Fecir | Konular | Kitaplar

4) Muşâreke (İnan) Ortaklığı

4



 

 

4) Muşâreke (İnan) Ortaklığı:



 

İki ve daha çok kişinin ticaret yapmak, elde
edecekleri kârı paylaşmak üzere ortaklık kurmasıdır. Tasarrufların doğrudan
yatırımlara ve ekonomik faâliyetlere sevki, sanayi, ticaret ve tarım kesiminde
sermaye birikimi oluşturulması, muşâreke yoluyla mümkündür. Burada her ortak
şirkete belli miktar sermaye veya hem sermaye, hem de emeği ile ortak olur. Net
kârın paylaşılması serbest sözleşme ile olur. Zarara katlanma ise sermaye
oranlarına göredir.

Muşâreke'de ilk ana para, mala dönüştükten
sonra, ortakların hakları şirketin mal varlığı üzerinde kuruluştaki hisse
oranlarına göre devam eder. Hesap dönemi sonlarında dağıtılmayan veya kısmen
dağıtılan kârlar veya enflasyon gibi sebeplerle şirketin mal varlığının
büyümesi, ortakların hisselerinin de büyümesi anlamına gelir. Bu fazlalığın
hisse senetlerine yansıtılması gerekir. Meselâ; 100 kişi, her biri 1 milyon TL.
koyarak bir ticaret şirketi kursalar; 5 yıl sonra şirketin mal varlığı yeniden
değerleme sonucu 3 milyar Tl.na yükselmiş bulunsa, her ortağın hissesi mal
üzerinden 30 katına, yani 30 milyona çıkmış olur. Eski hisse senetlerinin, 30
milyon yazan yenileri ile değiştirilmesi gerekir. Böyle bir şirketten bir ortak
ayrılmak isteyince, mallar bölünebilir cinstense, malın % 1'ini alır veya
ortağın hissesi şirketçe ödenerek geri kalan ortakların hisselerine eklenir. Ya
da bu hisse pazarlık yoluyla üçüncü bir şahsa satılabilir (es-Serahsî, a.g.e.,
151; el-Kâsânî, a.g.e., VI, 57-62; İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 27).

İslâm'da, bir şirket yatırımlarını büyütmek
isterse, mudârebe veya muşâreke esasına göre, kısa veya uzun vâdeli bütün kredi
ihtiyaçlarını doğrudan tasarruf sahiplerine başvurmak sûretiyle karşılayabilir.
Ancak yeni hisse senedi çıkarıldığında, eski hisse senetlerini yeniden
değerlemeye tâbi tutarak şirketin o tarihteki mal varlığını eski senetlere
yansıtmak gerekir. Aksi halde daha önceki yıllarda dağıtılmayan kârlara yeni
hissedarlar da ortak yapılmış olur.

Bu gün ülkemizde anonim şirketlerin çeyrek yüz
yıl önce, o günün kıymetlerine göre çıkarılmış hisse senetleri halkın elinde
bulunmaktadır. Yıllarca tamamen veya kısmen dağıtılmayan kârlar, kullanılan
krediler ve enflasyonlar yüzünden, şirket mal varlığındaki gerçek karşılığı
bazan 150-200 katını aşan bir hisse senedinin 3-5 misli nominal bir değerle
alıcı bulması çözüm için yeterli değildir. Şirketlerin mal varlıkları yeniden
değerlemeye tâbi tutularak, ellerinde o şirketin hisse senedi olanlara yeni
değerler üzerinden hisseleri verilmelidir. Üzerinde bir milyon yazan, fakat
ticaret şirketindeki mal karşılığı elli katına çıkmış bulunan bir senedi 3
milyon nominal değerle satan ortağın, gerçekte 50 milyona yakın bir satın alma
gücünü 47 milyon TL. eksiğine devrettiği halde, % 300 kârla sattığını düşünmesi,
ekonomik gerçeklerle çelişmektedir.

Diğer yandan İslâm ekonomisinde altın, gümüş ve
öteki mislî mallar şirket sermayesi olarak belirlenebilir. Hatta bazı
müctehidler fels adı verilen ve maden değeri dışında nominal (itibarî) bir
değerle dolaşan madenî paraların (altın ve gümüş para dışında) şirketlerde ana
para olamayacağını söylemişlerdir. Osmanlılarda 1464 M. tarihinden itibaren
kurulmaya başlayan para vakıflarında altın ve gümüş para mudârabe veya bidâa
(kârın tamamı vakfa ait olmak üzere vakıf parasını işletmek) yoluyla esnaf ve
tüccar için önemli finansman kaynağı olmuştur. Hatta buğday, arpa vb. diğer
mislî mallar da vakfedilmiş, bunlar altın veya gümüş paraya çevrildikten sonra,
yine finans ihtiyacı olanlara mudârebe veya bidâa yoluyla kredi olarak
verilmiştir. Vakıf, anaparayı bu şekilde kredi olarak kullandırmaya devam eder
ve elde edilen kârdan vakfın hissesini, vakfedilen cihete harcardı (el-Mavsılî,
el-İhtiyar, III, 14, 15; İbn Âbidin, Reddül-Muhtar, Tercüme, A. Davudoğlu,
İstanbul 1983, IX, 278, 279).

Kredi kaynaklarından başka, devlet bütçesinin
yatırımcılara kullandıracağı krediler, borçlarını ödeme güçlüğü çekenlere zekât
fonunun desteği, ziraat ortakçılığı esasına göre dağıtılacak tarım kredileri de
sayılabilir.

Buna göre İslâm ekonomisi her konuda olduğu gibi
ekonomik problemlere gerçekçi çözümler getirmiştir. Bu sistemde, tasarruf
sahipleriyle müteşebbisler doğrudan temas halindedir. Krediye ihtiyacı olan iş
adamı dürüst çalışır, sermaye sahiplerini gerçek mal varlığına ortak yapar ve
gerçek kârı paylaşmaya, ya da ortakların ana paralarına eklemeye râzı olursa,
kredi problemine faizsiz çözüm yolu bulmak mümkündür. Günümüzde faizli kredi
mâliyetlerinin % 100'ü aştığı bilinmektedir. Müteşebbisler/girişimciler bu
kredileri ürettikleri malın mâliyetine yansıttıkları için, fâiz, eşya
fiyatlarının normalin üzerinde yükselmesine sebep olmaktadır. Böyle bir kredi,
çıkarılacak kâr-zarar tahvilleriyle, mudârebe veya muşâreke ölçüleri içinde
kullanıldığında ise, üretim maliyetleri önemli ölçüde düşer. Taraflar ve toplum
meşrû ticaretin bereket ve semeresini hissetmeye başlar.

Toplumun ihtiyaç maddelerini üretip dağıtanlar
ve ekonomik faâliyetleri dürüst olarak yürütenler Allah Rasûlünün diliyle şöyle
övülmüştür:

"Bir kimse gıda maddelerini (toplumun ihtiyacı
olan şeyleri) toplayıp günün râyiç fiyatı ile satsa, sanki bunları yoksullara ve
ihtiyaç sahiplerine tasadduk etmiş gibi ecir alır"
(İbn Mâce, Ruhûn 16);

"Gönül hoşluğu ile görevini yerine getiren,
harama el uzatmayan veznedar, Allah rızâsı için sadaka verenin ecrini alır."
(Buhârî, Zekât 25).

Yani harcaması ve transferi kendisine emânet
edilen bütün paraları yolsuzluk yapmaksızın hak sahiplerine ulaştırdıkça sanki
onları yoksullara dağıtmış gibi sevap kazanır" (Hamdi Döndüren, Şâmil İslâm
Ansiklopedisi)