Fecir | Konular | Kitaplar

Hisbe Teşkilâtı ve Muhtesib .

Hisbe Teşkilâtı ve Muhtesib




Hisbe Teşkilâtı ve
Muhtesib



 

Hisbe; İslâm devletinde iyiliği emr ve kötülüğü
nehyetmek için kurulmuş teşkilatın adıdır. İslâm dünyasında, Hz. Peygamber
devrinden itibâren varlığı bilinen hisbe (Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm, Kitabu'l-Emval,
Mısır 1968, s. 711; İbn Sa'd, et-Tabakâtu'l-Kübrâ, Kahire 1358, III,192.),
kelime olarak birçok mânaya gelmektedir. Özellikle değişik bâb ve harf-i
cerlerle kullanıldığı zaman bu manâları daha da çoğalmaktadır. (Bu konuda daha
geniş bilgi için bk. Yusuf Ziya Kavakçı, Hisbe Teşkilatı, Ankara 1975, s.
11-13). Bu açıdan bakıldığı zaman kelime "saymak", "zannetmek", "haseb sahibi
olmak", "kifâyet", "değer", "ecir", "sevab", hüsn-i tedbir" gibi mânalar
almaktadır. Ayrıca, "bir fiilin ecrini sadece Allah'tan taleb etmek" mânasına da
gelmektedir. İslâm dünyasının önemli bir müessesesi olan hisbe bir terim olarak
ilk defa terkedildiği zaman ma'rûfu (iyiliği) emr; işleyen görüldüğü zaman
münkeri (kötülüğü) yasaklama" (Mâverdî, el-Ahkâmu's-Sultaniyye, Beyrut 1978, s.
240) şeklinde tarif edilmiştir. Bu tariften başka benzer daha birçok tarif
olmakla birlikte hepsinde müşterek olan temel, "iyiliği emr, kötülüğü nehy"
prensibidir.

İkinci halife Hz. Ömer (r.a.) zamanında tam
teşkilatlı bir müessese haline gelen hisbenin temeli, Kur'an-ı Kerîm'deki "el-emr
bi'l-marif ve'nnehy ani'l münker" âyetine dayanmaktadır. Temeli, böyle bir emir
olan hisbenin değil sadece Hz. Ömer; bütün ashab tarafından uygulanmış olması
gerekir. Bununla beraber bu müessesenin Hz. Ömer'e nisbet edilmesinin sebepleri,
hisbe ile ilgili bazı eserlerde açıklanmış bulunmaktadır (bk. Mansur b. Seyyid
Ali, Nisâbu'l-İhtisâb, İsparta Halil Hamit Paşa Küt. Yaz. vr. 90-91). Ancak bu
sebepler dikkate alınmasa bile diğer pek çok müessesede olduğu gibi hisbe
teşkilatının da bu dönemde müessese olarak ortaya çıkmış olması normal
karşılanmalıdır.

İyilikleri emretmek ve kötülüklerden vazgeçirmek
gâyesiyle kurulan bu müessesenin başında bulunan muhtesib, dinin hoş
karşılamayıp çirkin gördüğü her türlü kötülüğü (münkeri) ortadan kaldırmaya
çalışırdı. Gerçi İslâm'da, iyiliğin emredilmesi ve kötülüklerden sakınılmasına
nezâret etme, bütün müslümanların yerine getirmesi gereken ortak bir vazifedir
(3/Âl-i İmrân, 110-114; 9/Tevbe, 71). Ancak diğer bazı emirlerde olduğu gibi,
bunun da bir grup müslüman tarafından ifâ edilmesi diğerlerini de sorumluluktan
kurtarır. İşte bunun bir sonucu olarak İslâm müesseseleri arasından, bu vazifeyi
yüklenen "İhtisâb müessesesi" doğdu.

Günümüzde görev ve yetkileri tek müessesede
toplanamayacak kadar çok olan hisbe teşkilatının dayandığı esaslardan bir bölümü
İslâm hukukuna, bir bölümü de İslâm Devlet başkanının takdir alanına girer (Hacr
Halîfe (Kâtib Çelebi), Keşfu'z-Zünûn an Esâmi'l-Kütüp ve'l-Fünûn, nşr. Ş.
Yalıkaya-Kilisli Rifat Bilge, İstanbul 1941, I,15). Bu bakımdan müessesenin
başında bulunan muhtesib, cemiyet huzurunun sağlanmasında önemli derecede rol
oynayan bir görevlidir diyebiliriz.

Gerçekten, iyilikleri emretmek ve kötülüklerden
sakındırmak maksadiyle kurulan bu müessese, Şeriata uygun hareket edilmesini
sağlardı. Bunun için muhtesip, müslümanların yaşadığı bölgelerde onların cuma
namazları için camiye gitmelerine dikkat eder, sayıları kırkı aşan topluluklarda
cemaat teşkilâtının kurulmasını sağlardı. Keza, ramazan ayında alenen oruç
yiyenler, içki içip sarhoş olanlar, iddet beklemeden evlenen kadınlar, yasak
musikî aletini çalanlar, velhasıl şeriata aykırı hareket edenler hep ona hesap
vermek zorunda idiler. Muhtesibin toplum üzerinde velâyet hakkı bulunduğu için
geniş bir tazir yetkisine de sahiptir. O, okulları teftiş eder, öğrencileri
gereksiz yere döven, öğretmenleri cezalandırır,'düşmanın eline geçtiği zaman
işine yarayabilecek her türlü harp malzemesinin satışını yasaklar, çarşıların
düzenini sağlamaya, ölçü ve tartı âletlerini kontrol etmeye, şeriatla alay
edenleri takibe, komşu hakkına tecavüzü önlemeye, zımmîlere (İslâm ülkesinin
vatandaşı olan gayr-i müslim) ait binaların müslümanlarınkinden daha yüksek
yapılmamasına dikkat etmeye varıncaya kadar geniş yetkiler kullanırdı (bk.
Kazıcı, a.g.e., s. 14-16).

İslâm'ın ortaya çıkışından bir müddet sonra
belirli hâle gelen hisbe görevi, zamanla tarihte kurulan bütün müslüman
devletler de önemli derecede fonksiyonu bulunan bir müessese haline gelmiştir.

Hak ve hukuk mefhumları, İslâm'ın temel
unsurlarındandır. Binaenaleyh, cemiyet hayatındaki münasebetlerin, bu
prensiplerin ışığı altında cereyan etmesi gerekir. İslâm hukukuna göre haklar,
insan hakkı ve Allah hakkı olmak üzere ikiye ayrılır. İnsan hakları sadece
kişiyi ilgilendirdiği gibi, uygulaması da yine kendisini ilgilendirir. buna
karşılık, hiç bir kimsenin hakkına dokunulmayarak yalnız Allah'a ait bir hakka
tecavüz edilmiş olursa, suçlunun cezası, hakkullah hükmüne girer. Bu durumda her
mü'min, suçluyu Allah rızâsı için yakalayıp lâyık olduğu cezaya uğratması (ta'zir)
için hâkimin huzuruna çıkarmak hakkına sahiptir. Böyle bir takibata "da'va'l-hisbe"
denir. Demek oluyor ki, muhtesibin vazifesi nerede ve ne şekilde olursa olsun,
gördüğü münkeri (kötülüğü) bertaraf etmektir (Müslim, İmân 78; Tirmizî, Fiten
11; Nesâî, İmân 171) diyebiliriz.

Başlangıçta hisbe teşkilâtı, İslâm toplumunda
iyilikleri emretmek ve kötülüklerden vazgeçirmek (22/Hacc, 41) sûretiyle ictimaî
huzuru sağlayan dinî bir müessese olarak ortaya çıkmıştı. Bu müessesenin
teşkilinden itibaren farklı ve çok yönlü vazifeleri yüklenmiş olduğuna daha önce
kısaca temas edilmişti.

Osmanlılar döneminde kadı'nın yardımcısı olarak
vazife gören muhtesibin, ve dolayısıyle teşkilatının yukarıda belirtilen bazı
yetkilerine ilâveten XV. ve XVI. asır "İhtisâb Kanunnâmeleri"nde bunlarla ilgili
daha geniş bilgiler bulunmaktadır. Hatta bu kanunnâmelerden biri olan "İstanbul
İhtisâb Kanunnâmesi" nde "Kısaca ifade edersek, yukarıda sayılanlardan başka,
muhtesibin, Allâh'ın yarattığı her şeyi görüp gözetmesi gerekir" denilerek
teşkilâtın ne kadar geniş bir yetkiye sahip olduğu belirtilmek istenmiştir.
Gerçekten bütün ameller, ya iyi, veya kötüdür. İyilikler yapılmadığı, kötülükler
ise yapıldığı zaman bunlara müdahale etmek hisbe teşkilâtının en önemli
görevidir. Binaenaleyh, dünyada meydana gelen her hadisede bu teşkilatın
sorumluluğunu görmek mümkün olmaktadır. Zaten bu teşkilâtın önemi de buradan
ileri gelmektedir. Gerek bu kanunnâmelerden ve gerekse 14 Aralık 1479 tarihli
Edirne şehrine ihtisâb Ağası tayini ile ilgili bir hükümden anlaşıldığına göre
muhtesibin vazifesini genel olarak üç grupta toplamak mümkündür:

Ekonomik ve sosyal hayatla ilgili olanlar,

Dinî hayatla ilgili olanlar,

Adlî hayatla ilgili olanlar.

Bu kadar geniş yetkilere sahib bir teşkilâtın
tarihteki bütün müslüman devletlerde bulunması tabiî karşılanmalıdır. Zira bu
-daha önce de belirtildiği gibi- hem Kur'ân'ın emri, hem de bizzat Hz.
Peygamber'in uygulaması ile müslümanlara bir miras olarak intikal etmişti. Hatta
muhtesib olmanın şartlarından biri olan "erkek olma" prensibinden söz edilmesine
rağmen, Hz. Peygamberin Medine çarşısı üzerine Hz. Ömer'in hısımlarından olan
Şifa binti Abdullah adındaki kadını görevlendirdiğini biliyoruz (İbn
Abdi'l-Berr, el-İstiâb fî Ma'rifeti'l-Ashâb, Mısır 1328, IV, 341). Keza bu
kadın, Hz. Ömer'in halifeliğinde de aynı vazifeyi yerine getirmiştir. Bu
bakımdan bütün İslâm ülkeleri bu müesseseyi geliştirmeye gayret etmişler dir.
Biz bu teşkilâtın önemli gelişmeler gösterdiği Osmânlı devletindeki kuruluşunu
kısaca anlatacağız.

İslâm devlet teşkilâtının geniş kadrosu içinde
yer alan ve muhtesib diye isimlendirilen bu görevliyi Osmanlılar da genellikle
aynı şekilde isimlendirmişlerdir. Osmanlı Devleti'nde ihtisâb vazifesini
yapmakla görevli bir yetkilinin resmen bu vazifeye ne zaman getirildiği kesin
olarak tesbit edilememektedir. Bununla beraber Osman Gazi (1281-1324) zamanına
ait bir rivayet bu vazifenin Osmanlılardaki başlangıcı hakkında bazı ipuçları
vermektedir.

Gerçekten, bütün müslüman devletlerde olduğu
gibi, Osmanlılarda da bilhassa dinî emir ve yasaklara nezaret ile ahlâk ve
ananelerin nesilden nesile bozulmadan intikalini temin konusunda her zaman
titizlik gösterilmiş olmalıdır. Zira çirkin ve gayr-i ahlâkî hareket ve
davranışlar karşısında sükût edilemeyeceği prensibi, Osmanlı cemiyetinde de
aktif ictimaî bir kontrolü sağlamış olmalıdır.

Daha önce de belirtildiği gibi Osmanlı
toplumunda ilk muhtesibin ne zaman tayin edildiğine dair kesin bir bilgi
bulunmamaktadır. Vesikalar, ilk defa Sultan I. Murad'ın hicrî 787 (1385) tarihli
vakfiyesinde hem idareci hem de şahid olarak bir muhtesibin isminden
bahsetmektedirler (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Vakfıyeler Tasnifi, nr. 162/5).
Bundan başka Evliya Çelebi'deki bir kayda göre Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u
fethinden sonra, şehrin ticarî, iktisadî ve buna paralel olarak ictimaî nizamını
sağlamak ve diğer hizmetleri görmek için, tayin edilen hakimlerden
(idarecilerden) sekizincisinin ihtisâb Ağası olduğu anlaşılmaktadır. Keza bu
kayıtta ihtisâb ağasının vazifelerine de şöyle temas edilmektedir: "Bütün san'at
ehline hükmedip tazir ve cezalandırma, alışverişlerinde hile edenleri tekdir ve
tevbihe me'mur" (Evliya Çelebi, Seyahatnâme, İstanbul 1314, I, 120).

Gerçekten, Osmanlı dönemi şehir hayatında hisbe
teşkilâtı, vazgeçilmez bir unsur olarak görünmektedir. Zira toplum hayatında
özellikle şehir yaşayışını sağlam temellere oturtmak ve kurulu sosyal düzeni
korumak, en önemli meselelerden biriydi. Bunun yanındâ zarurî günlük ihtiyaç
maddelerinin halkın eline uygun ve ucuz bir şekilde geçmesini sağlamak da
gerekiyordu. Bu maksatla esnaf ve diğer ticaret erbabının kontrol altında
tutulması icab ediyordu. Pek çok vesika ve kanunnâmede değişik şehirlerin hisbe
işi ve muhtesibinden sözedilmektedir. Hatta Osman Nuri'ye göre kadısı bulunan
her kaza merkezinin bir muhtesibi de bulunmaktadır (Mecelle-i Umur-ı Belediye,
İstanbul 1922, I, 327).

Bilindiği üzere Osmanlı devlet teşkilâtında
köklü değişiklikler Sultan II. Mahmud Han (1808-1839) zamanında yapıldı. 1242
(1826) yılında Yeniçeriliğin ortadan kaldırılmasından sonra şehir idaresinde
daha geniş yetkilerle kontrolü sağlayacak yeni bir idarî sistemin kurulması
gerektiğinden, başlangıçta muhtesib, ihtisâb ağası, ihtisâb emini gibi
ünvanlarla hisbe teşkilâtını idare eden kimse 1242 tarihli nizamnâme ile
"ihtisap nazırı" ünvanını almıştı. Yeni bir ünvanla "İhtisâb Nezâreti" yeniden
kurulan müessese, Sadrazamlığa bağlandı (Kazıcı, a.g.e. s. 34-35). Bilâhere 2
Zilkade 1271 (16 Ağustos 1854) tarihindeki resmî bir tebliğ ile İstanbul'da
Şehremaneti kurularak İhtisâb Nezaretine son verildi.

İslâm dünyasında çok geniş yetkilere sahip kılan
bu müessesenin, başında bulunacak olan kimsenin çok iyi bir şekilde seçilmesi
gerekiyordu. Zira onun vazife ve yetkileri bunu gerektiriyordu. Dövme, hapsetme
gibi cezaları da verebilen bu görevlinin diğer insanlardan ayrılan bazı
özelliklerinin bulunması gerekiyordu.

Teşkilâtın başında bulunan şahıs birçok yardımcı
da kullanıyordu. Değişik mesleklere mensub kimseler arasından seçilen bu
yardımcılara "ârif", "emin "gulam", "avn" "huddam-ı ihtisâb", "terazicibaşı",
"koloğlanları" gibi isimler verilmektedir. Keza bunların da çok dürüst insanlar
arasından seçilmesi gerekli idi.

Hatta Osmanlılarda herhangi bir yolsuzluk
yapmalarına engel olmak için bunlar kendi aralarında birbirlerine kefil
sayılmışlardı. Buna dayanarak devlet herhangi bir yolsuzluk halinde onların
mallarına el koyabilmekte idi. (15)