Fecir | Konular | Kitaplar

Af Yetkisi Kime Aittir?

4

4) Af Yetkisi Kime Aittir?


İnsanlar, kendilerine karşı yapılan
kusurları hoş görme hakkına sahiptir, ama bir başkasına karşı yapılan haksızlığı
hoş görmekten söz etmek gülünç olur. Hele bu, bir insanın Allah'a ve O'nun
dinine karşı işlediği cinayeti bir başka insanın hoş görmeye kalkması biçiminde
tezâhür ederse, düpedüz haddi aşmak olur. İnsan, birinin kendisine küfretmesini
hoş görebilir. (Özellikle askerde veya çoğu kahvehane kültüründe bu hoş görü
sonuna kadar geçerli ve hatta samimiyet göstergesidir.) Eğer meşrebi genişse
hanımına, çoluk çocuğuna küfretmesini ve hakaret etmesini de hoş görebilir.
Ancak hiçbir kimse, birinin Allah'a ve O'nun dinine küfretmesini hoş görme
yetkisine sahip değildir. Allah'a karşı yapılan bu isyan, küfür ve nifak
sınırlarına ulaşmayıp sadece amelde kalıyorsa, o zaman buna şâhit olan kişi, o
amelin sahibi için ancak istiğfar edebilir ve Allah'tan onun için hidayet, af ve
mağfiret dileyebilir.

İslâm hukukuna göre, işlenen suç, kısası
gerektiriyorsa kısas hakkını elinde bulunduran kişi, suçludan diyet isteme
hakkına da, onu bağışlama hakkına da sahiptir.

"Tevrat'ta onlara şöyle yazdık: Cana can,
göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezadır). Yaralar da
kısastır (her yaralama, misli ile cezalandırılır). Kim bunu bağışlarsa, kendisi
için o keffâret olur. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar
zâlimlerdir." (Mâide: 5/45)

Allah'a isyan ve İslâmî emirlerin
çiğnenmesinde uygulanacak kısas dâvâlarında, kısas isteme hakkını elinde
bulunduran kimselerin veya onun vârislerinin affetme yetkisi vardır. Bu
kişilerin dışında hiç kimse, hiç bir kurum, hiçbir devlet böyle bir suçluyu
affedemez. Tâzir cezalarında da af durumu, yine mağdûrla ilgilidir. Had
cezalarında da af mümkün değildir. Aynı şekilde, bir devlet veya kurum, âdi
suçları işleyen (had cezasına mahkûm olan) suçluları affetme hakkına sahip
değildir. Kul hakkının çiğnendiği durumlarda da affetme yetkisi sadece mağdurun
veya velisinindir. Hem kul hakkı ve hem de kamu hakkının birlikte ihlâl edildiği
bir suçun cezası da, hem meşrû devletin, hem de mağdurun, her iki tarafın
birlikte affetmesiyle düşer.

Günah ve suç işleyenlerin suçları
kesinleştiğinde ve affedilmesi halinde toplum için bu kötü örnek olacaksa ve
suçların yaygınlaşması söz konusu olursa, İslâm devletinin yöneticileri böyle
bir suçluyu da affetme hakkına sahip değildir. Çünkü İslâm'a göre devlet,
adaleti uygulamak, haklıya hakkını, suçluya cezasını vermek ve toplumu ifsad
etmek isteyen zorba ve ahlâksızlara engel olmak zorundadır.

Kâfirlerin ve münafıkların Allah'a karşı
yaptıkları isyanın hoş görülmesini reddeden Kur'an, Peygamber Efendimiz'den
onlara yumuşak davranmamasını, sert muâmele etmesini istemektedir.

"Ey Peygamber! Kâfirler ve münâfıklarla
savaş, onlara karşı sert davran..."
(Tahrim: 66/9)

Yine, münâfıkların elebaşısının cenaze
namazını kılan Rasulullah, Allah tarafından uyarılmakta ve bir daha böyle
yapmamakla emr olunmaktadır.[1]
Oysa ki aynı Kur'an, Rasulullah'a, kendisine karşı yapılan hakaret ve eziyetlere
aldırmamasını, sabretmesini tavsiye ediyordu.

"Onların eziyetlerine aldırma, Allah'a
dayan, savunucu olarak Allah yeter."
(Ahzâb: 33/48)

"Sabret, sabrın ancak Allah'ın
yardımıyladır." (Nahl: 16/127)

"Onların söylediklerine sabret, onlardan
güzellikle ayrıl" (Müzzemmil:
73/10)

Rasulullah, bu ilâhî tavsiyeyi bir ahlâka
dönüştürerek bir çok insanın yüreğini fethetmişti.[2]
İslâm tarihi, Siyer bunun örnekleriyle doludur.

İnsan, sadece kendisine karşı yapılan
suçları affedebilir, insanların kendi hakkından vazgeçmeye hakkı vardır.
Başkalarının hukukunu çiğneyen zâlimleri mazlumun dışında kimsenin affetme hakkı
yoktur. Başkasının hakkını çiğneyeni affetmek, suça ortaklıktır.

Müslüman, başka bir müslümanı düşman olarak
kabul edemez ama, her müslümanla samimi olmak zorunda da değildir. Müslümanın
ölçüsü Allah için sevmek, Allah için buğz etmek olmalıdır. Bir kötülüğün
cezasını verirken, intikam alırken haddi aşmak zulümdür, Allah da zâlimleri
sevmez.

"Kötülüğün cezası ona denk bir kötülüktür.
Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah'a aittir. Elbette O,
zâlimleri sevmez." (Şûrâ: 42/40)

Hz. Peygamberimiz de şöyle buyurur:

"Allah, kötülüğü kötülükle yok etmez, ancak
iyilikle yok eder."[3]

Müslüman, hiçbir konuda haddi aşmayan,
itidalli, orta yolu, adalet ve dengeyi gözeten bir insan olmalıdır. Sevmesinde
ve düşman olmasında da haddi aşmaz, ölçüyü kaçırmaz. Sevdiğini aşırı severse,
onu endâd ve put edinme tehlikesini unutmadığı gibi, sevmediklerine aşırı
düşmanlık haddi aşmayı sonuçlandırabilir. Ölçüyü Allah Rasulü şöyle dillendirir:

"Dostuna sevginde ölçülü bağlan, aşırıya
gitme; belki de bir gün düşmanın olur. Düşmanına buğzunda ölçülü davran, aşırıya
gitme; belki de bir gün has dostun olabilir."[4]



[1]
Tevbe: 9/84.

[2]
Mustafa İslâmoğlu, a.g.e. s. 159-160.

[3]
Müsned, Ahmed bin Hanbel, 1/387.

[4]
Tirmizî, Birr 60; Buhârî; el-Edebu'l
Müfred, s. 447. Ahmet Kalkan Kur'an Kavram Tefsiri.