Fecir | Konular | Kitaplar

Örnek Olmak; Hâl Diliyle Emr-i Bi'l-Ma'rûf

Örnek Olmak

Örnek Olmak; Hâl
Diliyle Emr-i Bi'l-Ma'rûf

Örneklik, iyiliği emir ve kötülükten sakındırma
işleminin onsuz gerçekleşemeyeceği ve meyvesini veremeyeceği bir esasıdır. Çoğu
zaman konuşmadan, sözden çok uygulamalar etkili olur. Mârufu emreden ve
münkerden sakındıran, nasihat eden kişiler, söylediklerine uymadıkları zaman;
muhâtabın fitneye düşmesine, dâvetçinin söylediklerinin doğruluğuna ikna
olmamasına götürür. Hasanü'l-Basrî şöyle der: "İnsanlara uygulamanla, fiilinle
nasihat et; sözlerinle değil. Nasihatçi, bir şeyi emir ve tavsiye etmek
istediğinde kendi nefsinden başlar ve önce kendisi onu yapar. Bir münkerden de
sakındırmak istediğinde önce kendisi ondan sakınır." (Ahmed bin Hanbel, Zühd,
273) Yine Hasanü'l-Basrî'ye ait başka bir tavsiye de şöyledir: "Mârufu emreden
birisi olduğun zaman, onu kendisi yaşayıp uygulayanlardan ol; yoksa helâk
olursun. Münkeri de sakındıranlardan olduğunda ise, ondan kendisi sakınanlardan
ol; yoksa helâk olursun." (Ahmed bin Hanbel, ez-Zühd 360)

Bir müslüman, hakkı tavsiye ve bâtıldan
sakındırma işlemi sırasında hakkıyla etkili olabilmesi için, gündeme getirdiği
bir konuda az bir şeyle yetinmeyip o konuyu en çok sahiplenen biri olmalıdır.
Bir dâvetçinin kendi nefsini eğitmeye güç yetirmesi, başkalarını eğitmeye onu
ehil kılar. Kimin de nefsi, kendisini esir almışsa, kendi hevâsına kul olmuşsa,
başkalarına etkili olması mümkün değildir. (25)

İnsan, karşısındaki şahsa bir mesaj vermek
istiyorsa, sözünün tesirli olabilmesi için en önemli şart, sözü özün
desteklemesi; söylenen sözün hâle tercüman olmasıdır. Câmi, hâl diliyle durmadan
namaza dâvet eder. Müezzin ise bu dâvete namaz vakitlerinde tercüman olur. Bir
mü'min de ahlâkıyla örnek insan oldu mu, çevresindekileri hâl diliyle durmadan
İslâm'a çağırır. Onlara birşeyler söylediğinde dili hâline tercüman olmuş olur
ve sözü tesir eder. "Eğer biz, İslâm ahlâkının ve iman hakikatlerinin
güzelliklerini davranışlarımızda ortaya koysak, diğer dinlerin bağlıları,
elbette grup grup İslâmîyet'e girecektir. Belki yeryüzünün bazı kıtaları ve
devletleri de İslâmîyete toptan gireceklerdir." Biz hep beraber İslâm'a uygun
bir hayat sürebilsek, yani hâl diliyle İslâm'ın güzelliğini, üstünlüğünü ilân
edebilsek nice insanların hidâyetine vesile olacağız. Bir başka ifadeyle, bunu
yapmamakla kimbilir kimlerin dalâletine, İslâm'dan uzaklaşmalarına yahut en
azından ona yaklaşmamalarına sebep oluyoruz.

"Rabbimiz! Bizi kâfirler için bir fitne kılma."
(60/Mümtehine, 5) Yârabbi, Sen bizi
İslâm'ı lâyıkınca yaşamama bedbahtlığına düşürme ki, kâfirlere fitne vâsıtası
olmayalım; "bunların elinde de hak mı olurmuş" deyip de Senin yolundan yüz
çevirmesinler.

Haramdan sakınmayanın takvâ dersi dinlenilmez.
Sâlih amel işlemeyenin de ibâdet teşvikleri etkisiz kalır. Mânevî bunalım içinde
çırpındığı halde Kur'an'ın kapısını çalmayı akıl edemeyen insanlık âlemine bunu
öğretmenin en büyük şartı Kur'an ahlâkını hayatımıza mal etmektir. Peygamber
Efendimiz'in (s.a.s.) ahlâkını soran ashâb-ı kirâma Hz. Âişe (r.a.)'nin verdiği
cevap ne kadar ibretlidir: "Siz Kur'an okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur'an
idi." Cenâb-ı Hakk'ın o en son elçisi, O'nun en son kitabına en mükemmel ve
en berrak bir ayna olmakla kalpleri aydınlattı; câhiliyye devrini asr-ı saâdete
çevirdi. Bu helâket ve felâket asrının saâdet asrına dönmesi, saâdetin bu asra
taşınması da bizim O Peygamber'e lâyık ümmet olmamızda düğümleniyor. Bu düğümün
çözülmesi, Kur'an'a uymayan her türlü kötü ahlâkı ruh dünyamızdan çıkarmamıza
bağlı. Bunu yapabilirsek, biz de sıhhate kavuşacağız, asrımız da... (26)

Bir dâvâya en çok zararı, ona düşman olanlardan
daha fazla, onu kötü savunanlar, onu kötü temsil edenler verir. Milyarlarlarca
insan, İslâm'dan mahrum yaşıyorsa, kendine yakışır bir şekilde İslâm
yaşanamadığındandır. Dünyanın en kötü bir ürünü, iyi bir ambalaj yardımıyla
rahatlıkla pazarlanabilir, ona bolca müşteri bulunabilir. Dünyanın en değerli
ürünü de çok kötü bir ambalajla müşteriden mahrum edilebilir. Çok lezzetli bir
yemek, kalitesine uygun bir tarzda değil de, meselâ üstü başı pis bir garson
tarafından çok kötü bir şekilde masaya başınıza fırlatılır gibi konulunca o
yemeğin beğenilme şansı sıfıra yaklaşacaktır. Yüzü sirke satan bir kimsenin
sattığı bala alıcı bulamaması da aynı konu ile ilgilidir.

Haklı olmak yetmez; hakka sahip çıkıp, hakkıyla
hakkı savunmak da şarttır. Haklılığımız ve hakkı hâkim kılmak için iyiliği
emretmemiz de yetmez; bâtılı yaşayarak bu görev yerine getirilirse, yine haksız
duruma düşmüş oluruz. Böylece yalnız kendimize haksızlık etmiş olmayız;
savunduğumuz hakikate/iyiliğe de yanlış temsilden ve kötü örneklikten dolayı, o
hakikatin bir daha yüzüne bakamayacak olan insanlara da haksızlık etmiş oluruz.

En etkili tebliğ yolu, insanın benimsediği kendi
hayat tarzıdır. Kişi, söyledikleriyle uyumlu bir yaşantı içindeyse, onun çok söz
söylemesine ihtiyaç bile kalmaz. Çünkü o, hâl ve tavırlarıyla konuşmaktadır.
Yaşadığı güzel ahlâk, o insanın en etkili ve güvenilir sözcüsü durumundadır.
"İnsanları Allah'a dâvet eden ve kendisi de sâlih/iyi amel işleyen ve ‘Ben
şüphesiz müslümanlardanım' diyen kimseden daha güzel sözlü kimdir?" (41/Fussılet,
33)