Fecir | Konular | Kitaplar

Bir Hayat Tarzı Olarak Fetih

Bir Hayat Tarzı Olarak Fetih



Bir Hayat Tarzı Olarak Fetih:



 

Fethin insanda bir hayat tarzına dönüşmesi,
mahlûkata "insan eksenli" bir bakışla mümkündür. İnsanın, Kur'an'ın ifâdesiyle
"sakîl. Ağır ve değerli" bir varlık olduğunu teslim etmeyen biri, yürek fethini
bir yaşam biçimine dönüştüremez. İnsan eksenli bir bakış, insanı şeref yönünden
daha aşağı varlıklar uğruna harcamayan bir bakıştır. Daha doğru bir ifâdeyle,
insanı hiçbir şey uğruna harcamayıp hayatı "insan kazanma" uğruna sebil eden bir
bakıştır.

Fethi hayat tarzı olarak seçen birinin insan
kazanma tutkusuna hırs adı verilemez. Oysa, örneğin kişinin para kazanma tutkusu
böyle değildir. O bir hırstır ve sahte bir kazançtır. Çok parası olan biri köle,
hizmetçi, yamak, çırak, badigart, koruma sahibi olabilir; ama bunların hiçbirine
"insan kazanma" denilemez. Olsa olsa "insan satın alma" denilebilir. Bu her iki
taraf için de sahici bir fazilet değil, kimi durumlarda alçaltıcı ve utanç
verici bir rezâlettir. Oysa, insan kazanmak her dönemde ve her yerde sahici bir
fazilettir. İki kazanımı böylesine birbirine zıt konuma oturtan sebep, kazanıma
konu olan şeylerin nitelikleridir. Bilinen bir gerçektir ki, insan kazanmak,
insan yüreğini fethetmekle mümkündür ve paranın kalbi yoktur.

Fethi bir hayat tarzına dönüştürmek insana bir "kitab"
olarak bakmakla mümkündür. İnsan, her bir satırı altı çizilerek dikkatle
okunmayı bekleyen mukaddes bir kitaptır. Bu kitabı okuma işini tarihin tanıdığı
hemen tüm hakîmler "kendini bilmek" olarak formüle etmişlerdir. Kendini bilmek,
yani "insanı okumak". İnsan bilmecesini çözen, Allah'ı bulur. İşte nedenle insan
okunmalıdır. Okumak, bir arayışın ürünüdür. İtici gücü ise gerçeğe duyulan
meraktır. Yaratanı merak eden yaratılanı da merak eder. Müessiri merak edip de
eseri görmezden gelmek ne mümkün? Her müessir büyüklüğünü eserinde sergiler.
İnsan Allah'ın şaheseridir. Bu nedenle eseri tanıyan müessiri tanır, eseri öven
müessiri över. Eskiler bu gerçeği şu veciz ibâreyle formüle etmişler: "Nakş-ı
medih nakkaşa râcîdir."

İnsanın kazanılması ne denli büyük bir saâdetse,
kaybedilmesi de o denli korkunç bir felâkettir. Bu nedenledir ki, insan kazanımı
tüm kazanımların, insan kaybı da tüm kayıpların sebebidir. Toplumsal hayatın bir
cennet ya da cehenneme dönüşmesi bu sebebe mebnîdir. Olumlu ya da olumsuz tüm
toplumsal dönüşümler, kazanmak ya da kaybetmekle ilintilidir. Onun içindir ki
Rahmânî vahiy de şeytânî vahiy de insanı hedef alır. Kazanılan her insan
evrensel koronun kozmik armonisine katılmıştır. Kaybedilen her insansa sosyal
kaosun cehennemine odun taşıyan bir "hammâlete'l-hatab"tır. Dokunun bozuluşu
organizmanın bozuluşuna zemin hazırlar, hücrenin bozuluşu ise dokunun bozuluşa.
Toplum doku, birey ise hücredir. Toplumsal kokuşma bireysel kokuşmayla başlar.
Elbette tersi de geçerlidir.

Sorumluluğunun bilincinde her insan çevresiyle
ilgilenir. Çünkü, insanın sorumluluk alanına çevre de girer. İçinde yaşadığı
topluma karşı sorumluluk hissetmeyen, hemcinslerine karşı yükümlülüklerini
yerine getirmeyen insan, suçlu sayılmasa dahi kesinlikle vebal altındadır.



İnsan sosyal bir varlıktır. Bu nedenle hiçbir
eylemi toplumdan bağımsız düşünülemez. Bireysel gibi duran davranışlarının dahi
toplumsal bir boyutu vardır. Sosyal bir yozlaşmanın yaşandığı bir toplumda
hiçbir fert, üyesi olduğu toplumun bu yozlaşmasından kendisini müstağnî ve
sorumsuz addedemez. Hz. Peygamber'in hârika bir benzetmeyle ümmeti yaşayan bir
uzviyete, yani bir insan bedenine benzettiği bir gerçektir. Öyle bir uzviyet ki,
her bir şahsiyet bu bedenin kromozomu, her bir âile bu bedenin hücresi, her
cemaat bu bedenin dokusu, her bir ulus, kavim bu bedenin organı hükmündedir.
Bunlardan ayrı olarak bu hücreler, dokular ve organlar arasında iletişimi
sağlayacak bir sinir sistemi, bunların hayâtiyetini sürdürecek bir kan dolaşım
sistemi, bir sindirim, solunum ve üreme gibi bütün bedenin hayatî
fonksiyonlarını sağlayan sistemler gereklidir. Nasıl ki bedenin çeşitli
mikroplara ve virüslere karşı bir savunma mekanizması varsa, ümmet
organizmasının da sosyal hastalıklara karşı bir savunma mekanizması olmalıdır.
İnsan bedeninin direncini sağlayan bağışıklık sistemi, ümmet organizması için de
geçerlidir. Eğer fetih, en azından ümmet içerisinden birtakım insanların hayat
tarzına dönüşürse, o insanlar ümmet bedeninin savunma mekanizması işlevini
üstlenecek, hayâtiyetini yitirmiş organları oluşturdukları canlı hücrelerle
yeniden hayata döndüreceklerdir.

Sorumluluğunun bilincinde her insan, mutluluğun
öbür adı olan İslâm'dan uzak yaşayan her bireyin sancısını bağrında
hissetmelidir. İsyanı kutsayan kentlerin fücur akan caddelerinden sele kapılmış
çiçekleri birer birer toplamalıdır. İnsan yüreğini acımasızca kundaklayan
modernizmin çıkardığı küresel yangından bir can kurtarmanın savaşını vermelidir.
İnanan her insan şu duyguyu taşımalıdır: Elimi uzatabileceğim halde uzatmadığım
için yüreği kundaklanan her insanın katili olarak beni hesaba çekecekler. Gel,
diyecekler, sen elinden tutsaydın bu insan şimdi ateşe mahkûm olmayacaktı. Sen
sorumluluğunu yerine getirseydi, Kitab mahzun olmayacaktı. Fetih işçisi
olsaydın, zaman ve mekân ihânete uğramayacaktı.

"Bir benimle ne çıkar?" demeyeceksin. Baharın
haberini karın altında, kışa inat açan kardelenlerin verdiğini unutmayacaksın.
Kim var, diye sağa sola bakmayacaksın. "Ben varım!" diyecek ve yürüyeceksin.
Caddelerde gördüğün câhil yığınlara, güneşi ceketinin astarında kaybetmiş
kitlelere, yüreğinden habersiz göğsüne takacak sahte muskalar arayan
kalabalıklara acıyacak, onlar arasında gördüğün cins tohumlara toprağı işaret
edeceksin. Cins tohumu, cins toprakla buluşturan cins bahçıvan olacaksın. Uygun
iklimi ise Allah verecek.

Bırak otçuların gözü yoncada olsun. Senin gözün
daima insanda olacak. Hammaddesi makbul fakat adresini yitirmiş birini
gördüğünde, "bundan ne güzel müslüman olur" diyecek ve tüm yüreğinle hidâyeti
için duâ edeceksin. Onu kimliğini yitirmiş bir halde gördüğünde kahrolacak,
elinden bir şey gelmiyorsa dahi, yüreğin bir peygamber yüreği gibi yanıp
"Allah'ım, onları affet, onlara hidâyet et, çünkü onlar bilmiyorlar!" diye
yakaracaksın. Arşın kapısına onlar için asılacak, yüreklerinin mührünü çözmesi
için başını o kapının eşiğine vuracak, vuracaksın.

İslâm'ı İslâm'ın dostlarından değil,
düşmanlarından öğrenen insanlar için hüküm verip infaz etmeyeceksin. Birçoğunun
reddettiği İslâm'ın Allah'ın İslâm'ı değil, babalarının İslâm'ı olduğunu bilecek
ve onu zâten senin de reddetmen gerektiğini hatırlayacak, onu kınamak yerine,
kanlık yüreğine ışık tutacak, sevgiden oltanı gönül ummânına şefkatle atacaksın.
O kendine, mezhebine, meşrebine, partine, kliğine, cemaatine, derneğine değil;
öz benliğine çağıracak, "varlık sorununu" nasıl çözdüğünü soracaksın. Nereden
gelip nereye gittiğini, ölüm hakkında ne düşündüğünü, mutluluktan neyi
anladığını soracaksın. Hiç kendisiyle başbaşa kalıp kalmadığını, hayal kurup
kurmadığını, rüya görüp görmediğini, sevip sevmediğini, özleyip özlemediğini,
ağlayıp ağlamadığını, içinin nelere sızlayıp nelere sızlamadığını soracaksın.



Önce seveceksin. Garazsız ve ivazsız,
pazarlıksız, bedelsiz seveceksin. Sevginin illeti ölümsüz olacak, ki sevgin de
ölümsüz olsun. Dâvet yemeğini sevgi kaşığıyla sunacaksın. Sevgiden başka bedel
beklemeyeceksin, ki sevginin bedeli sadece sevgidir, ondan başkası sevgiyi
"ucuz"a vermektir. Benim ücretim yalnızca O'na âittir, diyeceksin. Tüm
faturaları yakarak yola çıkacaksın, ki ileride fatura çıkaramayasın. Bir insanın
yüreğinin aydınlanmasına vesile olduğunda dünyanın tapusunu sana vermişler gibi
sevineceksin. Bir âdem bir âlemdir diye çıktığın yolda dirilişine sebep olduğun
her bir insanın mânevî anası olmanın haklı gururunu duyacaksın. Öldürmek için
doğuran zavallılara karşı diriltenler ve gerektiğinde diriltmek için ölen
bahtiyarlar arasında olmanın şükrünü edâ edeceksin.

Yitirilmiş her bireye, yitirilmiş hikmetin gibi
bakacaksın. Hikmetini bulmak için gözün insanda olacak. Bulduğunda sana yeni
nâzil olmuş bir âyet gibi okuyacaksın. Tefsir edecek, te'vil edecek, şerh
edeceksin. Yüreğinle yüreğini bulacak, onun yüreğini hedef alıp oradan
vuracaksın. İnsan âyetiyle Kur'an âyetini buluşturup aralarından çekileceksin.
İnsanla İslâm'ın arasından başka engelleri kaldırayım derken, kendin engel
olmayacaksın. Ona vesile olmayı, onu minnet altına almanın bir gerekçesi olarak
kullanmak gibi çirkin bir yola girmeyeceksin. Aksine, seni hidâyete vesile
kıldığı için Allah'a minnet edeceksin.

İşte fetih bu şekilde bir hayat tarzına
dönüşecek. Ve fetih, yalnızca küresel planda değil; evrensel planda da
gerçekleşecek.