Fecir | Konular | Kitaplar

Bedelleri Açısından Alışveriş Şekilleri

Bedelleri Açısından Alışveriş Şekilleri



 

Bedelleri
Açısından Alışveriş Şekilleri

 

1- Bey':
Malı para karşılığında satmaya bey' denir. Alış-verişlerin büyük bir kısmı bu
şekilde yapılmaktadır.

2- Sarf:
Paranın para ile değiştirilmesi olayına sarf denir.

3- Mubâdele:
Malı mal ile değiştirme işlemine denir. Halk arasında buna trampa ve takas gibi
isimler verilmekte, şimdilerde Batıdan girdiği ifadeyle barter de denilmektedir
.

4- Selem:
Para peşin, mal veresiye yapılan ticarete selem denir. Bu tür satışlara halk
arasında‚ ‘alevra satış' da denir. Bilhassa çiftçi ve sanayıcilerin başvurduğu
bir satış şekli olan selemin câiz olması için bazı şartların bulunması gerekir.
Paraya muhtaç olan kimse, malını elde etmeden önce satmak ister. İslâm dini,
satıcının darlığından istifade ederek alıcının, malı ucuza kapatmasını önlemek,
üreticinin malını değerlendirmesine fırsat vermek için bazı şartlarla bu tip
satışları câiz görmüştür. Peygamberimiz, Medine'ye geldiğinde, Medinelilerin
mahsûllerini bir iki sene önceden Yahudilere sattıklarını görür. Bunun üzerine
şöyle der: "Kim hurmasını önceden satacaksa; belirli ölçüde, belirli tartıda ve
belirli bir vakte kadar olmak şartıyla satsın. " (Müslim, Müsâkat 25)

Selem, var olmayan (mâdûm) bir malın satışı
olduğundan, câiz olmaması gerekirken, ihtiyaç ve zarûret sebebiyle câiz
görülmüştür. Bunda her iki tarafın da kârı vardır; müşteri biraz daha ucuza mal
alır, satıcı da peşin para ile ihtiyacını giderir. Meselâ bir sanayici nakit
sıkıntısına düşerse, belirli bir süre sonra teslim edilmek şartıyla, üreteceği
-vasıfları belli olan malları satar; alacağı para ile üretimini yapar. Böylece
sanayicinin tezgâhı çalışır, üretim devam eder, alıcı da normal zamana nisbetle
biraz daha ucuz mal almış olur.

Bu imkân üreticiyi, tefecilerin eline düşmekten
de korur. Çünkü üretimin devamı için paraya kaçınılmaz bir ihtiyaç vardır.
Fiyatlarda aşırı bir düşüklük olursa böyle alış-verişler câiz değildir. Selemin
sahîh olması için şu şartların bulunması gerekir:

a-
Malın vasıflarının belli olması cinsi, nev'i, niteliğinin önceden belirlenmesi.

b-
Miktarının belirlenmiş olması. Kaç kilogram, kaç metre, kaç ölçek vs. olacağının
bilinmesi.

c-
Vadenin belirlenmesi. Selem yoluyla satılan malın ne zaman teslim edileceği
belirtilmelidir. Belirtilen vakitte malın teslim imkânı olmayacaksa veya olmazsa
selem bâtıl olur. Meselâ: Nisan ayında buğday teslimi imkânsızdır. Nisan ayında
buğday teslim etmek üzere bir çiftçinin önceden selem tarzında satış yapması
câiz değildir.

d-
Mal karşılığında alınan paranın miktarını belirlemek ve parayı peşinen almak.
Fiyatta aşırı derecede ucuzluk olmamalıdır.

5- Veresiye satışlar:
Satılan malın bedeli peşin alınabileceği gibi, belirli bir süre sonra da
alınabilir. Bu tür alış-verişlerde malın karşılığının (bedel) para gibi başka
bir cinsten olması gerekir. Aynı cins malların (meselâ altınla altının...)
veresiye satışı câiz değildir.

Alış-veriş çeşitlerinden bir diğeri de Bey' bi'l-vefa'dır.
Vefâ yoluyla satım akdi yapmak demektir. Bir terim olarak ise, bir malı, satış
bedelini iade edince geri almak üzere bir kimseye bir para veya borç
karşılığında geçici olarak satmak anlamına gelir. Satıcı semeni geri verince
veya borcunu ödeyince, alıcı satın almış olduğu şeyi geri verir. Böyle bir akit,
alıcının maldan yararlanabilmesi dikkate alınırsa sahih satım akdi; tarafların
akdi fesh edebilme yetkilerine bakınca da fâsid satım akdi niteliğindedir.
Alıcı, vefâ yoluyla satın aldığı malı başkasına satamayacağı cihetle de bu,
rehin* hükmündedir ve bu rehin olma özelliği üstündür. Fâkîhlerin çoğu, bey'
bi'l-vefâ şeklindeki satım akdini caiz görmüşlerdir. (Bilmen, Istılâhât-ı
Fıkhıyye Kamusu VI, 126-127).

Bu muâmele faizden kaçınmak ve borcu teminata
bağlamak amacıyla örfleşen bir satış şeklidir. Burada, satıcı ileriki bir
tarihte satış bedelini geri vermeyi veya daha önceden kalma borcunu ödemeyi,
alıcı da buna karşılık malı iade etmeyi taahhüt ettiği için akit bu adı
almıştır. Buna "bey'u'l-muâmele" denildiği gibi, Mısır'da "bey'u'l-emâne" adı da
verilmiştir .

Mîlâdî XV. yüzyıl başlarında yaşayan Şeyh
Bedruddin Mahmûd (ö. 823/1420) bey' bi'l-vefâ tarzındaki satışın başlangıcı
hakkında şöyle der: "Zamanımızda ribâdan korunmak için, bey'bi-l-vefâ şeklindeki
satış örf haline gelmiştir. Bu, gerçekte bir rehin muâmelesi olup alıcı mebîa
mâlik olamaz ve mâlikin izni olmadıkça gelirinden de yararlanamaz (Ali Efendi,
Fetâvâ, c. I. s. 300)

Vefa yoluyla satışta, taraflar tek yanlı irâde
beyanıyle dilediği zaman akdi feshedebilir. Alıcı, akit süresince mala mâlik
olamaz. Satıcı her an satış bedelini iâde edip malı geri isteyebilir. Alıcı da
malı geri verip, parayı talep edebilir, tarafların sözleşmede belirlenen süreye
uymaları da gerekmez. Satışa konu olan mal, rehin hükmünde olduğu için, ne
satıcı ve ne de alıcı diğerinin izni olmadıkça malı başkasına satamaz. Bu hak
tarafların mirasçılarına da intikal eder. Ancak taraflardan birisi, diğerinin
izniyle satış yapabilir.

Rehin edenin izni bulununca, rehin bırakılan
şeyden, rehin alanın yararlanması mümkün ve câizdir. Vefâ yoluyla satış da rehin
niteliğinde olduğu için alıcının bundan yararlanması mümkündür. Mecelle'yi şerh
eden Ali Haydar Efendi bu konuda şöyle der: "Mebî'in, yani vefâen satılan bir
gayrı menkûlün menfaatlerinden bir bölümü alıcıya ait olmak üzere şart kılınsa,
bu şarta riâyet olunur. Çünkü Mecelle'nin seksen üçüncü maddesinde: "İmkân
ölçüsünde, şer'-i şerife uygun bulunan şarta uymak gerekir" hükmü yer alır.
Meselâ, vefâen satılan bir bağın üzümü, satıcı ile alıcı arasında yarı yarıya
paylaşılmak üzere, karşılıklı rızâ ile mukavele olunsa, bu mukaveleye göre amel
edilmesi gerekir. Ancak zikredilen menfaatlerin alıcıya âit olması şart
kılınmadığı halde, alıcı o menfaatleri izinsiz olarak istihlâk etse tazmin
etmesi gerekir. Çünkü vefâen satılan maldan meydana gelen mahsûle alıcı mâlik
olamaz. Ancak satıcının mubah ve helâl kılmasıyla istihlâk etmişse, satıcı bunu
alıcıya tazmin ettiremez. Mahsûl, alıcının haddi aşması veya kusuru
bulunmaksızın telef olsa, tazmin gerekmez. Ancak telef olan miktar kadar borçtan
düşülür. (Ali Haydar, Mecelle Şerhi, I, 664-667)

Borç para bulmaya veya bir borcu ertelemeye
yönelik bu gibi çareler, Ebû Hanîfe ve İmam Şâfiî'ye göre, yararlanma akit
sırasında şart koşulmaması kaydıyla câizdir.