Fecir | Konular | Kitaplar

3- Bâtıl Dinler (Uydurma Dinler)

3

3- Bâtıl
Dinler (Uydurma Dinler)

[1]

Bilindiği üzere yaratıcıyı arama ve O'na inanma
duygusu insanın za­ten fıtratında mevcuttur.

[2]

İnsanın fizik varlığının yanında son derece
karmaşık bir de ruh ve mo­ral yapısı vardır. Tam anlamıyla keşfedilmesi mümkün
olmayan in­sanın işte bu yapısı, onu daima madde ötesi gerçeklere doğru iter. Bu
mu­amma itiliş sebebiyledir ki insan, ilâhî bir mesaj alamadığı zaman bile kendi
dü­şüncesinin, kendi hayallerinin, kavrayış gücünün ve sı­nırlı bil­gi­lerinin
öl­çüleri içinde yaratıcıyı sembolize ettiğine inandığı bir şey bula­rak ona
ta­pınmaya başlar. Ancak burada önemle belirtelim ki, Animizm ve Fetişizm gibi
tüm ilkel şirk dinlerinin böyle bir tapınma biçimiyle baş­laya­rak varlık
gösterdiği yolundaki tezlerle buradaki açık­lama arasında hiç bir ilişki
yok­tur. Nitekim bu tezler çürütülmüştür.

Esasen batıl dinle­rin de geriye doğru en son
halkaları yine herhangi bir tevhid dininden kopmuş­tur. Ancak za­man içinde
aşırı yozlaşma ile tama­men ilkel bir kimliğe bü­rünmüşlerdir. Burada, çok eski
çağlarda tevhidden kopmuş ba­tıl dinler için söz konusu olan "aşırı yozlaşma"
ile son çağlarda inen va­hiyler üze­rinde yapılmış "tahrîf" ya da çarpıtma
ni­teliklerini birbi­rine ka­rıştırma­mak gerekir !

İşte batıl dinlerin esasen çıkış noktası budur.
Aksine, hiç bir din, ma­ter­yalist filozofların ileri sürdüğü gibi "doğa güçleri
karşısında insa­nın ürküp korkuya, dehşete ve paniğe kapılmasının sonucu olarak
or­taya çı­kan" ha­yalî inanışlar değildir. İlkel bir hayat içinde yaşayan
in­san, her­hangi bir ilâhî mesaja muhatap olmaması halinde (fıtratındaki
yaratıcıyı arama duy­gusu) ile kendi kendine icat edeceği inanma biçimi
elbetteki il­kel olur. Ancak bu, hiç bir zaman toplumlara mal olan bir din
kurumuna dönüş­memiştir. Ruhlara, tabiat olaylarına, kahraman­lara ve totemlere
ta­pınmak şeklinde gelişmiş olan bütün batıl dinlerin de geriye doğru en son
halkası yine herhangi bir tevhid dininden kop­muştur. Yani insanlık tari­hinin
çok eski dönemlerinde büyük ihti­malle peygamberlerin getir­miş olabileceği
va­hiyler üzerinde zamanla yapılan çarpıtmaların sonucu ola­rak ortaya
çıkmış­lardır. Nitekim Hindistan'daki Sikh Dini birçok nok­ta­larda İslam'ı
model olarak almış­tır.

Bunlara Konfiçyüs Dini, Buda Dini ve Şamanlık
gibi Uzakdoğu dinleriyle Sabiilik, Mecusilik, Zerdüşt Dini, Mani Dini ve Mazdek
Dini gibi Mezopotamya ve Yakındoğu'da yayılan dinler örnek olarak
gösterilebilir.

[3]

Bâtıl dinler, insanlar tarafından konulan hayat
şekilleridir. Kanun ve
kuralların Allah'a dayanmadığı sistem ve nizamların tümü bu gruptandır. Puta
tapıcılık, Mecusilik, Budizm gibi hayat şekilleri, eski zamanlardan beri görülen
bâtıl dinlerdendir. Kapitalizm, komünizm, sosyalizm, materyalizm, faşizm,
Kemalizm, laiklik gibi ideolojiler ve tüm beşeri düzenler günümüzdeki bâtıl
dinlerdir.

Muharref (bozulmuş) dinleri anlatırken,
vahye dayalı dinin, bir takım maddecilerin işine mani olduğu için, onların dini
bozduklarını, değişikliğe uğrattıklarını görmüştük. Burada da aynı amaç söz
konusudur. Uydurulan bu dinler, insanları ezip sömürmüşler, yaratılışlarının
zıddına yaşamaya mecbur etmişlerdir. İnsanlık bu dinlerde, ezen ve ezilen,
sömüren ve sömürülen, şımarıp büyüklenen ve şahsiyeti elinden alınıp
köleleştirilen diye ikiye ayrılmıştır. Ama hep sömürülen, ezilen ve
köleleştirilen kesim çoğunlukta olmuştur. Kısacası, bu dinler azınlıktaki grubun
arzularını gerçekleştirip, onların heva ve heveslerini tatmin aracı olmuştur. (Adlarına
çoğunluk ve çoğulculuk rejimleri denen demokrasi ve benzeri hayat şekillerinde
de durum farklı değildir.)

İnsanlar, zulmün ve sömürünün farkına
varıp patlama noktasına geldiklerinde, müstekbirler, insanlara yepyeni hayat
şekilleri (dinler) sunmuşlardır. Bu tiplerin ortak vasıfları İslam'a düşmanlık
olduğundan, Hak Din'i tebliğ edenleri fitneci, fesatcı, düzeni bozan,
anarşistler olarak tanıtmaya çalışmışlar; kendilerini ise ıslah ediciler olarak
göstermişlerdir. (Bkz. Bakara, 11-12 ve Mü'min, 26)

Geçmişte olduğu gibi zamanımızda da
insanlara yeni yeni dinler (ideolojiler) ileri sürülmüş, bu dinler belirli
zamanlarda insanların hayatlarına hakim olmuştur. Fakat bu dinler, kendi
bağlılarını bile mutlu edemediği, özgürlük, hak ve adalet veremediği gibi;
insanların çoğunluğunu şeytanın ve bir avuç azınlığın kulu, kölesi yapmıştır.

Kuvvetlinin zayıfı ezmesine,
sömürmesine dayanan bu uydurma dinler bugün birer birer çökmekte, insanlık,
yaratılışına uygun olan dini aramaktadır. Kapitalizme ve faşizme alternatif
olarak ortaya çıkan komünizm ve sosyalizm gibi dinler (ki bunlar dinsizlik
dinidir) 70 senede çökerek, kendi bağlıları tarafından tarihin çöplüğüne
atılmışlardır. Bazıları, kendi elleriyle yaptıkları dinlerini yine kendi
elleriyle yıkıp yeni yeni dinler edinmektedirler. Bir zamanlar elleriyle
yaptıkları ve sonra taptıkları heykelleri, putları atacak çöplük arayan
insanlar, kırdıkları putların yerine yenisini koymayı daha ne zamana kadar
sürdürecektir?

Bir hayat şekli, bir dünya görüşü, bir
yol, bir yaşam tarzı olarak ifade ettiğimiz şeyin en kısa adı "din"dir. Din
kavramı, bütün bunları kuşatmaktadır. Herhangi bir toplumun, cemaatin veya bir
ferdin dünya görüşü, gittiği yol ve yaşam tarzı Allah'ın hükümlerine göre
belirleniyor, bu ilahi hükümlere göre şekil alıyor ise, bu toplum, bu cemaat
veya bu fert İslam dini üzeredir.

İslam'ın hakim olduğu ülkede, İslam'ın
sosyal ve ekonomik adaleti her şeyi kuşatır. Allah'ın razı olacağı dini, yani
İslam'ı yaşayan toplumlarda, Allah'ın hükümleri karşısında herkes eşittir. Bu
hükümlerden muaf tutulan, bu hükümler karşısında ayrıcalıklı veya dokunulmaz
olan sınıflar yoktur.

Peki, bu eşitlikten, bu adaletten, bu
hükümlerden herkes memnun mudur? Elbette ki değildir! Dinî otorite veya siyasi
iktidar adına insanları ezmek, insanları sömürmek isteyen müstekbirler, bu
durumdan hiç memnun olmazlar. Çünkü yürürlükte olan ilahî hükümlere göre
insanları aldatmaları, insanları ezmeleri, insanları sömürmeleri mümkün
değildir.

Bu durumda yapacakları iş, kendi çıkar
ve menfaatlerine dokunan ilahi hükümleri te'vil veya tahrif etmek ve bununla da
yetinmeyip, ilahi hükümleri rafa kaldırarak, insanların yaşam şeklini
belirleyecek yeni hükümler, yeni kurallar koyup uygulamaktır.

İnsanların yaşam şeklini belirleyecek
yeni hükümler, yeni kurallar koyup uygula-mak! Bu ne demektir? Bu, en açık
ifadesiyle, yeni bir din ortaya koymaktır. Çünkü din gerçeği, insanların yaşam
şeklini, hayat nizamını belirleyen hükümler manzumesi olduğundan; İslam'ın
hükümlerini reddedip, bu ilahî hükümlere zıd hükümler koymak; İslam'ı
beğenmeyip, İslam'ı reddedip, yeni bir din oluşturmaktır.

Tarihin her döneminde bunun açık
örnekleriyle karşılaşıyoruz. Zaten Allah (c.c.)'ın muayyen zamanlarda
peygamberler göndermesinin nedeni de, insanların hak dinden sapmaları, hak dini
tahrif etmeleri, dinlerini parçalara ayırmaları ve yeni yeni dinler
türetmeleridir. Yoksa onlar kendilerine gönderilen hak din üzereyken, Allah
(c.c.) "biraz da bu dini yaşayın!" diyerek, farklı farklı dinler göndermiş
değildir!

İşte insanların, hak dini tahrif
ederek veya parçalara ayırarak ya da hayat şeklini belirleyecek hükümler,
kanunlar koyarak ortaya çıkardıkları bütün bu dinler, hak olan İslam gerçeğine
göre bâtıl dinlerdir. Bunların adına bilimsel çevrelerce değişik izm'ler,
değişik ideolojiler denilse de, İslam'a göre bunlar birer dindir; bâtıl dindir.

Fakat ne gariptir ki, insanlara "din"
denilince, her nedense sadece ahiretle ilgili meseleleri dikkate alan, metafizik
konularla alakalı görüşler akla gelmektedir. Nitekim kaynağı itibarıyla semavi
olan Yahudiliğe, Hıristiyanlığa veya İslam'a "din" dedikleri halde, değişik
dünya görüşlerinin ve ideolojilerin de "din" olduğunu dikkatlerden
kaçırmaktadırlar. İnsanlar için düşünce ve yaşantılarının temelini oluşturan her
sistem, inanç veya felsefe din ismini almasa dahi, gerçekte birer dindirler.
Dolayısıyla dini olmayan hiç kimse yoktur. Çünkü herkesin bir hayat tarzı
vardır. Biliyoruz ki, her din bir hayat şekli, bir yaşam nizamıdır. Bu yaşam
nizamının içinde ahiretle ilgili boyut olduğu gibi, dünya ile ilgili boyut da
bulunmaktadır. Hatta ve hatta dünyevî boyut, pratik düzlemde uhrevî boyuttan çok
daha önce gelmektedir. Çünkü uhrevî boyuta yönelmek, meselenin dünyevî boyutu
çözümlendikten, daha açık bir ifadeyle kişinin ayakları dünyada yere bastıktan
sonra gerçekleşmektedir.

Din kavramının dünyadaki pratiğe önem
veren bu genel tanımını dikkate alarak bir değerlendirme yapacak olursak;
insanların hayat şeklini belirleyen her ideoloji, her izm, her dünya görüşü veya
yaşam biçimi, Kur'an-ı Kerim'e göre birer dindir. Çünkü bütün bunlar dinin
yapısında yer alan konulara müdahale etmekte, bu konularda doğru veya yanlış
görüşler, hükümler ileri sürmektedirler. Bu ideolojilere "din" denilebilmesi
için, kaynağı itibariyle ilahî veya beşerî olma şartı yoktur. Mesela Mekke'li
müşrikler kendilerini ilahî bir dine nisbet etmemelerine rağmen, Kur'an-ı Kerim
onların içinde bulunduğu hayat şekline ve onların tüm yönelişlerine "din"
demektedir.

"De ki, ey kâfirler! Ben sizin
taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma da siz tapacak değilsiniz. Ben de sizin
taptıklarınıza tapacak değilim.. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz.
Sizin dininiz size, benim dinim bana."
(Kâfirun, 1-6)

Nitekim aynı örnek Kur'an-ı Kerim'deki
Yusuf (a.s.) kıssasında da bulunmakta, Yusuf (a.s.)'ın yanında bulunduğu
hükümdarın düzenine, yönetim hukukuna "din" denilmektedir.

"İşte biz Yusuf için böyle bir plan
düzenledik. (Yoksa) hükümdarın dininde (hırsıza verilecek cezaya göre) kardeşini
(yanında) alıkoyamazdı."
(Yusuf, 76)

Fazlalaştırabileceğimiz bu örneklerden
de anlaşılacağı gibi, Kur'an-ı Kerim'e göre yegâne din İslam değildir.

"Allah katında din, hiç şüphesiz ki
İslam'dır." (Al-i İmran,
19) ayet-i kerimesini ileri sürerek "Allah katında din İslam'dır. Öyleyse
İslam'dan başka bütün yönelişler, bütün hayat şekilleri, bütün ideolojiler din
değildir" demek; bu ayeti, Kur'an-ı Kerim'e zıt yorumlamak demektir. Bu ayet-i
kerimeden anlamamız gereken gerçek; Allah katında geçerli ve makbul olan din,
Allah katında hak olan din, sadece ve sadece İslam'dır.

Kur'an-ı Kerim'de beyan edilen bu
gerçek, insanların İslam'dan başka dinler üretmeleri, bu dinlere yönelmeleri
realitesiyle çatışmaz. İnsanların ürettikleri, insanların ortaya koydukları
hayat şekilleri birer din olduğu gibi, semavi bir dinin insanlar tarafından
parçalanan, tahrif edilen bütün şekilleri de yine bir dindir. Nitekim yukarıda
verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı gibi Rabbımızın kelamı olan Kur'an-ı
Kerim'de; müşriklerin ve kâfirlerin hayat şekline, hükümdarın yönetim hukukuna,
kaynağı itibariyle hak olan dinlerini tahrif eden ehl-i kitabın yaşam biçimine
yine "din" denilmektedir. O halde İslam yegâne din değil; yegâne hak dindir.
Kaynağı ve ilk dönemleri itibariyle hak olan Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi
bütün ilahî dinlerin aslını kendi kapsamına alan ve bunun biricik ifadesi olan
İslam, Allah katında ve biz mü'minler nezdinde yegâne hak dindir.

İslam'ın karşısındaki diğer dinler ise
yine birer din olmalarına rağmen, en genel ifadesiyle bâtıl dinlerdir. Değişik
izm'ler, değişik ideolojiler birer dindir; birer dindir ancak, hak din
değillerdir. Kimilerimizin aklına şu soru gelebilir: Madem birçok ideolojiler ve
birçok izm'ler birer dindir, o halde bunlara neden "din" denilmiyor da, başka
başka isimlerle adlandırılıyor?

Çünkü bilindiği üzere ideolojinin
manası, bir yaşam biçimini belirlemeyi amaçlayan ve kendi içinde bağlantısı olan
siyasî, iktisadî, sosyal görüşler bütünlüğüdür. İdeolojiye yüklenen bu
tanım, dinin tanımına paralel bir tanımdır. O halde neden bunlara "din"
denilmiyor? İşte, dünya müstekbirlerinin kendi koydukları dinlere bilmem ne
ideolojisi veya bilmem ne izmi demelerinin nedeni; yönettikleri halkın iki ayrı
din vakıasıyla, yani din ikilemiyle karşılaşmaması içindir. Çünkü bu
müstekbirler halk kitlelerinin din olgusuna karşı tutucu yaklaşımlarını
bilmekteler ve halkın tepki göstereceği bir din ikilemi meydana getirmemek için,
kendilerinin ürettikleri veya türettikleri dinlere, bilmem ne ideolojisi veya
bilmem ne izmi gibi isimler takmaktadırlar.

Kurtuluşları ancak ve ancak İslam'da
olan insanlara, İslam'ın karşıtı olarak bir dünya görüşü, bir yaşam tarzı, bir
hayat şekli öngören her ideoloji, her izm, İslam'ın karşısında bâtıl bir
dindir. Bu bâtıl dinlere inanmak, bu bâtıl dinlerin dünya görüşünü
benimsemek ve bu bâtıl dinleri yaşamak ile, "benim dinim bu ideoloji veya bu
izm'dir" demek arasında hiçbir fark yoktur.

"Kim İslam'dan başka bir din
ararsa, asla ondan kabul edilmez.
O, ahirette de kayba
uğrayanlardandır."
(Al-i İmran, 85)

İnsanın dünyadaki tarihi, Adem (a.s.) ve Havva
validemizle başlayan bir tarihtir. Adem (a.s.) ise, bildiğimiz gibi hem ilk
insan ve hem de ilk peygamberdir. Tabii ki peygamberlik görevi, ailesine yönelik
bir görevdir. Dolayısıyla dinler tarihinin başlangıcında hak din vardır.
İnsanların yaşam biçimini açıklayan ilk din, ilk nizam; hak olan din, hak olan
nizamdır. Bâtıl dinler ise sonradan ortaya çıkan dinlerdir.

Bâtıl dinlerin gerçek mimarı, hiç şüphesiz ki
şeytandır. Şeytan, bâtıl dinleri ihdas etmek için kendi dostlarına vesveselerle
yol gösterirken, hak dinin yapısını dikkate almıştır. Nitekim bâtıl dinleri
genel olarak inceleyecek olursak, hak dinin iskeletine bâtıl ceset
giydirildiğini görürüz.

Şeytan ve dostları kendi çıkarlarına uygun bâtıl
dinleri ihdas ederlerken, çoğu zaman hak dinin bazı görüşlerine hiç
dokunmamışlardır. Şeytan ve dostlarının çıkarlarına zararlı gözükmediği için
müdahale edilmeyen bu gibi görüşler, hak dinleri tahrif edilen toplumların,
kendilerini hâlâ hak dinde sanmalarına ve dolayısıyla bâtıl dinlere tepki
göstermemelerine neden olmuştur. Oysa şeytan ve dostlarının müdahale etmedikleri
bu gibi görüşler, hak dinin bütünlüğünde anlam ve hikmet kazanan görüşlerdir.
Hak dinin bütünlüğünden koparılan bu görüşler, ne yazık ki insanları uyarıcı
niteliğini yitirip, hakim otoriteler tarafından insanları uyutucu bir niteliğe
dönüştürülmektedir.

Mesela küfrî otoriteler tarafından yönetilen
halkında müslüman olan ülkelerde, tağutî otoritelerin namazı yasaklamamaları ve
bunun da ötesinde bu yönetimlerdeki bazı Firavunların halkın karşısına namaz
kılıyormuş görüntüleriyle çıkmaları, aldatılan halkın ülkeyi İslam, yöneticileri
de müslüman kabul etmelerine neden olmaktadır. İşte İslam ülkelerinde
müslümanları kötülüklerden uzaklaştırıcı, uyarıcı, arındırıcı ve diriltici bir
niteliği olan namaz eylemi, böylesi ülkelerde kendi özünden ve anlamından
uzaklaşarak halkların uyutulmasına neden olmaktadır.

Genellikle hak dinin ismini kullanarak veya hak
dinle hiçbir çelişkisi yokmuş gibi empoze edilerek yürürlüğe konulan bâtıl
dinler, insanların ezilmesine, insanların sömürülmesine neden olmuştur.

Ancak, insanı yaratan Allah, insanları böylesi
zulümler, böylesi sömürüler içinde başıboş bırakmamıştır. Peygamberler,
insanları içine düştükleri bu zilletten kurtarmak için gönderilmişlerdir.
Zamanımızdaki zalimleri, zamanımızdaki bâtıl dinleri yerle bir etmek ve Allah'ın
razı olacağı İslam'ı hakim kılmak için, yeni bir peygambere gerek yoktur. Çünkü
Rasulullah (s.a.v.) efendimizle birlikte gönderilen Rabbânî mesaj, ilk günkü
tazeliği ve ilk günkü temizliği ile elimizde bulunmaktadır. İslam Dini'nin iki
temel kaynağının (Kur'an ve sünnet) elimizde bulunması, bütün bâtıl dinler
karşısında İslam dinini yeniden tebliğ ve yeniden ikame edebileceğimizi
gösterir.

[4]




[1]
Batıl dinlerin bağlılarından, gerek Kur'ân-ı Kerim'de (98/6), ge­rekse İslam
Hukuku kaynaklarında "müşrikler" diye bahsedilmektedir. Bunlar "Ehl-i
kitab"'a tanınan statü dı­şında kalırlar. Ancak arap kö­kenli müşriklere
karşı, İslam mezheplerinden ba­zılarının gö­rüşleri daha katıdır. Fazla
bilgi için İslam Hukuku kaynaklarına bakılma­lıdır.


[2]
Bk. Şirkin İçyüzü.

[3]
Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 52-53.

[4]
Ahmet Kalkan, İslam Akaidi 46-50.