Fecir | Konular | Kitaplar

Hilecileri (Ehl-i Hiyel) Tenkit

Hilecileri



 

Hilecileri (Ehl-i
Hiyel) Tenkit:



 

Fakat gerek îne yoluyla, gerekse onun türlü
türlü şekilleriyle ödünç para alıp vermek, bu muâmelerlerdeki ribh (fâiz)
haddini tarafların serbest irâdeleriyle kararlaştırmalarını kabul etmek, sadece
bu muâmelelerin formaliteye uygun olmadığını meşrû veya gayr-ı meşrû oluşunun
sebebi saymak, câhiliye ribâsını değişik bir biçimde, ama mâhiyet itibarıyla
aynen hortlatıp geri getirmekten başka bir şey midir? Genellikle sosyal
hayattaki gelişmelerden habersiz olan ve İslâm'ın ilk şeklinin aynen tatbikini
isteyen Hanbelîler, ekseriyetle hileli alım satım işlemleri karşısında oldukça
sert ve katı bir tavır takınmışlar; hangi nâm, hangi şekil ve hangi oranda
ortaya çıkarsa çıksın ribânın her çeşidine amansız bir savaş ilân etmişlerdir.

İbn Teymiye bu mücâdelenin fevkalâde güzel bir
örneğini vermiş (İbn Teymiye, Mecmau'l-Fetâvâ, XXIX/446), sonra onu İbn Kayyım
başarılı bir tarzda tâkip etmiştir. İbn Kayyım diyor ki: Hileciler, on akçe
ödünç verilip vâde sonunda on beş akçenin alınmasını hileli bir yoldan câiz
görmüşlerdir. Fadl ribâsı hakkında gâyet titiz davranıp, bazı mubah mübâdeleleri
bile haram saymışlar, ama nesî ribâsına gelince hileli yollardan bunun
kapılarını ardına kadar açmışlardır. Oysa Allah da, sevabı-günahı yazan melekler
de, akdi yapanlar da, bu akdin şâhitleri de gâyet iyi biliyorlar ki îne ve
muâmele bey'i yoluyla yapılan alım-satım ribânın ta kendisidir, akdi yapanların
esas maksadı da ribâ almak ve vermektir. On altını bir çıkıya (veya mendile)
koyup, beş para etmeyen çıkının beş altına alıcıya vermek ve on altın borç
vermeyi de bu çıkının beş altına satın alınması şartına bağlamak özü itibarıyla
ribâdır. Burada çıkı, kendi kendine bir mânâ ifâde etmeyen, ama başkasına mânâ
kazandırmaya yarayan bir harfe benzemekte, yani katalizör vazifesi görmektedir.
Esas haram kılınan ribâ, nesî ribâsıdır. Fadl ribâsı ona yol açar endişesiyle
men edilmiştir. Şaşılacak şeydir ki, fadl ribâsına vesile olur, diye müdd-i acve
meselesini haram görenler açıktan açığa nesîe ribâsına vesile olan îne bey'ini
câiz görmektedirler (İbn Kayyım, İ'lâmu'l-Muvakkıîn, II/142, III/335). Îne bey'i
hadislerle yasaklanmıştır. Hileciler, îne bey'ini câiz kılan birtakım hileler
ortaya atmışlardır. Fakat bu hilelerle durumu daha da zararlı ve mahzurlu hale
getirmişlerdir. Hile ile îneyi câiz göreceklerine, hilesiz olarak îne bey'ini
uygulasalardı daha az mahzurlu olurdu. Zira îne'ye hile ilâve etmekle, înenin
zararları ve mahzurları ortadan kalkmıyor, buna yenileri ve daha korkunç
olanları ekleniyor. Bu da Allah'ın ahkâmını alaya almak, sahtekârlık ve
oyunbozanlık yoluna sapmaktır. Îneye hile eklenince, aslında ribânın basit bir
vesilesi olan îne bir kat daha zararlı hale geliyor. Hileciler ne yaparlarsa
yapsınlar kimseyi kandıramazlar. Gâyeleri yüz verip yüz elli almaktır. Ribâyı
sözde helâl kılan unsuru akdin bünyesine ister ithal etsinler, ister ihrâç
etsinler fark etmez. Zira bu unsur, hiçbir şey değiştirmemektedir. Kısaca Allah
kandırılamaz, hiçbir şeyi karıştırmaz, ona hileyi terviç ettirmek, bu yoldan
haramı helâl kabul ettirmek imkânsızdır" (İbn Kayyım, a.g.e. II/335). Allah,
yahûdilere sığır ve davarın iç yağını haram kılmıştı (Bkz. 6/En'âm, 146). Bunun
üzerine yahûdiler, "bu yağ haramdır" diye yemediler ama bunu eritip don yağı
haline getirdikten sonra yediler ve "Allah'ın haram kıldğı şey iç yağıdır, don
yağı değil" dediler. Şu halde, hile yoluyla ribâ yiyenlerle yahûdiler arasında
bu bakımdan ne fark var? Bu ümmetten hiçbir kimse ribâyı açıkça helâl
saymamıştır. Onu ancak alım-satım sûretinde ve bu ad altında helâl saymış ve bu
sûretle ribânın ismini alım-satım olarak değiştirmiştir.

Yapılan şey, şeklen ve ismen ribâ değil, ama
hakikat ve mâhiyet olarak hâlis muhlis ribâdır. Açık ribâda mevcut olan mahzur
ve zararların tümü hileli ribâ işlemlerinde kat kat fazlasıyla vardır.
Tarafların akd ettikleri muâmeleye ticarî bir alışveriş ismini vermeleri, bu
muâmelenin haramlığını artırmaktan, kuvvetlendirmekten ve pekiştirmekten başka
bir netice vermez. Evvelâ, akdin ismine, şekline ve meşrûiyet görüntüsüne
güvenen ve kanan mukriz, açıkça ribâcılık yapan bir kimsenin yapmaya cesâret
edemediği ve talep edemediği yüksek bir meblağı müstakrizden talep edebilir.



İkinci olarak, hileli yollardan ribâ alan,
sadece insanları kandırmakla kalmamakta, hâşâ Allah'ı kandırdığını ve
aldattığını zannetmektedir. Bu ise dinî samimiyete ve dürüstlüğe zıddır. Üçüncü
olarak İranlıların deyimi ile "şer'î külâh" giydirilerek alışveriş şeklinde
takdim edilen ve bir kılıfa sokulan ribâ, artık meşrûiyet elbisesi giymiş ve
tebdîl-i kıyafet ederek halk arasında rahatça dolaşır olmuştur. Halk ise bu
türlü muâmelelere gâyet meyyâl olduğundan, bu hususta kendilerine gösterilen
ufak bir kolaylık onları ribâ batağına sürükleyebilmiştir, tıpkı kumar gibi.
Kısaca, talâkta ve nikâhta hulle ne ise, ribâdaki îne ve benzeri hileler odur (İbn
Kayyım, İğâsetü'l-Lehfân, Mısır, 1961, I/365). İmam Muhammed'in de: "Îne bey'ini
'ekele-i ribâ' ve 'ribâ-hor' denilen tefeciler icat etmişlerdir" dediği
nakledilir (İzmirli, İlm-i Hilâf, 147).

Görülüyor ki ribâ, biri açık, diğeri kapalı
olmak üzere iki türlüdür. Hileli yollar, ribânın örtülü ve üstü kapalı şekilleri
olup, açık ribâdan daha çirkin ve daha zararlıdır. Bu türlü dalavereler, dinî
samimiyete uymadığı gibi, aynı zamanda insanları sahtekârlığa, ikiyüzlülüğe,
hilekârlığa, ahlâksızlığa, üçkâğıtçılığa alıştırmakta, doğruluktan ve
dürüstlükten uzaklaştırmakta, en önemlisi de ilmî ve fikrî hayatı bozmaktadır.
Zira ilimde ve fikirde her şeyi açık açık konuşmak, mâkul ve mantıkî bir şekilde
izah etmek esastır. Hukuk ve ahlâkın gereği de budur. Böyle olmayan bir zeminde
ilmî ve fikrî hayatın yeşermesi ve boy atması mümkün olmaz.