Fecir | Konular | Kitaplar

b) Mukâseme hâracı.

b

b) Mukâseme hâracı.


Haraç arâzîsinden elde edilecek ürünler belli
oranlarını vergi olarak almaktır. 1/2,1/3, 1/4'ünü almak gibi. Burada uygulama
öşür gibi olur. Ürün çok olursa Devletin payı büyük olur, az olursa azalır. Hiç
ürün olmazsa, toprak sahibi vergiden muaf sayılır. Bir yılda birden fazla ürün
almışsa, vergi de buna göre tahakkuk ettirilir. Ancak alınacak miktarın 1/2'yi
geçmemesi esası benimsenmiştir. Hz. Peygamber Hayber ve Fedek arâzîlerine bu
çeşit vergi koymuş ve burada oturan yahudilerden 1/2 nisbetinde, yani çıkan
ürünün yarısını almıştır. Ancak yahudiler bu topraklarda mülkiyet hakkını
kaybettiği için, onlarla yapılan bu anlaşmanın bir "zirâat ortakçılığı" olduğunu
söyleyen bilginler de olmuştur (el-Kasânî, II, 62, vd.: Ebû Yûsuf, Kitabü'l-Harâc,
s. 38, 55; el-Mâverdî, a.g.e., s. 146, 152; el-Meydânî, el-Lübâb, s. 350; Ebû'l-Ulâ
Madin, "Harâc", İA., V/I, 222).

el-Ferrâ' (ö. 458/1066), bu iki çeşit harâcın üç
özellik dikkate alınarak belirlenebileceğini söyler. Arâzînin dönümü, ekinin
dönümü, ondalık hesabı ile ürünün kendisi (Ebû Ya'lâ, el-Ferrâ, el-Ahkâmü's-Sultâniyye,
Mısır 1938, s. 152).

İslâm hukukçuları, gayr-i müslime ait bir mülk
olan haraç arâzîsine yalnız harâc vergisi konabileceği, öşür gerekmediği
konusunda görüş birliği içindedir. Müslümana ait öşür arâzîsine de yalnız öşür
gerekir. Müslümanının satın aldığı veya mülk edindiği harâc arâzîsinin zekâtı
konusunda bazı görüş ayrılıkları vardır. Böyle bir arâzînin yalnız harâc vergisi
devam eder, yahut öşürle harâc birlikte mi uygulanır. Yahut da harâcı öşre mi
dönüşür gibi.

Hanefîlere göre, müslümana intikal eden arâzî
harâc arâzîsi ise, harâc vergisi devam eder, ayrıca, çıkan ürüne öşür gerekmez.
Öşürle harâc tek arâzîde birleşmez. Bu görüşü savunanlar Abdullah b. Mes'ûd
(r.a)'ın naklettiği şu hadis-i şerîfe dayanırlar. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle
buyurur: "Öşür ve harâc, müslümanın toprağında birleşmez" (ibnü'l-Hümâm,
a.g.e.,, IV, 366). Ancak bu hadisin zayıf olduğu, hadis sabit olsa bile,
buradaki harâcın cizye anlamında olabileceği ileri sürülmüştür. Diğer yandan
harâc hükümleri uygulanan geniş topraklarından, ne dört halife döneminde ve ne
de daha sonra öşür talep edilmemiştir. Bu da icmâ anlamına gelir. Yine harâc ve
öşürün sebebi birdir: Bu da tarıma elverişli toprak olmasıdır. Bir malda iki
zekât birleşemediği gibi bir arâzîde harâc ve öşür de birleşmez (İbnü'l-Hümâm,
a.g.e., IV, 365 vd; el-Kâsânî, a.g.e., II, 57; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 154).

Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre ise, harâcla
öşür, bir arâzîde birleşebilir. Zekâtın farz olduğunu bildiren âyet ve
hadislerin umum ifade etmesi, hem öşür, hem de harâc iki ayrı haktır. Öşürde
ibadet, haraçta ise ceza (ukûbet) anlamı vardır. Öşür, elde edilen ürüne, harâc
ise zimmete bağlı olur. Öşürün sebebi, çıkan ürünün kendisi olup, onsuz
bulunmaz. Harâcsız sebebi ekilip biçilmezse bile arâzînin tarıma elverişli
olmasıdır. Öşür fakirlere, harâc ise toplum yararına veya cihada sarfedilir.
Öşürün delili nass, harcın ise, toplum yararına dayalı ictihadtır. Bütün bu
ayrılıklar sabit olunca, öşür ve harâcın aynı arâzîye birlikte uygulanmasının
mümkün olduğu anlaşılır (eş-Şîrâzî, el-Mühizzeb, s. 157; İbn Kudâme, el-Muğnî,
II, 725, 727; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletühu, II, 823, 825).

Harâc arâzîsinin satışı veya satın alınması
mümkün ve câizdir. Ebû Yusuf (ö. 182/798), Necranlılardan birisinin elindeki
harâc arâzîsini, bir müslümana veya zimmîye satması halinde, harâcının
değişmeyeceğini, yeni mâlikten ayni verginin alınacağını befirtir (Ebû Yûsuf,
Kitabü'l-Harâc, s. 75). Bir kimse harâc arâzîsini kendiliğinden öşür arâzîsine
çevirmeyeceği gibi öşür toprağını da harâc toprağı yapamaz (Ebû Yûsuf, a.g.e.,
s. 85, 86).

İmam Mâlik (ö. 179/795), zimmîlere ait bir
arâzînin aslının satılıp satılmayacağı, sorusuna şu cevabı vermiştir: "Bu konu
ihtilaflıdır. Satan kimseler ve arâzîleri silâh zoruyla alınmış, sonra da
kendilerine bırakılmışsa, bunlar arâzîlerinin aslını satamazlar, satın
alamazlar. Çünkü toprakları ve kendileri müslümanlarındır. Eğer bu arâzîler sulh
yoluyla keıidilerine bırakılmışsa, bu takdirde satabilirler ve istedikleri gibi
tasarrufta bulunabilirler. Ashâb-ı Kiradan Abdullah b. Mes'ud (ö. 32/652) böyle
bir arâzî satın almıştır (Mâlik 6. Enes, el-Müdevvene, Bağdad 1970, tıpkı basım,
IV, 273). Hz. Ömer'in harâc arâzîler .için koyduğu satış yasağı, bazı yanlış
anlamalara yol açmıştır. Ancak bu yasak, silâh zoruyla fethedilen ve kuru
mülkiyeti (RaKâbesi) devletin elinde tutan, önceki gayr-i müslim sahiplerine
yalnız yararlanma hakkı (intifa hakkı) verilen harâc arâzî çeşidi ile ilgilidir
(bk. Ali Şafak, İslâm Arâzî Hukuku, İstanbul 1977, s. 117,118).

Harâc arâzîsinin, sahipleri tarafından kiraya
verilmesi de câizdir. Nitekim İbn Sîrîn'in harâc arâzîsini üçte bir, dörtte bir
ite kiraya verdiği nakledilir. Harâc arâzîsi müslüman tarafından kiralanırsa,
harâcı (vergisi) kuru mülkiyete sahip olana aittir. Ebû Hanîfe'ye göre, kira
akdinde harâc mâlike; âriyette ise, âriyet alana (müsteîr) aittir (el-Mâverdî,
a.g.e., 119, 151; İbn Kayyim, Ahkâmu Ehli'z-Zimme, thk. Subhi salih, 1. baskı,
Şam 1381/ 1961, I, I22, 123).

Öşrün, bir İslâm toplumunda yoksul kesime
sarfedilmesine karşılık, harâc vergileri, devlet tarafından toplumun maslahat ve
ihtiyaçları gözetilerek serbestçe tasarruf edilebilir (Muhamed Hamidullah, İslâm
Peygamberi, terc. M. Sait Mutlu-Salih Tuğ, İstanbul 1966-69, II, 220; Ebû'l-Ulâ
Mardin, "Harâc", İA., V/1, 224).

[1]



[1]
H. Döndüren, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 333-334