Fecir | Konular | Kitaplar

1- Îne Bey'i

1



 

1- Îne Bey'i:



 

Muhtaç durumda bulunan bir kişi, ihtiyacını
gidermek için sermaye sahibine başvurup, ödünç para istiyor. Ama sermayedar,
ödünç vereceği paranın ödünç isteyene verilmemesi halinde kendisine temin
edeceği menfaate tamah ederek ödünç vermeye râzı olmaz. Zira bu paranın
kendisinde kalması ve işletilmesi halinde kazançlı çıkacağı kanaatini
taşımaktadır. Bu yüzden borç talep eden şahsa: "Sana borç para vermem, ama
istersen pazardaki fiyatı on akçe olan şu kumaşı sana on iki akçeye satayım,
bunu pazarda satıp ihtiyacını görebilirsin" der. Borç alan bu teklife râzı
olarak kumaşı on iki akçeye alır, pazara götürüp on akçeye satar, böylece
ihtiyaç duyduğu on akçeyi temin etmiş ve sermaye sahibi de iki akçe kazanmış
olur (İzmirli, İlm-i Hilaf, İstanbul, 1339, s. 147). İşte îne alışverişi budur
ve bu işlem tamamıyla fâizle ödünç verme ihtiyacından doğmuş ve daima bu
ihtiyaca cevap verecek şekilde tatbik edilmiştir.

Bazı hallerde îne muâmelesi daha da çabuk
yapılır: Ödünç alanla veren bir dükkâna gider; ödünç veren, meselâ yüz akçeye
bir mal alıp, bunu meselâ yüz yirmi akçeye ödünç alana veresiye satar ve oradan
gider. Sonra ödünç alan bu malı dükkân sahibine peşin olarak yüz akçeye satıp
parasını alır (İbn Teymiye, 29/441, 456). Şayet mal doğrudan ilk satıcıya değil
de başka birine satılırsa buna da "teverrük" denir. Îne bey'inin pek çok
şekillerinden bazıları şunlardır:

Bey'u'l-muâmele veya bey'-i câize: Îne
şeklindeki alışverişin ve borçlanmanın başka bir adıdır. Misal: Borç alan, borç
verene gider ve meselâ yüz altın ödünç ister. Sermayedar, bir menfaat temin
etmeden ödünç verene ikrazda bulunmaz. Onun için peşin fiyatı ve gerçek değeri
yüz altın olan bir malını yüz yirmi altına satın almasını borç talep eden şahsa
teklif eder. Borç talep eden şahıs bu teklifi kabul edip bedelini bir sene sonra
ödemek üzere bu malı yüz yirmi altına satın alır. Sonra, veresiye satın aldığı
bu malı üçüncü bir şahsa yüz altına satar. Bu şahıs da bu malı yüz altına
sermaye sahibine peşin olarak satıp yüz altın alır. Aldığı bu parayı esas borç
para almak isteyen şahsa verip kendisi aradan çıkar. Bu muâmele sonunda borç
alan yüz altın borç almış, ama yirmi altın da sermayedara fâiz ödemiştir. Bey'-i
muâmele veya bey'-i câize dedikleri alışveriş ve borçlanma şekli budur. Yukarıda
bahis konusu edilen misalde, müstakriz (borç isteyen), gerçek fiyatı yüz altın
olan bir malı veresiye yüz yirmi altına satın alıp, bunu mukrize (borç verene)
değil de başka birine peşin olarak yüz altına satar ve bu mal bir daha mukrize
(borç verene) dönmezse, buna da "teverrük" denir. Îne'nin haram olduğunu
söyleyen âlimlerden bazıları teverrükü câiz görmektedirler. Lâkin Ömer bin
Abdülaziz, bunun ribânın küçük kardeşi olduğu kanaatindedir. Bu muâmelenin her
yönüyle fâiz olduğu apaçıktır. Nitekim sonraki fıkıh âlimleri bunun câiz
olduğunu ve bu yoldan alınan fâizin câiz ve helâl olduğunu açık şekilde ifâde
etmişlerdir. Mecelle'nin meşhur şârihi Ali Haydar şöyle diyor:

"Muâmele ve murâbahaya, yani fâizle ödünç almaya
dâirdir: Fâizle ödünç vermenin tarîkı ber-vech-i âtîdir: Mukriz, müstakrize
veresiye bir malı bey' ve teslim eder. Sonra müstakriz o malı aldığı bedelden
aşağı bir fiyatla bi'l-vâsıta -yani üçüncü bir şahıs aracılığıyla- mukrize peşin
olarak bey' ve teslim eder. Bu sûrette kendi malı sattığı fiyattan daha az bir
fiyat ile yine kendi eline vâsıl olmuş ve fazlası fâiz itibar edilmiş olur (Bkz.
Ali Haydar, Dürretü'l-Hükkâm, İstanbul, 1313, X/763). Muâmele bey'inin sahih ve
şer'î olabilmesi için üçüncü bir şahsın araya girmesi -ki buna vâsıta
denilmektedir- şarttır. Bu türlü işlemlere "sülâsî mesele", yani üçlü işlem adı
verilmektedir. Aksi halde muâmele bey'i sahih ve şer'-i şerîfe muvâfık olmaz.
Yani, usûlüne göre yapılmayan ve şer'î ribh ilzam olunmayan ikraz için fâiz
verilmez, fâize şer'an hak kazanmak için muâmelenin üçlü olması (mes'ele-i
sülâsiye) şarttır.

Bu muâmelenin bir şekli de şöyledir: Borç almak
isteyen şahıs, sermayedara gidiyor ve bin akçe ödünç istiyor. Ama sermayedar
vermiyor. Bunun üzerine borç almak isteyen zât, bir malını sermayedara 1000
akçeye peşin satıyor ve sonra da aynı malı sermayedardan 1150 akçeye veresiye
satın alıyor. Böylece % 15 fâizle 1000 akçe alıyor.

"On'u, on bir buçuk (% 15) hesabı üzere muâmele
ile Zeyd'den bin akçe istikraz eden Amr, bir metâını Zeyd'e bin akçeye bey' ve
teslim ve kabz-ı semen ettikten sonra Zeyd'den tekrar bin yüz elli akçeye bir
sene tamamına dek müeccelen iştirâ ve kabz edip Zeyd'e ecel-i mezkûr tamamına
dek bin yüz elli akçe medyun olsa, muâmele-i şer'iye etmiş olur mu?" "El-cevap:
Olur." (Fetâvâ-yı Abdurrahim, II/82).

Görülüyor ki, bu muâmelede şer'î ribh, yani fâiz
karşılığı ödünç vermek için artık üçüncü şahsın aracılığına (meselenin sülâsî
olmasna) hâcet kalmıyor. Ali'nin Ahmed'den on altın alacağı var, üç altın
mukabilinde bu borcun ödenme tarihini bir sene geri atmak husûsunda
anlaştıklarında yapılacak muâmele şudur: Ali, sözkonusu on altınla, Ahmed'den
bir mal satın alır, sonra teslim aldığı bu malı tekrar borçlusu Ahmed'e on üç
altına veresiye satar. Bu sûretle bir yıl vâdeye karşılık olmak üzere Ali'nin
Ahmed'deki alacağı % 30 artarak on üç altına çıkar (Fetâvâ-yı Ali Efendi, I/420;
Ankaravî, Fetâvâ, I/338). Bu muâmelenin, fâiz haddi dikkate alınmazsa, câhiliyye
Araplarının ribâsından farklı bir tarafı yoktur.