Fecir | Konular | Kitaplar

Dâvetçi Açısından Af ve Müsâmaha .

Dâvetçi Açısından Af ve Müsâmaha

Dâvetçi Açısından
Af ve Müsâmaha

Muhâtabına şefkat ve
merhametinin bir özelliği olmak üzere dâvetçi, şahsına yöneltilen hücum ve
hakaretleri, eziyet ve mihnetleri, eline fırsat geçtiği zaman intikam almaya
kalkmadan affetmeli, seviyesiz ve cahilce yapılan itiraz, itham, zulüm, cefâ
veya talep ve isteklere karşı müsâmahakâr bir ruhla muâmelede bulunmalıdır.
Bütün bu nâhoş tavır ve
fiilleri işleyerek suçlu duruma düşen bir kimse, dâvetçi tarafından mutlaka
cezalandırılmayı beklerken hiç ummadığı bir şekilde afla karşılaşıverdiği zaman
onda bu muâmele, psikolojik bir tesir icrâ ederek âdeta bir ruh inkılâbı meydana
getirir ve muhatap, dâvetçiye en büyük düşman iken, birdenbire dâvetçinin en
samimi bağlısı ve yardımcısı olabilir. O halde Cenab-ı Hakk'ın, Rasulüne
emrettiği üzere, hıyaneti sabit olanların bile suçunu bağışlayarak müsâmahalı
davranmak[1],
İslâmî dâvetin metodlarından biridir.
Günümüz dâvetçisi,
Rasulullah'ın yolundan giderek nefsî kin ve düşmanlıklarını, grupçu görüş ve
ayrılıklarını bir tarafa atarak muhâtabını, şayet varsa işlediği suçlarından
dolayı affetmesini bilmelidir. Allah, müttakî mü'minlerden öfkelerini
yutmalarını ve affedici olmalarını istiyor. Muhâtaplarımıza düşmanca tavır
takınmamalı ve onlara güzel sözler söylemeli, yumuşak üslûpla hakkı tebliğ
etmeliyiz. Ancak zâlimlere kızmalı, onların zulümlerini bırakmalarına vesile
olacak yolları bulmaya çalışıp onları bu kötülükten kurtararak onların
hidâyetini/kurtuluşunu istediğimizi belli etmeliyiz. Kişilere değil; kötülüklere
düşman olmalı, günahkârı değil, günahı kınamalıyız. Kişiye nefis müdafaası
yaptıracak kötü sözlerden ve muhâtabın şahsiyetini rencide edecek tavırlardan
kaçınmalıyız. Muhâtabımızın en son yıkacağımız putu, nefis putu olmalıdır,

Bütün bu metotların hassâsiyet
ve titizlikle uygulanması, tamamıyla adam kazanma ve kazanılan adamı kaybetmeme
gayretinden ileri gelmektedir. İslâm'ın insana verdiği değeri bilmeyen yoktur.
Cenâb-ı Hakk'ın, diğer mahlûkatı emir ve hizmetine verdiği insanoğlunun hidâyeti
için çalışmak, dâvetçinin vazifesidir ve bu uğurda yaptığı çalışmalar
vesilesiyle Allah'ın tek bir kişiye hidâyet nasip edivermesi, dâvetçi için çok
büyük değer ifade eder. Hz. Peygamber'in Hayber Gazvesi esnasında Hz. Ali'ye
söylediği gibi, bir müslüman için onun vasıtasıyla tek bir kişiye Allah'ın
hidâyet vermesi; kızıl cins deve sürülerine sahip olmasından[2]
ve bir vesile ile ifade buyurdukları gibi, üzerine güneş doğan her şeyden daha
kıymetli ve daha hayırlıdır.
Bu ölçü göz önünde
bulundurulursa Hz. Peygamber'in her karşılaştığı insanın iman etmesini sağlamak
için her meşrû çare ve her metoda başvurarak fevkalâde gayret sarf etmesindeki
hikmet, gayet güzel anlaşılır. Hakem bin Keysân esir edilmiş ve Rasulullah'a
getirilmişti. Hz. Peygamber, ona İslâm'ı arz etti, fakat o kabul etmedi.
Rasulullah onu yine dâvet etti ve uzun müddet teklifini tekrarladı. O kadar ki
Hz. Ömer dayanamadı ve
"Yâ Rasulallah, ne diye bununla
uğraşıp duruyorsun?! Vallahi, bu kat'iyyen müslüman olmaz. Bırak da şunun
boynunu vurayım, canını cehenneme yollayayım" dedi. Fakat Hz. Peygamber buna
kulak asmadı ve Hakem'i İslâm'a dâvete devam etti. Nihayet o müslüman olunca
Rasul-i Ekrem, ashâbına döndü ve
"biraz önce size uysaydım
onu öldürecektim ve o cehennemlik olacaktı!" buyurdular. Hz. Ömer'in
ifadesiyle bundan sonra Hakem, ihlâslı bir müslüman olmuş ve Allah yolunda
cihadlara katılmıştır."[3]



[1]
Mâide: 5/13.

[2]
Buhâri, Cihad: 102.

[3]
Ahmed Önkal, Rasulullah'ın İslâm'a
Dâvet Metodu, s. 339-343. Ahmet Kalkan Kur'an Kavram Tefsiri.