlerimizi ve mallarımızı terk ederek bu İslâm dininin yücelmesi için bu
zamana kadar çalıştık; tâ ki İslâm yayıldı, Allah Teâlâ, Peygamberine yardım
etti, şimdi ailemize ve mallarımıza dönüp onların arasında bulunarak zâyi olan
şeylerimizi düzeltsek!" dedik. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Peygamberine bu âyeti
inzâl buyurarak bizim sözlerimizi reddetti. O halde, âyette geçen "tehlike"den
maksadın, "cihadı bırakıp mallarımızla uğraşmamız" olduğu meydana çıktı."[75]

"Cennete giren hiçbir kimse,
yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmeyi arzu etmez.
Sadece şehid, gördüğü aşırı itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve
on defa şehid olmayı ister."[76]

"Cihada çıkan bir birlik
veya seriyye savaşır, ganimet alır ve ölümden kurtulursa, ecirlerinin üçte
ikisini önceden peşinen almış olurlar. Bir birlik veya seriyye cihada çıkar,
ganimet elde edemez, şehid olur veya yaralı dönerlerse onların ecirleri âhirette
tam olarak verilir."[77]

"Şehidin kul borcu dışındaki
bütün günahlarını Allah bağışlar."[78]
"Bu gece rüyamda iki adam
gördüm. Yanıma gelip beni bir ağaca çıkardılar; sonra da bir eve götürdüler. O
ev, şimdiye kadar benzerini görmediğim güzellik ve değerde idi. Sonra o iki kişi
bana: ‘Bu eşsiz ev, şehidler sarayıdır' dedi."[79]

"Sizden biriniz karıncanın
ısırmasından ne kadar acı duyarsa, şehid olan kimse de ölümden ancak o kadar acı
duyar."[80]

Abdullah bin Amr ibn Harâm el-Ensârî,
Uhud şehidlerindendir. Oğlu Câbir şöyle diyor: Babam öldürüldüğü zaman ağlamaya
başladım, yüzündeki örtüyü açıp açıp ağlıyordum. Rasûlullah'ın ashâbı beni
bırakmak istemiyorlar, fakat Rasûlullah bana engel olmuyordu. Sonra buyurdu ki:

"Ağlasan da, ağlamasan da
fark etmezdi. O (baban) kaldırılıp defn olununcaya kadar melekler kanatlarıyla
ona gölge yapıyorlardı."[81]

Câbir İbn Abdullah (r.a.) şöyle
dedi:
"Babamın müsle yapılmış cesedi
getirilip Nebî (s.a.s.)'nin önüne konuldu. Yüzünü açmak üzere gittim, fakat
oradaki topluluk bana engel oldu. Bunun üzerine Nebî (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Melekler ara vermeksizin
onu kanatlarıyla gölgeliyorlar."[82]

"Kardeşleriniz Uhud'da
vurulunca Allah, onların ruhlarını yeşil kuşların içine (şekline) koydu.
Cennetin ırmaklarına gelir, meyvelerinden yer, Arşın gölgesindeki altın
kandillere gelip konarlar. Yediklerinin ve içtiklerinin güzelliğini görünce;
'Keşke kardeşlerimiz, Allah'ın bize ne yaptığını (ne ikramlarda bulunduğunu)
bilseler de savaştan geri kalmasalar!' dediler. Yüce Allah: 'Ben sizin bu
arzunuzu onlara duyururum' buyurdu ve bu âyetleri (Âl-i İmrân: 3/169-171)
indirdi."[83]

Enes (r.a.)'den rivâyet
edildiğine göre, Ümmü Hârise İbn Sürâka diye bilinen Ümmü Rübeyyi' binti Berâ,
Nebî (s.a.s.)'e geldi ve:
"Yâ Rasûlallah! Bana Hârise'den
haber verir misiniz? Eğer cennette ise sabredeceğim; böyle değilse ona ağlamaya
çalışacağım" dedi. Hârise, Bedir savaşında şehid olmuştu. Peygamber Efendimiz
şöyle buyurdu:
"Ey Ümmü Hârise! Şüphesiz
cennetin içinde cennetler vardır; senin oğlun bunların en yücesi olan Firdevs
cennetindedir."[84]

"İki duâ reddolunmaz veya
pek nâdir reddolunur. Bunlar; ezan okunurken yapılan duâ ile savaş ânında
düşmanla boğaz boğaza gelindiği sırada yapılan duâdır."[85]

Ebû Katâde (r.a.) anlatıyor:
Rasûlullah (s.a.s.) ashâb arasında ayağa kalktı ve
"Allah yolunda cihad ve
Allah'a iman etmek, amellerin en fazîletlisidir" diye hatırlattı. Bunun
üzerine bir adam ayağa kalkıp:
"Yâ Rasûlallah! Şayet Allah
yolunda öldürülürsem, bu benim günahlarıma keffâret olur mu?" diye sordu.
Rasûlallah (s.a.s.) ona:
"Evet, şayet sen sabrederek
ecrini de sadece Allah'tan bekleyerek cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup
Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına keffâret olur" buyurdu. Sonra
Rasûlullah (s.a.s.):
"Nasıl demiştin?" diye
sordu. Adam:
"Şayet ben Allah yolunda
öldürülürsem günahlarıma keffâret olur mu?" diye sözünü tekrarladı. Rasûlullah
(s.a.s.) ona:
"Evet, şayet sen sabrederek
ecrini sadece Allah'tan bekleyerek cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup
Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına keffâret olur. Ancak, borçların bunun
dışındadır. Bunu bana Cibrîl söyledi" buyurdu.[86]

Câbir (r.a.)'dan: Bir adam:
"Yâ Rasûlallah! Eğer Allah
yolunda öldürülürsem ben nerede olacağım?" dedi. Rasûl-i Ekrem:
"Cennette!" diye cevap
verdi. Bunun üzerine adam elinde bulunan hurmaları attı, sonra düşmanla savaştı
ve neticede şehid düştü.[87]

Enes (r.a.) şöyle dedi:
Rasûlullah (s.a.s.) ile ashâbı yola çıktı ve müşriklerden önce Bedir'e vardılar.
Müşrikler de geldiler. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Sizden hiçbiriniz, ben
başında olmadıkça herhangi bir şey yapmasın!" Sonra müşrikler yaklaştı.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.):
"Genişliği göklerle yer
arası kadar olan cennete girmek üzere ayağa kalkınız!" buyurdu.
Enes der ki: Ensar'dan Umeyr
İbn Hümâm (r.a.):
"Yâ Rasûlallah! Genişliği
göklerle yer arası kadar olan cennet mi?" diye sordu. Peygamberimiz:
"Evet" dedi. Umeyr:
"Ne iyi, ne âlâ!" dedi.
Rasûlullah (s.a.s.):
"Niye öyle söyledin?"
diye sordu. Umeyr:
"Allah'a yemin ederim ki yâ
Rasûlallah, cennet ehlinden olmayı istediğim için öyle söyledim, başka maksadım
yok" dedi. Rasûl-i Ekrem:
"Şüphesiz sen cennetliksin!"
buyurdu. Umeyr, bu söz üzerine torbasından birkaç hurma çıkartıp onları
yemeye başladı. Sonra:
"Eğer şu hurmalarımı yiyinceye
kadar yaşarsam, bu gerçekten uzun bir hayattır" diyerek elindeki hurmaları attı;
sonra şehid oluncaya kadar müşriklerle savaştı.[88]

Enes (r.a.) dedi ki: Birtakım
kimseler Peygamber (s.a.s.)'e gelerek,
"Bize Kur'an'ı ve Sünneti
öğretecek insanlar gönderseniz" dediler. Rasûl-i Ekrem, içlerinde dayım Harâm'ın
da bulunduğu, ensârdan kendilerine kurrâ denilen yetmiş kişiyi onlara gönderdi.
Bunlar Kur'an okuyor, geceleri onu aralarında müzâkere edip öğreniyorlardı.
Gündüzleri ise su getirip mescide koyuyorlar, odun toplayıp onu satıyor,
bedeliyle de Suffe ehline ve fakirlere yiyecek satın alıyorlardı. İşte Nebî
(s.a.s.) onlara bu kişileri göndermişti. Fakat gidecekleri yere varmadan
önlerine çıktılar ve onları öldürdüler. Onlar (öldürülmeden önce):
"Allah'ım! Bizim haberimizi
Peygamberimiz'e ulaştır. Bizler Sana kavuştuk ve Senden râzı olduk; Sen de
bizden râzı oldun" dediler. Bir adam, yaklaşıp Enes'in dayısı Harâm'a mızrağını
sapladı, hatta vücudunun bir tarafından öbür tarafına geçirdi. Bunun üzerine
Harâm:
"Kâbe'nin Rabbine yemin ederim
ki, cenneti kazandım gitti" dedi. Bu olay üzerine Rasûlullah (s.a.s.):
"Şüphesiz ki din
kardeşleriniz öldürüldüler. Onlar hem de şöyle dediler: ‘Allah'ım! Bizim
haberimizi Peygamberimiz'e ulaştır. Bizler Sana kavuştuk ve Senden râzı olduk;
Sen de bizden râzı oldun!" buyurdu.[89]

Enes (r.a.) şöyle dedi: Amcam
Enes İbn Nadr (r.a.) Bedir savaşına katılmamıştı. Bu ona çok ağır geldi. Bu
sebeple:
"Yâ Rasûlallah! Müşriklerle
yaptığın ilk savaşta bulunamadım. Eğer Allah Teâlâ müşriklerle yapılacak bir
savaşta beni bulundurursa, neler yapacağımı muhakkak Allah görür" dedi. Uhud
savaşında müslüman safları dağılınca, Enes İbn Nadr arkadaşlarını kastederek,

"Rabbim, bunların
yaptıklarından dolayı özür beyan ederim" dedi. Müşrikleri kastederek de,
"bunların yaptıklarından da
uzak olduğumu arzederim" deyip ilerledi. Derken Sa'd İbn Muâz ile karşılaştı ve

"Ey Sa'd İbn Muâz! İşte cennet.
Nadr'ın Rabine yemin ederim ki, Uhud'un yakınlarından ben onun kokusunu
alıyorum" dedi. Sa'd (bu olayı anlatırken):
"Ben onun yaptığını yapmaya güç
yetiremedim, yâ Rasûlallah!" dedi. Hadisin râvîsi Enes, amcasıyla ilgili olayı
şöyle anlatır: Amcamı şehid edilmiş olarak bulduk. Vücudunda seksenden fazla
kılıç darbesi, mızrak yarası ve ok izi vardı. Müşrikler ona müsle yapmış,
uzuvlarını kesmişlerdi. Bu sebeple onu hiç kimse tanıyamadı. Sadece kız kardeşi
parmak uçlarından tanıyabildi. Enes,
"biz şu âyetin amcam ve onun
gibiler hakkında inmiş olduğu görüşündeyiz" dedi:
"Mü'minler içinde öyle yiğit
erkekler vardır ki, Allah'a verdikleri sözlerinde durdular. Onlardan kimi ahdini
yerine getirdi (çarpışıp şehid oldu), kimi de sırasını bekliyor. Bunlar,
sözlerini asla değiştirmemişlerdir." (Ahzâb: 33/23)
Rasûlullah (s.a.s.)'a bir adam
geldi ve:
"Yâ Rasûlallah! Bir kişi gelip
malımı almak isterse ne yapayım?" diye sordu. Rasûl-i Ekrem:
"Ona malını verme!"
buyurdu.
"Benimle savaşmaya kalkarsa ne
dersin?" diye sordu.
"Sen de onunla savaş!"
cevabını verdi.
"Adam beni öldürürse?" dedi.
Peygamberimiz (s.a.s.):
"Sen şehid olursun"
buyurdu.
"Peki ben adamı öldürürsem?"
deyince, Efendimiz:
"O cehennemdedir"
buyurdu.[90]

"Allah yolunda yaralanan bir
kimse, kıyamet gününde yarasından kan akarak Allah'ın huzuruna gelir. Renk, kan
rengi, koku ise misk kokusudur."[91]

"Müslümanlardan bir şahıs,
deve sağılacak kadar bir süre Allah yolunda cihad ederse, cennet onun hakkı
olur. Allah yolunda yaralanan veya bir sıkıntıya düşen kimse, kıyamet gününde
yaralandığı gün gibi kanlar içinde Allah'ın huzuruna gelir. Kanının rengi
zağferân gibi kıpkırmızı, kokusu da misk kokusu gibidir. "[92]

"İnsanların en hayırlı geçim
yolu tutanlarından biri, Allah yolunda atının dizginine yapışıp, onun üzerinde
âdeta uçan kimsedir. Düşman geldiğine dair bir ses veya düşman üzerine hücum
feryadı işittiğinde, düşmanın bulunması muhtemel yerlere atının üzerinde
uçarcasına saldırıp, öldürmeyi ve ölmeyi göze alır. Bir diğeri de, bir tepenin
başında veya bir vadinin içinde koyuncuklarının arasında namazını kılan,
zekâtını veren ve kendisine ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet eden kimsedir.
İnsanlardan ancak bu şekilde yaşayan kimseler hayırdadır."[93]

Ebû Bekr İbni Ebû Mûsa
el-Eş'arî şöyle dedi: "Babam Ebû Mûsa radıyallahu anh'i düşmanın
karşısında durup:
‘Ben Rasûlullah (s.a.s.)'i:
"Şüphesiz cennet kapıları kılıçların gölgeleri altındadır" derken işittim.'
Bunun üzerine üstü başı perişan biri ayağa kalkıp:
‘Ey Ebû Mûsa! Bu sözü
Rasûlullah (s.a.s.) söylerken sen mi işittin?' diye sordu. Ebû Mûsa:
‘Evet, ben işittim' cevabını
verdi. Bunu duyan adam, arkadaşlarının yanına dönüp:
‘Sizleri selâmlıyorum' dedi ve
kılıcının kınını kırıp attı. Sonra elinde kılıcıyla düşmanın üzerine yürüdü ve
ölünceye kadar düşmanla savaştı."[94]

"Allah yolunda ayakları
tozlanan bir kula cehennem ateşi dokunmaz."[95]

"Kim Allah yolunda cihada
gidecek bir gaziyi donatır, cihad için gerekli olan ihtiyaçlarını karşılarsa,
bizzat cihada gitmiş gibi sevap kazanır. Cihada giden gazinin arkada bıraktığı
ailesine güzelce bakıp onların ihtiyaçlarını karşılayan da bizzat cihad yapmış
gibi sevap kazanır."[96]

"Sadakaların en faziletlisi
Allah yolunda kurulan bir çadırın gölgesi, Allah yolundaki bir mücâhide verilen
hizmetçi ve Allah yolunda bağışlanmış bir erkek devedir."[97]

Enes (r.a.)'den rivâyet
edildiğine göre, Eslem kabilesinden bir delikanlı:
"Yâ Rasûlallah! Ben cihada
katılmak istiyorum, fakat savaşabilmem için gereken malzemeyi temin edecek
durumda değilim" dedi. Peygamber Efendimiz:
"Filân adama git. O, cihada
katılmak üzere hazırlanmıştı; fakat hastalandı" buyurdu. Delikanlı Hz.
Peygamber'in dediği kişiye gidip:
"Resûlullah (s.a.s.)
sana selâm ediyor ve savaşa gitmek için hazırladığın malzemeleri bana vermeni
söylüyor" dedi. Bunun üzerine adam hanımına seslenerek:
"Hanım! Savaş için hazırladığım
şeyleri bu delikanlıya ver; onlardan hiçbir şey alıkoyma. Allah hakkı için
onlardan hiçbir şey bırakma ki, berekete nâil olasın" dedi.[98]

Ebû Saîd el–Hudrî
radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.s) Benî
Lihyân üzerine asker gönderdi ve:
"İki erkekten biri cihada
gitsin; elde edilecek sevap ikisi arasında ortaktır" buyurdu.[99]

Tepeden tırnağa silâhlı bir
adam Nebî (s.a.s.)'e geldi ve:
"Yâ Rasûlallah! Sizinle
birlikte önce savaşa mı katılayım, yoksa müslüman mı olayım?" dedi. Resûl–i
Ekrem:
"Önce müslüman ol, sonra
savaş" buyurdu. Bunun üzerine adam müslüman oldu, sonra savaştı ve neticede
şehid oldu. Rasûlullah (s.a.s.):
"Az çalıştı, çok kazandı"
buyurdu.[100]

"Cennete giren hiçbir kimse,
yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmeyi arzu etmez.
Sadece şehit, gördüğü aşırı itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve
on defa şehit olmayı ister." Bir rivâyette: "Şehidliğin faziletini
gördüğü için" denilir.[101]

"Şehidin kul borcu dışındaki
bütün günahlarını Allah bağışlar."[102]

Rasûlullah (s.a.s.) ashâb
arasında ayağa kalktı ve
"Allah yolunda cihad ve
Allah'a iman etmek amellerin en faziletlisidir" diye hatırlattı. Bunun
üzerine bir adam ayağa kalkıp:
"Yâ Rasûlallah! Şayet Allah
yolunda öldürülürsem, bu benim günahlarıma keffâret olur mu? diye sordu.
Resûlullah (s.a.s.) ona:
"Evet, şayet sen sabrederek,
ecrini de sadece Allah'tan bekleyerek, cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup
Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına kefâret olur" buyurdu. Sonra
Resûlullah (s.a.s.):
"Nasıl demiştin?" diye
sordu. Adam:
"Şayet ben Allah yolunda
öldürülürsem günahlarıma keffâret olur mu?" diye sözünü tekrarladı. Rasûlullah
(s.a.s.) ona:
"Evet, şayet sen sabrederek,
ecrini sadece Allah'tan bekleyerek, cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup
Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına kefâret olur. Ancak borçların bunun
dışındadır. Bunu bana Cibrîl söyledi" buyurdu.[103]

Bir adam:
"Yâ Rasûlallah! Eğer Allah
yolunda öldürülürsem ben nerede olacağım?" dedi. Rasûl-i Ekrem:
"Cennette" diye cevap
verdi. Bunun üzerine adam elinde bulunan hurmaları attı, sonra düşmanla savaştı
ve neticede şehit düştü.[104]

Rasûlullah (s.a.s.) ile
ashabı yola çıktı ve müşriklerden önce Bedir'e vardılar. Müşrikler de geldiler.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Sizden hiçbiriniz, ben başında
olmadıkça herhangi bir şey yapmasın". Sonra müşrikler yaklaştı; bunun
üzerine Rasûlullah (s.a.s.): "Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete
girmek üzere ayağa kalkınız!" buyurdu. Ensardan Umeyr İbn Hümâm radıyallahu
anh:
"Yâ Resûlallah! Genişliği
göklerle yer arası kadar olan cennet mi?" diye sordu. Peygamberimiz:
"Evet" buyurdu. Umeyr:

"Ne iyi, ne âlâ!" dedi.
Rasûlullah (s.a.s.):
"Niye öyle söyledin?"
diye sordu. Umeyr:
"Allah'a yemin ederim ki, yâ
Rasûlallah, cennet ehlinden olmayı istediğim için öyle söyledim, başka maksadım
yok, dedi. Resûl-i Ekrem:
"Şüphesiz sen cennetliksin"
buyurdu. Umeyr, bu söz üzerine torbasından bir kaç hurma çıkartıp onları
yemeye başladı. Sonra:
"Eğer şu hurmalarımı yiyinceye
kadar yaşarsam, bu gerçekten uzun bir hayattır" diyerek elindeki hurmaları attı,
sonra şehid oluncaya kadar müşriklerle savaştı.[105]

Birtakım kimseler Peygamber
(s.a.s.)'e gelerek, bize Kur'an'ı ve Sünnet'i öğretecek insanlar gönderseniz,
dediler. Resûl–i Ekrem, içlerinde dayım Harâm'ın da bulunduğu, ensârdan
kendilerine kurrâ denilen yetmiş kişiyi onlara gönderdi. Bunlar Kur'an okuyor,
geceleri onu aralarında müzakere edip öğreniyorlardı. Gündüzleri ise su getirip
mescide koyuyorlar, odun toplayıp onu satıyor, bedeliyle de Suffe ehline ve
fakirlere yiyecek satın alıyorlardı. İşte Nebî (s.a.s.) onlara bu
kişileri göndermişti. Fakat gidecekleri yere varmadan önlerine çıktılar ve
onları öldürdüler. Onlar (öldürülmeden önce):
"Allahım! Bizim haberimizi
Peygamberimiz'e ulaştır. Bizler sana kavuştuk ve senden razı olduk; sen de
bizden râzı oldun" dediler. Bir adam, yaklaşıp Enes'in dayısı Harâm'a mızrağını
sapladı, hatta vücudunun bir tarafından öbür tarafına geçirdi. Bunun üzerine
Harâm:
"Kâbe'nin Rabbine yemin ederim
ki, cenneti kazandım gitti" dedi. Bu olay üzerine Resûlullah (s.a.s.):

"Şüphesiz ki din
kardeşleriniz öldürüldüler. Onlar hem de şöyle dediler: Allahım! Bizim
haberimizi Peygamberimiz'e ulaştır. Bizler sana kavuştuk ve senden razı olduk;
sen de bizden razı oldun" buyurdu.[106]
Amcam Enes İbni Nadr
radıyallahu anh Bedir Savaşı'na katılmamıştı. Bu ona çok ağır geldi. Bu
sebeple:
"Yâ Rasûlallah! Müşriklerle
yaptığın ilk savaşta bulunamadım. Eğer Allah Taâlâ müşriklerle yapılacak bir
savaşta beni bulundurursa, neler yapacağımı muhakkak Allah görür, dedi. Uhud
Savaşı'nda müslüman safları dağılınca, Enes İbni Nadr -arkadaşlarını
kastederek-Rabbim, bunların yaptıklarından dolayı özür beyan ederim, dedi.
-Müşrikleri kastederek de-, bunların yaptıklarından da uzak olduğumu arzederim,
deyip ilerledi. Derken Sa'd İbni Muâz ile karşılaştı ve:
"Ey Sa'd İbni Muâz! İşte
cennet. Nadr'ın Rabbine yemin ederim ki, Uhud'un yakınlarından ben onun kokusunu
alıyorum" dedi. Sa'd (bu olayı anlatırken):
"Ben onun yaptığını yapmaya güç
yetiremedim, yâ Resûlallah!" dedi. Hadisin râvîsi Enes, amcasıyla ilgili olayı
şöyle anlatır:
"Amcamı şehit edilmiş olarak
bulduk. Vücudunda seksenden fazla kılıç darbesi, mızrak yarası ve ok izi vardı.
Müşrikler ona müsle yapmış, uzuvlarını kesmişlerdi. Bu sebeple onu hiç kimse
tanıyamadı. Sadece kız kardeşi parmak uçlarından tanıyabildi." Enes, biz şu
âyetin amcam ve onun gibiler hakkında inmiş olduğu görüşündeyiz, dedi:
"Mü'minler içinde öyle yiğit
erkekler vardır ki, Allah'a verdikleri sözlerinde durdular. Onlardan kimi ahdini
yerine getirdi (çarpışıp şehit düştü), kimi de sırasını bekliyor. Bunlar
sözlerini asla değiştirmemişlerdir" [Ahzâb: 33/23][107]

"Bu gece rüyamda iki adam
gördüm. Yanıma gelip beni bir ağaca çıkardılar, sonra da bir eve götürdüler. O
ev, şimdiye kadar benzerini görmediğim güzellik ve değerde idi. Sonra o iki kişi
bana: ‘Bu eşsiz ev, şehitler sarayıdır' dedi."[108]

Enes radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre, Ümmü Hârise İbni Sürâka diye bilinen Ümmü Rübeyyi'
Binti Berâ, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e geldi ve:
"Yâ Resûlallah! Bana Hârise'den
haber verir misiniz?" –Hârise Bedir Savaşı'nda şehit düşmüştü–
"Eğer cennette ise
sabredeceğim; böyle değilse ona ağlamaya çalışacağım" dedi. Peygamber Efendimiz:

"Ey Ümmü Hârise! Şüphesiz
cennetin içinde cennetler vardır; senin oğlun bunların en yücesi olan Firdevs
cennetindedir" buyurdu.[109]

Abdullah İbni Ebû Evfâ
(r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.) düşmanla karşılaştığı
günlerden birinde güneş batıya meyledinceye kadar bekledi. Sonra ashâbın
arasında ayağa kalktı ve:
"Ey müslümanlar! Düşmanla
karşılaşmayı temenni etmeyiniz; Allah'tan afiyet dileyiniz. Fakat düşmanla
karşılaşınca da sabrediniz. Biliniz ki cennet kılıçların gölgesi altındadır"
buyurdu. Resûl–i Ekrem sonra sözüne devamla şöyle duâ etti:
"Ey Kur'an'ı indiren,
bulutları gökyüzünde gezdiren ve düşman saflarını darmadağın eden Allah'ım! Şu
düşmanları perişan et ve bizi onlara karşı muzaffer kıl."[110]

"İki duâ reddolunmaz veya
pek nadir reddolunur: Bunlar ezan okunurken yapılan dua ile savaş anında
düşmanla boğaz boğaza gelindiği sırada yapılan duadır."[111]

Resûlullah (s.a.s.)
gazâya çıktığı zaman şöyle dua ederdi:
"Allahümme ente adudî ve
nasîrî, bike ehûlü ve bike esûlü ve bike ukâtilü: Allah'ım! Benim dayanağım ve
yardımcım sadece sensin. Senin sayende hareket ediyorum; senin yardımın
sayesinde düşmana hücum ediyorum; senin verdiğin güç ve kuvvet sayesinde
düşmanla savaşıyorum."[112]

Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem bir topluluktan endişe duyduğu zaman şöyle duâ ederdi:
"Allahümme innâ nec‘alüke fî
nühûrihim ve ne‘ûzü bike min şürûrihim: Allahım! Senin korumanı onlara karşı
siper ediniyoruz. Onların şerlerinden sana sığınıyoruz."[113]

"Kıyâmet gününe kadar
atların alınlarına hayır düğümlenmiştir."[114]

"Kim Allah'a gerçekten
inanarak ve vaadine gönülden bağlanarak O'nun yolunda cihad etmek için at
beslerse, o atın yediği, içtiği, gübresi ve bevli kıyâmet gününde o kimsenin
sevapları arasında olacaktır."[115]

Bir adam, Nebî (s.a.s.)'e
yularlanmış bir deve getirdi ve:
"Bunu Allah yolunda bağışladım,
dedi." Rasûlullah (s.a.s.):
"Bunun karşılığı olarak sana
kıyamet gününde hepsi yularlanmış yedi yüz deve verilecektir" buyurdu.[116]

"Düşmanlarınız için
elinizden geldiği, gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayınız. Dikkat ediniz!
Kuvvet atmaktır; kuvvet atmaktır; kuvvet atmaktır."[117]

"Yakında size bir çok
yerlerin fethi nasip olacaktır. Allah size yeter. Sizden biriniz oklarıyla tâlim
yapmaktan bıkıp usanmasın."[118]
"Kim atıcılık öğrenir de
sonra onu terkederse bizden değildir (veya muhakkak isyan etmiştir)."[119]

"Allah Teâlâ bir ok
sebebiyle üç kimseyi cennete koyar: Hayır ve sevap umarak o oku yapan sanatkârı,
bu oku Allah yolunda atanı, oku atana yardımcı olanı. Atıcılık ve binicilik
öğreniniz. Atıcılık öğrenmeniz binicilik öğrenmenizden bana göre daha
sevimlidir. Kim kendisine atıcılık öğretildikten sonra ondan yüz çevirirse,
Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimete karşı şükrünü terketmiş veya küfrân-ı
nimet etmiş olur."[120]

"Kim Allah yolunda bir ok
atarsa, onun bu hareketi bir köleyi âzat etme sevabına denktir."[121]

"Kim gazâ etmeden ve
gönlünde gazâ etme arzusu taşımadan vefat ederse, bir tür nifak üzere ölür."[122]

Câbir radıyallahu anh
şöyle dedi: "Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile bir gazvede beraberdik.
Rasûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
"Şüphesiz Medine'de birtakım
insanlar var ki, siz bir yolda yürür veya bir vadiyi geçerken sanki sizinle
beraberdirler. Onları hastalık alıkoymuştur."[123]

Bir rivayette şöyledir:

"Onları geçerli mazeretleri
alıkoymuştur."[124]

Bir
başka rivayette ise
şöyledir:
"Onlar sevapta size ortak
olurlar."[125]

Nebî (s.a.s.)' in yanına
bir bedevî geldi ve:
"Yâ Rasûlallah! Bir adam
ganimet için savaşıyor; bir başkası kendinden bahsedilsin diye savaşıyor; bir
diğeri de kahramanlıktaki yerini göstermek için savaşıyor. Bir rivâyete göre:
Kahramanlık taslamak için ve ırkının üstünlüğünü göstermek için savaşıyor. Bir
başka rivayete göre: Gazabından dolayı savaşıyor! Şimdi kim Allah yolundadır?
diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.):
"Kim Allah'ın dini daha yüce
olsun diye savaşırsa, sadece o Allah yolundadır" buyurdu.[126]

"Cihada çıkan bir birlik
veya seriyye savaşır, ganimet alır ve ölümden kurtulursa, ecirlerinin üçde
ikisini önceden peşinen almış olurlar. Bir birlik veya seriyye cihada çıkar,
ganimet elde edemez, şehit olur veya yaralı dönerlerse onların ecirleri ahirette
tam olarak verilir."[127]

"Gazve dönüşü de sevap
açısından gazveye gidiş gibidir."[128]

"Kim gazâya çıkmaz veya
gazâya çıkan bir mücâhidi techiz etmez ya da cihada çıkan gazinin aile
fertlerine hayırla muamele etmezse, Allah Teâlâ o kimseyi kıyamet gününden önce
büyük bir belâya uğratır."[129]

Ebû Hakîm de denilen Ebû Amr
Nu'mân İbni Mukarrin radıyallahu anh şöyle dedi:
"Rasûlullah (s.a.s.) ile bir
arada bulundum. Gündüzün evvelinde harbe başlamadığı zaman, savaşı güneşin
öğleden sonra batı tarafa yöneldiği, rüzgârların esip ilâhî yardımın ineceği
vakte kadar ertelerdi."[130]

"Düşmanla karşılaşmayı
temenni etmeyiniz. Karşılaştığınız zaman da sabır ve sebat gösteriniz."[131]

"Harp hileden ibarettir."[132]



[1]
Ahmed bin Hanbel, V/214.

[2]
Ebû Dâvud, Cihad 18, hadis no: 2504; Nesâî, Cihad 1, 2, 48.

[3]
Ebû Davûd, Cihad, 33.

[4]
Buhârî, Nafakaat 3; Müslim, İmâre 172; Ebû Dâvud, Sünne 16; Ahmed bin
Hanbel, II/413, 467.

[5]
Buhâri, Cihâd, 1.

[6]
Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad 21; Ebû Dâvud, Cihad 42; Nesâî, Cihad 25.

[7]
Müslim, İman 20.

[8]
Ahmed İbn Hanbel, VI/387.

[9]
Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad 2, hadis no: 1621.

[10]
İbn Mâce, Fiten, hadis no: 4011; Tirmizî, hadis no: 2265.

[11]
Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad 4, hadis no: 1625; Nesâî, Cihad 45.

[12]
Buhârî, Cihad 36; Müslim, Sıyâm 167-168; Ebû Dâvud, Cenâiz 3; Tirmizî,
Fezâilü'l-Cihad 3; Nesâî, Sıyâm 44; İbn Mâce, Sıyâm 34.

[13]
Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad 3.

[14]
Tirmizî, Fezâilu'l-Cihad 17.

[15]
Buhârî, Cihad 1; Müslim, İmâre 110; Tirmizî, Fezâilu'l-Cihad 1; Nesâî, Cihad
17.

[16]
Buhârî, Cihad 1.

[17]
Ebû Dâvud, Cihad 40; Tirmizî, Fezâilu'l-Cihad 21; Nesâî, Cihad 25.

[18]
Buhârî, Cihad 4, Tevhid 22; Nesâî, Cihad 18.

[19]
Buhârî, Cihad 16; Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad 7; Nesâî, Cihad 9.

[20]
Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad 8, Zühd 8; Nesâî, Cihad 8.

[21]
Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad 12.

[22]
Buhârî, Cihad 38; Müslim, İmâre 135-136; Ebû Dâvud, Cihad 20; Tirmizî,
Fezâilü'l-Cihad 6; Nesâî, Cihad 44.

[23]
Buhârî, Cihad 45; Nesâî, Hayl 11.

[24]
Buhârî, Cihâd 4, Tevhîd 22; Nesâî, Cihâd 18.

[25]
Buhârî, Itk 2; Keffârât 6; Müslim, İman 136; İbn Mâce, Itk 4.

[26]
Ebû Dâvûd, Cihâd 6.

[27]
Müslim, İmâre 117; Tirmizî, Cihad 32.

[28]
Buhârî, İman 18, Hac 4, Tevhid 47; Müslim, İman 135; Tirmizî,
Fezâilu'l-Cihad 22; Nesâî, Hac 4, Cihad 17.

[29]
Buhârî, Mevâkît 5, Cihâd 1, Edeb 1, Tevhîd 48; Müslim, Îmân 137-139;
Tirmizî, Salât 14, Birr 2; Nesâî, Mevâkît 51.

[30]
Buhârî, Cihad 2, Rikak 34; Müslim, İmâre 122-123, 127; Ebû Dâvud, Cihad 5;
Tirmizî, Fezâilu'l-Cihad 24; Nesâî, Cihad 7, Zekât 74; İbn Mâce, Fiten 13.

[31]
Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 4; Nesâî, Cihâd 45.

[32]
Tirmizî, İman 8; İbn Mâce, Fiten 12.

[33]
Müslim, İmâre 158; Ebû Dâvud, Cihad 17; Nesâî, Cihad 2; Dârimî, Cihad 25;
Ahmed bin Hanbel, II/374.

[34]
Bülûğu'l-Merâm, Bâbu'r Ribâ, hadis no: 11.

[35]
Ebû Dâvud, Büyû' 54.

[36]
Müslim, İman 80; Ahmed bin Hanbel, I/458.

[37]
Buhârî, Cihad 6, 43, Bed'ü'l-Halk 8, Rikak 2; Müslim, İmâre 113-114;
Tirmizî, Fezâilu'l-Cihad 17, 25, Tefsîru Sûre (3) 22; İbn Mâce, Zühd 39.

[38]
Müslim, İmâre 163; Tirmizî, Fezâilu'l-Cihad 2; Nesâî, Cihad 39; İbn Mâce,
Cihad 7.

[39]
Ebû Dâvud, Cihad 15; Tirmizî, Fezâilu'l-Cihad 2.

[40]
Tirmizî, Fezâilu'l-Cihad 26; Nesâî, Cihad 39.

[41]
Buhârî, Cihad 5, Rikak 2; Müslim, İmâre 112-115; Tirmizî, Fezâilu'l-Cihad
17, 26; Nesâî, Cihad 11, 12.

[42]
Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 17.

[43]
Buhârî, Cihâd 1; Müslim, İmâre 110; Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 1; Nesâî, Cihâd
17.

[44]
Buhârî, Cihâd 1.

[45]
Müslim, İmâre 116; Nesâî, Cihâd 18.

[46]
Buhârî, Cihâd 6, 73, Bed'ü'l–halk 8, Rikâk 2; Müslim, İmâre 113-114;
Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 17, 25, Tefsîru sûre (3) 22; İbn Mâce, Zühd 39.

[47]
Müslim, İmâre 163; Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 2; Nesâî, Cihâd 39; İbn Mâce,
Cihâd 7.

[48]
Ebû Dâvûd, Cihâd 15; Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 2.

[49]
Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 26; Nesâî, Cihâd 39.

[50]
Müslim, İmâre 103; Buhârî, Cihâd 7 (Hadisin kısa bir bölümü); Nesâî, Îmân
24.


[51]
Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 8; Tirmizî, Zühd 8; Nesâî, Cihâd 8.

[52]
Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 12.

[53]
Buhârî, Cihâd 36; Müslim, Sıyâm 167-168; Ebû Dâvûd, Cenâiz 3; Tirmizî,
Fezâilü'l-Cihâd 3; Nesâî, Sıyâm 44; İbn Mâce, Sıyâm 34.

[54]
Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 3.

[55]
Müslim, İmâre 103; Buhârî, Cihad 7 (Hadisin bir bölümü); Nesâî, İman 24.

[56]
Müslim, İmâre 158; Ebû Dâvud, Cihad 1; Nesâî, Cihad 2; Dârimî, Cihad 25;
Ahmed bin Hanbel, II/374.


[57]
Buhârî, Cihad 157; Müslim, Cihad 18-19; Ebû Dâvud, Cihad 92; Tirmizî, Cihad
5; İbn Mâce, Cihad 28.

[58]
Ebû Dâvud, Cihad 82; Tirmizî, Diyât 14, Siyer 47, Fezâilu'l-Kur'an 17; İbn
Mâce, Cihad 38.

[59]
Buhârî, Cihad 147; Müslim, Cihad, 25-26; Tirmizî, Siyer 19; İbn Mâce, Cihad
30.

[60]
Buhârî, Cihad 112; Müslim, Cihad 20; Ebû Dâvud, Cihad 89.

[61]
Buhâri, Cihad 102, İman 17; Müslim, İman 8; Ebû Dâvud, Cihad 104; Tirmizî,
Tefsir 78; Nesâî, Zekât 3; İbn Mâce, Fiten 1; Dârimî, Siyer 10.

[62]
Buhârî, Cihad 15, İlim 45, Humus 10, Tevhid, 28; Müslim, İmâre 149-151; Ebû
Dâvud, Cihad 24; Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad 16; Nesâî, Cihad 21; İbn Mâce,
Cihad 13.

[63]
Müslim, İmâre 167; Ebû Dâvud, Cihad 23; Tirmizî Tefsîru Sûre (8) 5; İbn
Mâce, Cihad 19.

[64]
Müslim, İmâre 169; Ebû Dâvud, Cihad 23; Nesâî, Hayl 8; İbn Mâce, Cihad 19.

[65]
Ebû Dâvud, Cihad 23; Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad 11; Nesâî, Hayl 8.

[66]
Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad 11; Ebû Dâvud, Itk 14; Nesâî, Cihad 26; İbn Mâce,
Cihad 19.

[67]
Ebû Dâvud, Cihad 82, hadis no: 2614.

[68]
Ahmed bin Hanbel, V/407.

[69]
Buhârî, Cihad 10, Zebâih 31; Müslim, İmâre 105; Tirmizî, Fezâilu'l-Cihad21;
Nesâî, Cihad 27.

[70]
Müslim, İmâre 146; Tirmizî, Fezâilu'l-Cihad 23.

[71]
Buhârî, İlim 45, 1/42, Cihad 15, 4/24; Müslim, İmâre 149-150, hadis no:
1904, 3/1512; İbn Mâce, Cihad 13, hadis no: 2783, 1/931; Ahmed bin Hanbel,
4/392, 397, 402, 405, 417.

[72]
Müslim, İmâre 157; Nesâî, Cihad 36; İbn Mâce, Cihad 15.

[73]
Müslim, İmâre 156.

[74]
Buhârî, Cihad 13; Müslim, İmâre 144.

[75]
Tirmizî, Tefsîr-i Sûre 2/19; Ebû Dâvud, Cihad 22.

[76]
Buhârî, Cihad 21; Müslim, İmâre 109; Tirmizî, Fezâilu'l-Cihad 13, 25.

[77]
Müslim, İmâre 154; Ebû Dâvud, Cihad12; Nesâî, Cihad 15; İbn Mâce, Cihad 13.

[78]
Müslim, İmâre 119.

[79]
Buhârî, Cihad 4, Cenâiz 93.

[80]
Tirmizî, Fezâilu'l-Cihad 26; Nesâî, Cihad 35; İbn Mâce, Cihad 16.

[81]
Buhârî, Cenâiz 34, Cihad 2; Müslim, Fezâil 26, hadis 129, 130.

[82]
Buhârî, Cenâiz 3, 35, Cihad 20, Meğâzi, 26; Müslim, Fezâilu's-Sahâbe
129-130; Nesâî, Cenâiz 12, 13.

[83]
Ebû Dâvud, Cihad, bâb fî Fadli'ş-şehâdeh.

[84]
Buhârî, Cihad 14, Meğâzi 9, Rikak 51; Tirmizî, Tefsiru sûre 23.

[85]
Ebû Dâvud, Cihad 39.

[86]
Müslim, İmâre 117; Tirmizî, Cihad 32.

[87]
Müslim, İmâre, 143; Buhârî, Meğâzî, 17; nesâî, Cihad 31.

[88]
Müslim, İmâre 145; Ahmed bin Hanbel, Müsned 3/137.

[89]
Buhârî, Cihad 9, Meğâzî 28; Müslim, İmâre 147.

[90]
Müslim, İman 225.

[91]
Buhârî, Cihâd 10, Zebâih 31; Müslim, İmâre 105; Tirmizî, Fezâilu'l-Cihâd 21;
Nesâî, Cihâd 27.

[92]
Ebû Dâvûd, Cihâd 40; Tirmizî, Fezâilu'l-Cihâd 21; Nesâî, Cihâd 25.

[93]
Müslim, İmâre 125; İbn Mâce, Fiten 13.

[94]
Müslim, İmâre 146; Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 23.

[95]
Buhârî, Cihâd 16; Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 7; Nesâî, Cihâd 9.

[96]
Buhârî, Cihâd 38; Müslim, İmâre 135-136; Ebû Dâvûd, Cihâd 20; Tirmizî,
Fezâilü'l-Cihâd 6; Nesâî, Cihâd 44.

[97]
Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 5.

[98]
Müslim, İmâre 134.

[99]
Müslim, İmâre 137.

[100]
Buhârî, Cihâd 13; Müslim, İmâre 144.

[101]
Buhârî, Cihâd 21; Müslim, İmâre 109; Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 13, 25.

[102]
Müslim, İmâre 119.

[103]
Müslim, İmâre 117; Tirmizî, Cihâd 32.

[104]
Müslim, İmâre 143; Buhârî, Meğâzî 17; Nesâî, Cihâd 31.

[105]
Müslim, İmâre 145; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, III/137.

[106]
Buhârî, Cihâd 9, Meğâzî 28; Müslim, İmâre 147.

[107]
Buhârî, Cihâd 12; Müslim, İmâre 148; Tirmizî, Tefsîr 34.

[108]
Buhârî, Cihâd 4, Cenâiz 93.

[109]
Buhârî, Cihâd 14, Meğâzî 9, Rikâk 51; Tirmizî, Tefsîru sûre -23-

[110]
Buhârî, Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20; Ebû Dâvûd, Cihâd 89.

[111]
Ebû Dâvûd, Cihâd 39.

[112]
Ebû Dâvûd, Cihâd 90; Tirmizî, De'avât 121.

[113]
Ebû Dâvûd, Vitir 30.

[114]
Buhârî, Cihâd 43, Menâkıb 28; Müslim, İmâre 96-99, Zekât 25; Ebû Dâvûd,
Cihâd 41; İbni Mâce, Cihâd 14, Ticârât 29.

[115]
Buhârî, Cihâd 45; Nesâî, Hayl 11.

[116]
Müslim, İmâre 132; Nesâî, Cihâd 46.

[117]
Müslim, İmâre 167; Ebû Dâvûd, Cihâd 23; Tirmizî, Tefsîru sûre -8- 5; İbn
Mâce, Cihâd 19.

[118]
Müslim, İmâre 168; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, IV/157.

[119]
Müslim, İmâre 169; Ebû Dâvûd, Cihâd 23; Nesâî, Hayl 8; İbn Mâce, Cihâd 19.



[120]
Ebû Dâvûd, Cihâd 23; Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 11; Nesâî, Hayl 8.

[121]
Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 11; Ebû Dâvûd, Itk 14; Nesâî, Cihâd 26; İbn Mâce,
Cihâd 19.

[122]
Müslim, İmâre 158; Ebû Dâvûd, Cihâd 18; Nesâî, Cihâd 2.

[123]
Müslim, İmâre 159; Buhârî, Meğâzî 81; Ebû Dâvûd, Cihâd 19; İbn Mâce, Cihâd
6.

[124]
Buhârî, Cihâd 35.

[125]
Müslim, İmâre 159; İbn Mâce, Cihâd 6.

[126]
Buhârî, Cihâd 15, İlm 45, Humus 10, Tevhîd 28; Müslim, İmâre 149-151; Ebû
Dâvûd, Cihâd 24; Tirmizî, Fezâilü'l-Cihâd 16; Nesâî, Cihâd 21; İbn Mâce,
Cihâd 13.

[127]
Müslim, İmâre 154; Ebû Dâvûd, Cihâd 12; Nesâî, Cihâd 15; İbn Mâce, Cihâd 13.

[128]
Ebû Dâvûd, Cihâd 7; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, II/174.

[129]
Ebû Dâvûd, Cihâd 17; İbn Mâce, Cihâd 5.

[130]
Ebû Dâvûd, Cihâd 111; Tirmizî, Siyer 46; Buhârî, Cizye 1.


[131]
Buhârî, Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20; Ebû Dâvûd, Cihâd 89.

[132]
Buhârî, Cihâd 157, Menâkıb 25, İstitâbe 6; Müslim, Cihâd 17, 18; Ebû Dâvûd,
Cihâd 92, Sünnet 28; Tirmizî, Cihâd 5; İbn Mâce, Cihâd 28.