Fecir | Konular | Kitaplar

Zühd ve Takvâsıyla Peygamberimiz .

Zühd ve Takvâsıyla Peygamberimiz



Zühd ve Takvâsıyla Peygamberimiz

 

Allah Resûlü, zâhidlerin en zâhidi, takvâlıların
en takvâlısıydı. Zühd; dünya ona verilse sevinmeme, bütün dünya elinden gitse
üzülmeme halidir. Bu hal, Allah Resûlü'nde doruk noktadadır. Bütün dünya O'nun
olsaydı, her halde bir arpa tanesi bulmuş kadar sevinmezdi. Bütün dünya, bir
anda elinden gitseydi, yine bir arpa tanesi kaybetmiş kadar üzülmezdi. O,
dünyayı kalben bu şekilde terketmişti. Ancak bu terk, hiçbir zaman kesben, yani
maîşet temini için çalışıp kazanarak da dünyayı terketmek değildir. Zira, kazanç
yollarının en mantıklısını ve en güzelini bize gösteren, yine Hz. Muhammed
Aleyhisselâm'dır. O'nun kesben dünyayı terk etmesi veya insanları buna teşvik
etmesi düşünülemez. Dünyayı terk, kalben olmalıdır. Buna en güzel delil de yine
Allah Resûlü'nün kurduğu İslâm Site Devleti'nin, kısa zamanda dünyanın en zengin
ve en güçlü devletlerinden biri hâline gelmesidir. Bir batılı düşünürün dediği
gibi, Allah Rasûlü'nün kurduğu bir büyük devletten, daha sonra tam 25 tane
imparatorluk ölçüsünde devlet doğmuştur. Osmanlı Devleti bunlardan sadece bir
tanesidir. Evet, zühdde temel düşünce bu olmalıdır.

Allah Rasûlü, peygamberliğin aydınlık iklimine
adımını attığı andan, dünya bütün debdebe ve ihtişâmıyla O'nun ayağının önüne
serildiği âna kadar hiç tavrını değiştirmedi. Hatta O, dünyaya geldiği anda
sahip olduğu mal varlığına, vefat ederken sahip değildi. Çünkü neyi var, neyi
yoksa hep dağıtmış ve infâk etmişti. Bakın maddî mirasına: Kayda değer olarak,
hanımlarının içinde bulundukları küçük odalardan başka bir şey yoktu. Onlar da
yine millete ait sayılırdı ki, analarımız vefat edince, hepsi de mescide dâhil
edilmişti. Oraya giden herkesin de bilebileceği gibi, bu hücreler mescidin bir
köşesine sıkışacak kadar dar bir yer işgal ediyordu. (Buhârî, Ferâiz 3; İbn
Kesîr, el-Bidâye, 5/306)