Fecir | Konular | Kitaplar

A) Savaşla ele geçirilen arâzîler

A



A) Savaşla ele geçirilen arâzîler

 

Düşman toprakları zorla (anveten) ele
geçirilmişse, İslâm devlet başkanı, bu topraklara şu üç statüden birisini
uygulayabilir:

1) Bu arâzîleri savaşa katılanlar arasında
paylaştırabilir. Hz. Peygamber'in Hayber topraklarını taksim etmesi gibi.

2) Arâzîleri eski sahiplerinin ellerinde
bırakabilir. Bu taktirde onlara şahısları için cizye, arâzî leri içinde haraç
vergisi bağlar. Arâzî , haraç arâzî si, gayri müslim olan halk da zimmî olur.
İhtiyaç olması halinde ğanîmet i hak sahipleri arasında taksim etmek daha
uygundur. Ancak buna ihtiyaç yoksa, gelecekte müslümanlar lehine bir güç
oluşturmak için, eski sahiplerinin elinde bırakmak daha uygun olabilir.

İslâm hukukçuları, savaş ğanîmet lerinin,
ğanîmet i hak eden sahiplerine taksim edilmesinin câiz oluşunda görüş birliği
içindedirler. "Biliniz ki, savaştan ğanîmet  olarak aldığınız herhangi bir
şeyin beşte biri, mutlaka Allah'ın, peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin,
düşkünlerin ve yolcularındır" (8/Enfâl, 41) âyeti bu konuya delil
gösterilmektedir. Bu duruma göre, ğanîmet lerin beşte biri âyet te
zikredilenlere veya İslam devletine, beşte dördü ise, diğer hak sahibi gazilere
aittir.

Hz. Peygamber'in kavlî ve fiilî sünneti de buna
delildir: "Herhangi bir yerleşim merkezine girip yerleştiğiniz zaman, orada
sizin hisseniz vardır. Allah'a ve Rasûlüne karşı gelen bir yerleşim merkezini
ele geçirdiğinizde ise, buranın beşte biri Allah'ın, peygamberinin, sonra
sizindir" (Ebû Ubeyd, el-Emvâl, Kahira, 1353 H., s.57). Bu hadiste ilk ele
geçirilen yerden "fey' " arâzî leri ikincisinden ise savaşla ele geçirilen "ğanîmet
" toprakları kastedilmiştir. Hz. Peygamber yine zorla fethedilen Hayber
topraklarını ğanîmet  haklı sahiplerine taksim etmiştir. Medine halkı İslâm'a
girince, menkul ve gayri menkul mallarının sahibi olarak kalmışlardır. Allah
Rasûlü Mekke'yi zorla (anveten) ele geçirmiş, fakat topraklarını gazilere taksim
etmemiştir (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâm; ve Edilletüh, V, 533, 534).

Hanefî  ve Hanbelilelere göre, İslâm devlet
başkanının fethedilen arâzî ler üzerinde, gâzilere taksim etme veya vakıf hâline
getirme yetkisi vardır. Nitekim Hz. Ömer hilâfeti zamanında fethedilen Suriye,
Irak ve Mısır topraklarını vakıf hâline getirerek, "fey'" hükümlerini
uygulamıştır. Burada arâzî nin kuru mülkiyeti (raKâbesi) devletin, yararlanma
hakkı ise zilyed olarak daha önceki sahiplerinin olur. Irak toprakları
fethedilince gâziler buranın kendilerine taksim edileceğini bekliyorlardı. Hz.
Ömer dağıtmak istemeyince, uzun müzâkere ve istişareler oldu. Hz. Zübeyr,
Abdurrahman b. Avf ve Bilâl Habeşî ile aynı düşüncede olanlar,.bu toprakların
ğanîmet  olarak kabulü ile Rasûlullah'ın Hayber topraklarını dağıttığı gibi
gâzîlere dağıtmasını istediler. Muaz b. Cebel ve Hz. Ali gibi sahabe büyükleri
de Hz. Ömer'i desteklediler.

Hz. Ömer şöyle diyordu: "Bu toprakları
dağıtırsam sizden sonra gelecek müslümanlara ne kalır. Onlar toprakların
ahalisiyle birlikte taksim edilmiş olduğunu, babalardan oğullara miras olarak
intikal ettiğini, böylece kendilerinin her şeyden mahrum edilmiş olduklarını
görecekler. Bu görüş, görüş değil". Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf; "Görüş
dediğin nedir? Arâzî  ve sahipleri Allah'ın gâzilere ihsan ettiği fey' ve
ğanîmet lerden başka bir şey değildir" dedi. Hz. Ömer şöyle cevap verdi: "Onlar
senin dediğin gibidir. Fakat ben meseleyi öyle görmüyorum. Allah'a yemin ederim
ki, benden sonra müslümanlara çok şeyler sağlayacak bir ülke fethedilmez. Aksine
fethedilen ülkelerin müslümanlara maddî bakımdan bir yük ve külfet olması da
muhtemeldir. Irak ve Şam arâzî leri işleyicileri ile birlikte taksim olunursa, o
zaman kaleler nasıl korunur? Daha sonra gelen nesillere, yetim ve dullara Irak
ve Şam arâzî sinden ve diğer beldelerden ne kalır?" Toplantıda bulunanlar bu
defa; "Allah'ın bize kılıçlarımızla ihsan ettiği ğanîmet leri savaşa katılmayan,
taksime bile yetişmeyen kimselere, onların çocuklarına ve ortada hiç mevcut
olmayan daha sonraki çocuklarına mı vakfedeceksin?" dediler.

Muaz b. Cebel; "Vallahi bu toprakları dağıtırsan
hoşa gitmeyen şeyler ortaya çıkar. Toprağın büyük bir kısmı müslümanların eline
geçer. Sonra bu sahipler zamanla ortadan kalkar ve büyük topraklar bir kişinin
elinde toplanır. Onun için bu topraklara şimdiki müslümanların da, sonra gelecek
olanların da faydalanmasını sağlayacak bir statü ver."

Hz. Ömer bu arada Kur'an-ı Kerîmden fey' ile
ilgili şu âyetleri delil olarak göstermiştir:

"Allah'ın fethedilen diğer düşman ülkeleri
ahalisinden peygamberine verdiği ‘fey' Allah'a, peygamberine, hısımlara,
yetimlere, yoksullara, yolda kalanlara aittir. Ta ki bu mallar, içinizden yalnız
zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size ne verdi ise onu
alın, size ne yasak etti ise ondan da sakının"
(59/Haşr, 7). "Bilhassa o fey hicret eden yoksullara ait olup, onlar Allah
'tan fazlu inâyet ve hoşnutluk ararlar" (59/Haşr, 8, bkz. âyet, 6, 9, 10).

Yukarıdaki âyetler, umumî olarak ğanîmetin
taksiminden söz eden el-Enfâl Suresi kırkbirinci âyet i tahsis etmiştir. Yani
ğanîmet  âyet i, menkul ve gayr-i menkul tüm malları kapsamına alır. Haşr
Suresindeki fey' âyet leri ise, ğanîmet i arâzî ler dışındaki menkullere tahsis
etti. Haşir Suresindeki âyet ler, savaşla veya savaşsız alınan topraklar
üzerinde devlet başkanına maslahata göre tasarruf yetkisi verir. Hz. Peygamber
Hayber toprakları için Enfâl âyet iyle, Hz. Ömer ise Suriye, Irak ve Mısır
toprakları için fey' âyet leriyle amel etmiştir. Buna göre, fey' âyet i bütün
mü'minleri içine alır. Bu gayri menkuller üzerinde hak sahibi olmada, sonradan
gelenler önceden gelenlere ortak olurlar. Bu, ancak arâzî leri taksim etmemekle
gerçekleşir. Bunlar vakıf sayılır, fakat miras yoluyla geçebilir. Gerçek vakıf
ise mirasla geçmez (Ebû Yûsuf, Kitabü'l-Harac, Mısır 1352 H, s.75, 83,85; Ebû
Ubeyd, el-Envâl, Kahîra 1968, s.94; Muhammed Hamidullah, el-Vesâiku's-Siyâsiyye,
s.314, vesika: 325; Ali Şafak, İslâm Arâzî  Hukuku s.146-149; Fahri Demir, İslâm
Hukukunda Mülkiyet ve Servet Dağılımı, s.202-207; Hamdi Döndüren, Delilleriyle
İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s.572, 573; ez-Zühaylî, a.g.e., V, 532-537).

Hz. Peygamber bazı beldelerin topraklarını eski
sahiplerinin ellerinde bırakmış ve taksim etmemiştir. Meselâ; Mekke'yi kılıç
zoruyla fethetmiş, arâzî lerini gâzilere dağıtmamıştı. Yine Kurayza, Nadîr ve
Arap yurtlarından diğer yurtlar fethedilmiş, ancak Hayber dışında bunlardan
hiçbirinin toprakları taksim edilmemiştir. Bu konuda Devlet başkanı muhayyerdir.
Dilerse, Rasûlullah (s.a.s.)'in yaptığı gibi taksim eder, dilerse, yine
Rasûlullah'ın Hayber dışındaki toprakları eski sahiplerinde bıraktığı gibi
bırakır. Bu ikinciler fey' topraklarını oluşturur (ez-Zühaylî, a.g.e, V, 537).

Hz. Ömer Irak topraklarını eski sahiplerinin
elinde bırakırken Haşr Suresi'nin fey' âyet lerine (âyet , 6-10) dayanmıştır.
Arâzî ler için haraç, gayri müslim sahipleri için ise cizye vergisi bağlamıştır.
Bu uygulama, müzâkere ve istişâreler sonucunda sahabenin icmaı ile ortaya
çıkmıştır. İşin başında Bilâl ve Zübeyr (r.anhüma) gibi sahabiler karşı çıkmışsa
da, sonradan onlar da bu görüşe katılmışlardır (Ebû Yusuf, Haraç, 27, 35;
ez-Zühaylî, a.g.e., V, 537).

Şam ve Mısır toprakları fethedildiği zaman ordu
komutanları bu yerlerin hükmünü Hz. Ömer'den sormuşlar, Halife de şu cevabı
vermiştir: "Arâzî yi sahiplerinde bırak, menkul ğanîmet leri muhariplere dağıt.
Böyle hareket, tedbirimiz gereği, müslümanların yararı içindir..." İlk
devirlerde başlayan bu fey' uygulaması, sonraki devirlerde aynen devam etmiş,
Osmanlılarda mîrî arâzî  uygulamasının temelini teşkil etmiştir. Emevi halîfesi
Ömer b. Abdilaziz valilerine gönderdiği mektuplarında şöyle yazmıştır: "Arâzî 
sahiplerinden kim müslüman olursa o anda elinde bulunanların hepsi
kendisinindir. Ama evi ve arâzî leri müslümanların olmakta devam eder.
Çünkü-onlar Allah'ın bir fey'idir" (İbn Zenceveyh, Kitabü'l-Emvâl, Arapça Uzm.,
Burdur Kütüphanesi, No: 183; Yahya b. Adem, Kitabü'l-Haraç, thk. Ahmed Muhammed
şakir, Kahîra 1347 H., s.52, 62'den naklen Ali Şafak, a.g.e., s; 150).