Fecir | Konular | Kitaplar

el-HAYY  -  el-KAYYÛM

Yeni Sayfa 1

﴿ اَلْحَيُّ - اَلْقَيُّومُ ﴾
el-HAYY
- el-KAYYÛM

el-Kayyûm:[1]

Kendi zatıyla kaim olup hiçbir kimseye muhtaç olmaması ve her şeyin O'nunla kaim
olması demektir. O'nun dışındaki her şey bizzat O'na muhtaçtır.

O'na muhtaç olmak; Kelamcıların dediği gibi,

hudûs
(=sonradan meydana gelme)

deliline[2]
ve Meşşâî[3]
filozofların dediği gibi,

imkan deliline[4]
dayanmak demek değildir. O'na muhtaç olmak, zatidir. Zat ile ilgili olan bir
şeyin sebebi de, açıklanamaz.

Kayyumluk makamı,

fiilî sıfatları
gereği, yüce Allah'a aittir. Çünkü O, her şeye ve her nefse kaimdir. Zatıyla
kaimdir. Varlığı başkasına bağlı değildir. Çekip çevirmekle, rabb olmakla ve
galip gelmekle kaimdir. O, adalet terazisini indirir ve kaldırır.[5]
Gündüz olmadan geceleyin yapılan amel ile gece olmadan gündüzleyin yapılan amel
O'na ulaşır.[6]
O'nu bir uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerin ve yerin sahibidir. Mülkünün kemali
gereği, O'nun izni olmaksızın katında hiçbir kimse şefaatte bulunamaz.

O'nu bir uyuklama ve uyku tutmaz. İlminin kemali gereği her şeyi bilendir.
Yarattığı varlıkların önlerinde ve arkalarında olan her şeyi bilir. O'nun
ilminden habersiz yere bir yaprak bile düşmez. İzni olmaksızın bir zerre bile
hareket etmez. Kalplerde geçen fikirleri bilir. Fakat insanların kalplerinde
geçen bu fikirleri ise hiçbir hükümdar bilemez. Ayrıca O, kalbin bu fikirler
hakkında muttali olamadığı şeyleri bile bilir.[7]

Hayy ve Kayyûm isimlerinden anlaşıldığına göre;

el-Hayy
(=hayat sahibi olma), bütün kemâl sıfatları ihtiva etmektedir. Bu sıfatlardan
herhangi birine sahip olmamak, hayat sahibinin güçsüzlüğünü gerekli kılar. Allah
Tealâ'nın hayatı en mükemmel ve en eksiksiz bir hayat olduğuna göre O, bu
özelliğin zıddı olan bütün eksik ve kusurlu sıfatlardan uzaktır. Allah, bütün
kemâl sıfatlara ve kusursuz hayata sahip olan tek varlıktır. Ehl-i ispat
kelamcılar, Allah ile ilgili işitme, görme, ilim, irade, kudret, kelam sıfatlar
ile diğer kemâl sıfatları

aklî yolla
ispat etmişlerdir.

el-Kayyûm
ise; hiçbir şeye muhtaç olmamasının ve kudretinin kemalini içermektedir. Çünkü
yüce Allah, kendi zatıyla kaim olup her halükarda hiçbir kimseye muhtaç
değildir. İşte bu, yüce Allah'ın, kendisinin dışında kalanlara muhtaç
olmamasının (=ganiyy) kemalindendir. Varlığı başkasına bağlı değildir.
Başkalarının varlığı ancak O'nun varlığına bağlıdır. Bu da, O'nun kudretinin ve
izzetinin kemalindendir.

Hayy
ve

Kayyûm
isimleri; kemâl sıfatları ve mükemmel olan

muhtaç olmama
(=ganiyy) ile

kudret
sıfatlarını düzenlemektedir. Bu iki isimle yardım isteyen kimseler sanki yüce
Allah'ın bütün isimleriyle ve bütün sıfatlarıyla yardım istemektedir.
Dolayısıyla sıkıntılardan kurtulmanın, üzüntüleri gidermenin ve istekleri yerine
getirmenin olduğu yerde bu iki isimle yardım istemek en doğru olanıdır.

Burada kastedilen husus şudur:

Rahmet,
kendisiyle yardım istenilendir. Rahmet de, yüce Allah'ın bir sıfatı olup
yarattıklarına ait bir şey değildir. Nitekim sığınan kimse de,

أَعُوذُ بِعِزَّتِكَ
"İzzetine sığınırım"[8]
şeklinde yüce Allah'ın izzetine sığınmaktadır. İzzet de, hiç kuşkusuz
yaratıkların değil Allah'ın sıfatıdır. Dolayısıyla Allah, mümin kullarını, kendi
izzetiyle saygın bir hale getirmektedir.

İşte bu, tamamen Ehl-i Sünnetin bu görüşünü doğrulamaktadır: Hz. Peygamber
(s.a.v)'in,

َأعُوذُ بِكَلِمَاتِ اللَّهِ التَّامَّاتِ"Allah'a
tam kelimelerle sığınırım"[9]

sözü, yüce Allah'ın kelimelerinin mahluk olmadığına delildir. Çünkü yüce
Allah'a, mahluk olan kelimelerle sığınılmaz.

Yüce Allah'ın, meleklerden naklen

"Rabb'imiz! Senin Rahmetin ve İlmin, her şeyi kuşatmıştır"[10]

buyruğuna gelince, burada geçen

Rahmet
kelimesi, O'nun Rahmet sıfatıdır. O'nun

Rahmet
sıfatı ise, her şeyi kuşatmıştır.

Yine yüce Allah'ın,

"Rahmetim, her şeyi kuşatmıştır"[11]
buyruğu; her şeyle bağlantılı olan Rahmetinin genişliğinin büyüklüğünü
anlatmaktadır. Yine yüce Allah'ın ilminin genişliği de, bilinen her şeyle
bağlantılı olması hasebiyle ilminin büyüklüğünü ifade etmektedir.[12]

İbnu'l-Kayyim, nazım olarak der ki:

"O, Hayiyy (=haya sahibi)'dir. Kulunun isyan etmekle ilgili açığı ortaya çıktığı
zaman (onun bu kusurlarını) açığa çıkarmaz."

"Fakat O, böyle bir durumda örtüsünü, kulunun üzerine atar."

"Çünkü O, (bu tür ayıpları) örten ve bağışlayandır."


Şeyh Abdurrahman es-Sa'dî bu beyti açıklama mahiyetinde şöyle der: Yüce Allah'ın
"Hayy" olmakla vasıflanması, Sünnette geçmektedir. Resulullah (s.a.v) bu konuda
şöyle buyurmaktadır:

إِنَّ اللهَ حَيِيٌّ يَسْتَحْيِي مِنْ عَبْدِهِ إِذَا مَدَّ يَدَيْهِ إِلَيْهِ أَنْ
يَرُدَّهُمَا صِفْرًا

"Şüphesiz ki Allah, son derece haya sahibidir. Kulu O'na elini uzattığı zaman, O
elleri boş çevirmekten haya eder."[13]

Yine Resulullah (s.a.v), mescitte bir toplulukla birlikte otururken yanına gelen
üç kişinin durumu hakkında şöyle buyurmuştur:

أَمَّا أَحَدُهُمْ فَأَقْبَلَ فَأَقْبَلَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَأَمَّا الْآخَرُ
فَاسْتَحْيَا فَاسْتَحْيَا اللَّهُ مِنْهُ وَأَمَّا الثَّالِثُ فَأَعْرَضَ
فَأَعْرَضَ اللَّهُ عَنْهُ

"Birincisi (halkanın ön tarafında boş bir yer bulup oraya doğru) yöneldi.
Allah'ta ona yöneldi. Diğeri (halkanın arkasına oturmak sûretiyle topluluktan)
utandı. Allah'ta ondan utandı. Üçüncüsü ise, (geri dönüp gitmek sûretiyle
topluluktan) yüz çevirdi. Allah'ta ondan yüz çevirdi."[14]

Allah'ın haya sahibi olması, O'nun şanına layık bir vasıftır. O'nun hayası,
ayıplanma ve kınanma korkusuyla kişiye musallat olan kırılmayı ve değişikliği
gösteren yaratıkların hayasına benzemez. Bilakis Allah, Rahmetinin genişliğine
ve cömertliğinin, kereminin, büyüklüğünün, affının, hoşgörülü olmasının kemaline
uygun olmayan şeyleri yapmaz. Kul ise; her hususta Allah'a çok muhtaç olması,
O'nun katında çok zayıf olması ve günah işlemesiyle birlikte O'nun nimetlerini
kullanmasına rağmen işlediği günahları (bir marifetmiş gibi başkalarına) karşı
açığa çıkarabilmektedir. Fakat yüce Allah, hiçbir şeye muhtaç olmamasına ve
mükemmel kudretine rağmen kulun gizlediğini ortaya çıkarmaktan ve onu küçük
düşürmekten haya eder, kulun yaptıklarını gizleme yöntemlerinden biriyle
kapatır, bundan sonra da onu affedip bağışlar.

Bu husus, Abdullah ibn Ömer (r. anhümâ)'in rivayet ettiği şu hadiste şöyle
geçmektedir:


اِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ يُدْنى الْمُؤْمِنَ فَيَضَعُ عَلَيْهِ كَنَفَهُ، ثمَّ
يَسْأَلُهُ فِيمَا بَيْنَهُ وَبَيْنَهُ:

أَلَمْ تَفْعَلْ كَذَا يَوْمَ كَذَا؟ حَتَّى إِذَا قَرَّرَهُ بِذُنُوبِهِ
وَأَيْقَنَ أَنَّهُ قَدْ هَلَكَ، قَالَ لَهُ:

سَتَرْتُهَا عَلَيْكَ فِي الدُّنْيَا وَأَنَا أَغْفِرُهَا لَكَ الْيَوْمَ

"(Kıyamet günü) Allah, mümin kuluna o derece yaklaşacak ki, ona:

- ‘Filanca gün şu şu günahı işlemedin mi?' diye Allah o kuluna günahını itiraf
ettirinceye kadar işlediği her türlü günah ile ilgili soru soracak ve (sonunda
kulun mahşer yerinde rezil etmeyip onun) üzerine yardımını indirecek. (Bu
sırada) kul, helak olacağını anlayınca, Allah:

- â€˜İşlemiş olduğun o günahları dünyada örtbas etmiştim. İşte bugün de o
günahlarını bağışlıyorum' der."[15]

Yine yüce Allah, İslam yolunda saçı ağaran kimseye de azab etmekten haya eder.
Kendisine yalvaran ve ellerine kaldıran bu iki kimsenin isteğini geri
çevirmekten de haya eder.

İşte yüce Allah, kullarından insanların hatalarını örten ve haya sahibi
kimselere olan sevgisi sebebiyle onların işlemiş oldukları günahları örten ve
onlara azab etmekten haya edendir. Bu sebeple kim Müslüman bir kardeşinin
ayıbını örterse, Allah'ta onun işlemiş olduğu ayıbı hem dünyada ve hem de
ahirette örter. Çünkü yüce Allah, fasıklıkların açığa çıkmasından ve çirkin
şeylerin ortaya çıkmasından hoşlanmamaktadır.

Bir kişi, insanların en hoşlanmadığı bir günahı işleyip de gecelerse, Allah onun
işlemiş olduğu bu günahı hemen örter. Fakat kul, Allah'ın örtbas ettiği günahı
sabah olduğunda kendi ağzıyla açığa çıkarabilir. Çünkü Allah, çirkin işlerin
iman eden kimseler içerisinde yayılmasını isteyen kimseler için hem dünyada ve
hem de ahirette can yakıcı bir azab olduğunu vaat etmiştir.[16]

Bu husus, şu hadiste de şöyle geçmektedir:

كُلُّ أُمَّتِي مُعَافى إلاَّ الْمُجَاهِرِينَ

"Açıktan açığa günah işleyen kimseler hariç ümmetimin hepsi affedilmiştir."[17]|[18]


* * *



[1]

"el-Kayyûm"
ismi, Kur'an'ın

3
âyetinde geçer ve her defasında "el-Hayy" ismiyle birlikte kullanılmıştır.
"Hayy" ismi ise, Kur'an'ın

5
âyetinde geçmektedir. (ç)

[2]

Hudûs Delili:
Hudûs, sonradan
meydana gelme, yok iken sonradan var olma demektir. Böyle sonradan var
edilen varlıklara da "Hâdis" denir. Hâdis'in karşıtı Kadîm'dir.

Kelamcılara göre, hudûs delili; eserden müessire intikal etmek suretiyle
alemin hâdis (=sonradan meydana gelen) oluşundan Allah'ın varlığını ispata
varan bir delildir. Diğer bir ifadeyle; bu alemde görülen varlıkların hal ve
sıfatlarından hareket etmek suretiyle Allah'ın varlığına ulaşma delilidir.
Burada illiyet prensibinden faydalanılır. (ç)


[3]

Meşşâilik:
Kelime olarak, "yürüyücülük" (=peripatetism) anlamına gelmektedir. Terim
olarak ise, Aristo felsefesini benimseyen Müslüman filozoflara denir. Bu
ekole, İslam dünyasında Kindi, Farabi, İbn Sina gibi doğulu ve İbn Bacce ile
İbn Rüşd gibi batılı Müslüman filozoflar dahildirler.

Meşşailik, İslam dünyasında bağımsız bir ekol olmaktan ziyade Aristo'nun
bazı Müslüman filozoflar üzerindeki etkisinden ibarettir. Çünkü hiçbir
Müslüman filozof, gerçek anlamda, Aristo'yu harfi harfine izlememiştir. (ç)

[4]
Meşşai filozoflarına göre, imkan delili; Bir Vâcibu'l-Vucûd, mutlaka
vardır. Şayet bunun aksini düşünecek olursak, her mevcudu mümkin varlık
olarak kabul etmemiz gerekir. Bu mümkin, ya icad edilmiştir –ki var olduğuna
göre mutlaka icad edilmiştir- yada icad edilmemiştir.

İcad
edilmiş olan bu mevcudatın varlığının devamı, ya bir illet sayesindedir yada
kendiliğindendir. Varlığının devamını kendiliğinden farz edecek olursak, o
zaman illet ile malul aynı olmuştur ki, bu, illiyet prensibi ve mantık
kaidelerine göre batıldır.

O halde
mevcudatın varlığının devamı bir illet sebebiyledir ki, o da Vâcibu'l-Vucûd
olan Allah'tır.

Bu
delil; Kindî, Farâbî ve İbn Sinâ tarafından kullanılmıştır. (ç)

[5]
Bazılarına göre, Allah kıyamet günü kullarının amellerini tartarken ve
rızıklarını verirken mizanın kefelerini kaldırıp indirmek suretiyle rızık
takdirini, mizanla tartmaya benzetmektedir.

Bazıları
da metinde geçen

القِسْطُ
"kıst"
kelimesiyle "rızkın" kastedildiğini belirtmişlerdir. Dolayısıyla her
yaratığın rızkına "kıst" denilir. Çünkü yüce Allah, bazı yaratıkların
rızkını çok vermekte, bazısını ise az vermektedir. (ç)

[6]
Müslim, İman

293,

295
(ç)

[7]
Medâricu's-Sâlikîn,

2/111

[8]
Buhârî, Tevhid

7;
Müslim, Zikr

67
(2717);
İmam Ahmed, Müsned,

1/302



[9]
Buhârî, Enbiya

10;
Müslim, Zikr

54,

55
(2708);
Ebû Dâvud, Tıb

19,
Sünnet

39,
Edeb

98;
Tirmizî, Tıb

18,
Deavat

40;
İbn Mâce, Tıb

35,

36,

46;
Dârimî, İsti'zan

48;
Muvatta, Şiir

9-11,
İsti'zan

34;
İmam Ahmed, Müsned,

2/181,

290,

375,

3/57,

5/430,

6/6,

377,

409.
Tirmizî, bu hadisin; hasen, sahih ve garib olduğunu söylemiştir.


[10]
Gâfir (=Mü'min):

40/7

[11]
A'râf:

7/156



[12]
Bedâiu'l-Fevâid,

2/184

[13]
Ebû Dâvud, Vitr

23;
Tirmizî, Deavat

104;
İbn Mâce, Dua

13;
İmam Ahmed, Müsned,5/438,

6/314

[14]
Buhârî, İlm

8,
Salat

84;
Müslim, Selam

26
(2176);
Tirmizî, İsti'zan

29;
Muvatta, Selam

4;
İmam Ahmed, Müsned,

5/219

[15]
Buhârî, Mezalim

2;
Müslim, Tevbe

52
(2768);
İbn Mâce, Mukaddime

13;
İmam Ahmed, Müsned,

2/74

Had
cezalarını gerektiren husus bundan müstesnadır. Bu tür affa giren hususlar,
cezayı gerektirmeyen hususlardır. Yalnız her iki durumda da işlenen
günahların açığa vurulması yasaklanmaktadır. (ç)


[16]

"Açık günahlardan biri de; kulun geceleyin bir amel işlemesi, sonra Allah
onu örtbas ettiği halde sabahlamasıdır. Fakat kul: ‘Ey filan! Ben dün şöyle
şöyle yaptım' der. Halbuki kendisi Allah'ın onu örtbas ettiği halde
gecelemişti. İşte Rabbi örtbas ettiği halde geceler, sabahladığı vakit
Allah'ın örtbas ettiğini meydana çıkarır."
Müslim, Zühd

52
(2990)
(ç)


[17]
Buhârî, Edeb

60;
Müslim, Zühd

52

[18]
Tarîku'l-Hicreteyn, s.

67