Fecir | Konular | Kitaplar

Yüce Allah'ın "O, her an yaratma halindedir" Sözünün Anlamı

Yüce Allah



Yüce Allah'ın



كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِى شَأْنٍ



"O, her an yaratma halindedir"[1]
Sözünün Anlamı:



Yüce Allah, isimlerinin ve sıfatlarının hükümlerini uygulamak için mahluku,
yokluktan varlığa çıkarmaktadır. Kemalinin, yaratma, emretme, hüküm verme,
takdir etme, vaat etme, ceza verme, nimet verme, iyilik etme, ihsan etme, cömert
davranma, adil davranma, üstün olma, bağışlama, hilminin geniş olması ve azgın
kimseyi şiddetli bir şekilde yakalama gibi hususlarda izlerinin ortaya çıkması,
O'nun kemalindendir.



Yüce Allah'ın kemali, O'nun

"her an yaratma halinde olmasını"[2]



gerektirmektedir. Dolayısıyla da günahları bağışlaması, sıkıntıyı gidermesi,
hastaya şifa vermesi, mazluma yardım etmesi, darda olan kimseye kolaylık
sağlaması, bozguna uğramış bir şeyi yeniden düzene koyması, fakiri
zenginleştirmesi, duaya icabet etmesi, tökezlemeyi azaltması, kendisine itaat
eden kimseyi izzetli kılması, kibirli kimseyi  hakir görmesi, zorbacı kimseye
öldürücü darbeyi vurması, öldürmesi, diriltmesi, güldürmesi, ağlatması, adalet
terazisini indirip kaldırması, vermesi, engellemesi, emirlerini yerine getirme
hususunda meleklerden ve insanlardan peygamberler göndermesi genel olarak O'nun
işlerindendir. İşte bütün bunların dünyada meydana gelmesi düşünülemez. O'nun
apaçık hikmeti, bunların ancak imtihan ve deneme yurdunda olmasını gerekli
kılmaktadır.[3]



    

 




[1]
     Rahmân:

55/29




[2]
     Bazı kimselerin dediği gibi, "Allah bu kainatı bir defa yaratmış, artık
bir daha karışmayacak" şeklindeki bir uluhiyyet anlayışını, bu ismiyle
reddetmiştir. Çünkü Allah, her an hikmetine uygun olarak yaratır, yapar ve
bir işte bulunur. Çünkü Kur'an, mücerred ve teorik bir ilahlığı anlatan bir
teoloji kitabı değildir. Aksine daima işte, faal, yaratmakta olan,
yaratıklarını varlıkta tutan, onları her türlü imdat ve ihtiyaçlarına
yetişen, dualarına icabet eden, onları sıkıntıdan kurtaran bir Allah'ı
tanıtmaktadır. (ç)




[3]
     Şifâu'l-Alîl, s.

120