Fecir | Konular | Kitaplar

Fetih İşçileri; Gönül Fâtihleri

Fetih İşçileri



Fetih İşçileri; Gönül Fâtihleri:



 

İskender, Sezar, Darius, Konstantin, Muâviye,
Abdülmelik, Cengiz, Timur, Fâtih, Kanuni, Napolyon ya da Mısır, Yunan, Roma,
Bizans, Sâsâni, Emevî, Abbâsî, Osmanlı, Birleşik Krallık, ABD... Bütün bunların
hâkimiyet alanının büyüklüğüyle bir tek insan gönlünün büyüklüğü arasında bir
karşılaştırma yapsanız, hangisinin hâkimiyet alanı daha büyüktür dersiniz?



Bu soru karşısında hiç tereddüt etmeden
diyebilirim ki; bir tek insanın gönlü yeryüzünün en büyük imparatorluğundan daha
büyüktür. Ve elbette bir yüreği fetheden yürek fâtihi, tüm yeryüzünü istilâ eden
bir cihangirden daha büyük bir zafer kazanmıştır.

Hayber fethi öncesidir. Genç Ali (r.a.) atının
üzerinde, elinde kılıcı, hamâsî şiirler okuyarak bir sağa bir sola hamleler
yapmaktadır. Onu izleyen Allah Rasûlü "gel" anlamında işaret eder ve der ki:
"Yavaş ol ey Ali, vallahi senin elinle bir kimsenin hidâyet bulması, güneşin
üzerine doğduğu her şeyden (ya da kızıl tüyle develere sahip olmandan)
daha hayırlıdır." (Buhârî, Cihad4/58, F. Sahâbe 5/23, Meğâzî 5/171; Müslim,
F. Sahâbe 2406). Bölgenin en stratejik yerleşim birimi olan Hayber'in ele
geçirilmesi, hiç kuşkusuz büyük bir askerî başarıdır. Hayber'in müslümanlarca
ele geçirilmesi Medine İslâm devleti için bir dönüm noktası olmuştur. Bu
zaferden sonra Mekke müşrikleri bir daha Medine üzerine yürüyememişlerdir. Bütün
bu gerçeklere rağmen Rasûlullah'ın mesajı açık. Bir yüreği kazanmak, değil
Hayber gibi stratejik bir bölgeyi kazanmaktan, dünyanın tümünü ele geçirmekten
daha önemli ve kazanan insan için daha kârlıdır.

Gelmiş geçmiş bir komutan, hiçbir imparator,
hiçbir cihangir, hiçbir lider olaya böylesine insan merkezli bakamaz. Hiçbir
örnek, bir tek insanın ebedî mutluluğuna vesile olmanın ne büyük ödül olduğunu
bundan daha güzel ortaya koyamaz. Ve ancak bir peygamber, insan yüreğini tüm
fetihlerin zirvesine oturtur. Dünya merkezli, toprak merkezli, makam ve iktidar
merkezli, devlet ve egemenlik merkezli bir bakışaçısı, böylesine yüce bir tavrı
anlamakta zorlanacaktır. Hattâ, bu yaklaşımın yanlış olduğunu, siyasal
iktidarın, askerî başarının, devlet hâkimiyetinin bir değil; binlerce insanın
hidâyetine medar olacağını düşünenler bile çıkacaktır. Hayır, tarihî gerçekler
gözönüne alındığında durum hiç de öyle görünmüyor. Yani siyasal iktidarın,
askerî başarının ve devlet egemenliğinin yürek fethinin hiç de garantörü
olmadığının birçok tarihî örneği var. Bu örnekler de yukarıda dile getirilen
peygamberî yöntemin ne denli isâbetli olduğunu gösteriyor.

İşte birkaç örnek: Risâlet süresince en zor
dönem hiç şüphesiz Mekke dönemidir. Ancak, Saâdet Asrı İslâm inkılâbı, bu
dönemde kalbi fethedilen insanların omuzlarında yükselmiş, Medine döneminin
siyasal açıdan en görkemli ve hâkimiyet açısından en yaygın, askerî açıdan en
başarılı dönemlerinde dahi insan kazanımı açısından sayıda değil, ama kalitede o
zor ve mahrum dönemlerdeki kazanımların seviyesine ulaşılamamıştır. Hatta, şöyle
bir iddiada bulunmak daha aşırı bir yaklaşım olarak değerlendirilmese gerektir:
Zor zamanların kazanımı olan bir avuç insanın yaptığı muhteşem İslâm sitesini
kolay zamanların kazanımı olan "tuleka" kısa bir süre içerisinde temellerinden
sarsmıştır.

Yine İslâm akınları Anadolu'ya, Armenia'ya,
Azerbaycan'a, Fars Körfezine, Kafkasya'ya ve hatta Orta Asya'ya daha hicretin
ilk 50 yılında (milâdî VII. yüzyılın ikinci yarısı) yapılmıştı. Bu bölgelere,
İslâm imparatorluğunun en görkemli ve güçlü zamanların da defalarca yapılan
İslâm akınları bu bölgelerin yerli halklarında ciddi bir İslâmlaşmaya neden
olmamıştır. Şaşılacak bir gerçektir ki, adı geçen bu bölgelerde İslâm'ın yerli
halkların gönüllerini fethetmesi ilk akınlardan yaklaşık 200 yıl sonra IX. ve X.
yüzyıllarda ve üstelik İslâm'ın siyasal olarak çok zayıf ve paramparça olduğu
bir dönemde gerçekleşmiştir.

Bundan daha ilginç bir örnek de İspanya'dan,
Endülüs İslâm Devleti, İspanyol ve Fransız ortak güçler eliyle şehir şehir
yıkılıp müslümanlar tarihte eşine rastlanmamış bir katliama tâbi tutulurken,
cezâlarının ölüm olduğunu bile bile gayrı müslim İspanya yerlileri topluca
İslâm'a giriyorlardı. Bu tarihî gerçeği ünlü İngiliz tarihçi T. W. Arnold şöyle
dile getirir: "İslâm, İspanya'daki varlığının en son gününe kadar mühtedî
kazanmayı sürdürmüştür." (İslâm'ın Yayılış Tarihi, s. 153). Yine başka bir
İngiliz tarihçi Endülüs İslâm Devleti'nin yönetim merkezi Gırnata (Grenada)'nın
düşüp içerisinde yaşayan tüm müslümanların hıristiyan olmakla ölmek arasında
seçime zorlanmasının üzerinden 7 yıl sonra dahi İslâm'a girişlerin sürdüğünü
itiraf eder.

Kur'an Tarihi eseriyle haklı bir şöhret kazanan
ünlü oryantalist Thedor Nöldeke, İslâm'ın yayılışının kılıçla olduğu tezini
reddederek bu iddiada bulunan meslektaşlarına Suriye örneğini gösterir ve der
ki: "Pers krallarının onca zulümlerine rağmen, dinlerinden döndüremediği Suriye
hıristiyanlarını İslâm zor kullanmadan nasıl müslüman etti?" (Ebû'lfazl İzzetî,
İslâm'ın Yayılış Tarihine Giriş, İnsan Y. s. 124)

Hindli tarihçi el-Cüzecânî, Delhi'de Seyyid
Eşrefüddin'den dinlediği bir olayı aktarır. Bu olay, gönül fethiyle kazanılan
bir insanın işkence altında can vermesine rağmen yeni girdiği dini
terketmediğinin çok ilginç bir örneğidir: Semerkand hıristiyanlarından herhangi
biri İslâm ile şereflenince, bu beldenin müslüman halkı o kişiyi bağırlarına
basar ve ona büyük izzet ve ikram gösterirlerdi. O dönemde Çin'in güç sahibi
Moğollarından biri Semerkand'a girer. Nüfuz ve kudret sahibi olan bu Moğol'un
gönlü hıristiyanlığa meyilliymiş. Semerkand hıristiyanları bu nüfuzlu Moğol'un
önüne gelip derlermiş ki: "Müslümanlar çocuklarımızı hıristiyanlıktan çıkarıp
Muhammed'in dinine sokuyorlar. Bu gidişle bütün kapılar yüzümüze kapanıp
torunlarımız hıristiyanlıktan uzaklaşacak. Sen bu konuda bize yardım edebilecek
güce sahipsin." Bu şikâyet üzerine nüfuzlu Moğol, müslüman olan hıristiyan
gencinin huzuruna getirilmesini emreder. Hıristiyanlar yalvarıp yakararak, para
ve mal vaadiyle o genci İslâm'dan çıkmaya iknâ etmeye çalışırlar. Fakat o genç
bunu reddeder. Moğol yönetici bunun üzerine gence en ağır işkenceleri revâ
görür. O genç bu işkenceler altında ölünceye dek İslâm'da sebat eder ve sonunda
rûhunu teslim eder. Bu olaydan hayli etkilenen ve üzüntü duyan Semerkand İslâm
Cemaati bir dilekçe yazarak bir kurul eliyle bunu Berke Han'a ulaştırır. Olay
Berke Han'a aktarılıp İslâm hakkında Berke Han'a bilgi verilince Moğol Hakan'ın
gönlünde İslâm'a karşı bir sevgi belirir ve sonunda müslüman olur." (Cüzecânî,
Tabakat, Calcutta, Nasırî Neş. 1864, s. 448-449)

Bu bağlamda, tarihî bir gerçeği daha
hatırlamakta yarar var. Moğollar, çekirge sürüleri gibi XII ve XIII. yüzyılda
İslâm topraklarını baştan başa harâbeye çevirdiler. Mâmur İslâm kentlerini yerle
bir ettiler, insanları katlettiler, kıymet biçilemez dev İslâm kütüphanelerini
yaktılar. Bu korkunç vahşeti kahramanları olan Moğollar gâlip, müslümanlar da
mağlup olan taraf olmasına rağmen, aradan çok geçmeden gâlipler mağlupların
dinine girerek müslüman oldular. İslâm'ın muhteşem sanat eserlerini hoyratça
yerle bir eden vahşi ve bedevi Moğollar'ı İslâm kısa sürede medenîleştirdi. Hâlâ
İslâm medeniyetinin sanat şaheserlerinden biri olarak göz kamaştıran Tac Mahal,
bu ulusun İslâm sâyesinde nereden nereye geldiğinin çarpıcı bir örneğidir.



İslâm'ın gönül fethinin en güzel delili,
İslâm'ın yayılış tarihi üzerine çaplı bir araştırmanın yazarı olan T. W.
Arnold'un şu itirafıdır: "İslâm'ın en büyük insan kazanımlarını siyasal gücünün
en zayıf olduğu zaman ve mekânlarda gerçekleştirmiş olduğuna inananlardanım."
(Arnold, a.g.e., s. 265)

[1]

 




[1]
Mustafa İslâmoğlu, Yürek Fethi, s. 19-30