Fecir | Konular | Kitaplar

İnsandan Doğaya ve Eşyaya Fetih; Keşif

İnsandan Doğaya ve Eşyaya Fetih



İnsandan Doğaya ve Eşyaya Fetih; Keşif:



 

İlkokulda okuduğumuz Tabiat Bilgisi kitabı,
hayatı ikiye ayırarak başlardı: Canlı varlıklar, cansız varlıklar. Kuşkusuz bu
tasnif özünde ideolojik ve pozitivist bir bakış açısına dayanıyordu. Daha
doğrusu, modernizmin seküler tabiatını ele veren bir tasnifti. Oysa cevheri
itibarıyla hayat hep canlı ve hareketliydi. Molla Sadra'nın dediği gibi evren
bir nesne değil bir eylemdi; bilinçli, düzenli ve amaçlı bir eylem. Allah'ın
isimlerinden biri de "sürekli yaratan, yaratmayı kendisine meslek edinen"
anlamına gelen "Hallak" idi (36/Yâsîn, 81). Kur'an'ın bildirdiğine göre "O,
her an yaratmadadır." (55/Rahmân, 29). Bu Kur'ânî ifâde eskilerin dilinde
"her anda bir şanda" biçiminde kalıba dökülmüştü. Bir başka âyette bu gerçek
şöyle dile getirilir: "Kuşku yok ki, durmaksızın yaratan ve her şeyi bilen
sadece Allah'tır." (15/Hıcr, 86). O'nun her an yaratması, aslında varlığın
yerinde saymadığı, yaratılışın orijinal bir süreç olduğu ve canlı-cansız her bir
varlığın bu sürece tâbi olduğu anlamına geliyordu.

Hayat, O'nun Hayy ve Kayyum isminin
tecellîsiydi. Özünde hareket ve canlılık taşıyan her varlık ışığını O'ndan
almaktaydı. Doğa ve eşya da İlâhî kanuna tâbî idi ve kendisine verilen rolü
oynuyordu. Var olmak, kendi başına bir "anlamı olmak" demekti. Anlamı olan her
şey okumanın nesnesidir. Doğa ve eşya da insanın okuma eyleminin konusudur. Yani
doğa, Allah'ın kitaplarında bir kitaptır. Allah'ın kevnî âyetleri doğa ve
eşyanın içerisinde okunmayı beklemektedir. Kur'an bu gerçeği şöyle yansıtır:
"Hiç kuşkusuz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün farklılıklarında
öz akıl sahipleri için âyetler vardır. O öz akıl sahipleri ki, Allah'ı ayakta,
otururken ve yatarken zikrederler; Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde derin
derin düşünerek derler ki: Rabbimiz, bütün bunları boşuna yaratmadın."
(3/Âl-i İmrân, 190-191)

Bu âyetlerde, varlığı okuma demeye gelen ve
"derin düşünce" diye tercüme ettiğimiz "akleden kalbin ameline" Kur'an
"tefekkür" diyor. Tefekkür adı verilen bu tür bir okuyup, insanla eşya
arasındaki perdeyi kaldıran bir fetihtir. Bu tür insandan doğaya ve eşyaya
yönelik fetih, aynı zamanda keşiftir; yani, doğanın ve eşyanın sırrını örten
perdeyi aralamak...

Bu âyetlerde ifâde edilen gerçek şudur: Var olan
her şeyin bir anlamı bulunmaktadır. Allah'a iman anlamı inkâr demektir. Allah
var olduğu için varlık saçma değildir. Tersi, başta insanın kendisi olmak üzere
her şeyin saçma olduğu sonucuna götürürdü. "İsyan ediyorum, o halde varım"
diyerek isyanı kutsayan A. Camus, hayatı "absürd" olarak nitelerken, aslında
varlığın anlamı olan Allah'ı inkâr ediyordu. Aynı inkâra, İslâm'ın küfür olarak
nitelediği "ye's hali"ni sistematize eden Nihilistler (hiçciler) de düştü.
Hayatın, varlığın ve evrenin anlamını yadsıyan bu inkâr felsefesi, mensûbu olan
insanları ya mânevî ya da maddî intihara sürükledi.

Aslında Allah, insan ve doğanın da içerisinde
yer aldığı kâinat arasındaki hârika ilişkiyi Fritjof Capra'nın şu cümleleri
güzel ifâde ediyor: "Kozmos, teos ve insanlar. Başka bir deyişle kâinat ve
insanların oluşturduğu bağlam olmaksızın Tanrı'dan bahsedemiyorsunuz.
İnsanlardan da kâinat ve Tanrı olmaksızın söz edemiyorsunuz. Ve nihâyet
kâinattan da ufuk olarak Tanrı'nın ve seyirciler olarak insanların oluşturduğu
bağlam olmaksızın söz edemiyorsunuz." (F. Capra, Kâinata Mensup Olmak, İnsan Y.,
s. 130)