Fecir | Konular | Kitaplar

Hadis-i Şeriflerde Fuhuş ve Zinâ Kavramı

Hadis


Hadis-i Şeriflerde Fuhuş ve Zinâ Kavramı

Hadislerde fuhuş kelimesi ve fâhiş, mütefahhiş,
fâhişe, fevâhiş, fahhâş gibi türevleri sıkça kullanılmakta olup bunların bir
kısmında "bir söz ve davranışın mâkul ve mûtat ölçülerin dışına taşıp aşırılığa
kaçması" anlamı, çoğunda ise "büyük günah, edepsizlik ve iffetsizlik" anlamları
kastedilmiştir. Hz. Peygamber, vaktiyle bir fâhişenin (bağî) çölde susuz kalan
bir köpeğe su vermesi sâyesinde günahlarının bağışlandığını belirterek (Ahmed
bin Hanbel, II/507; Müslim, Selâm 154, 155) hayvanlara merhamet etmenin sevâbı
yanında, fuhşun büyük günah olduğunu da vurgulamıştır. Rasûl-i Ekrem ayrıca
fâhişenin mehrini (zinâ karşılığında veya haram olan nikâh için verilen para),
kazancın en kötüleri arasında sayar (Buhârî, Büyû' 113; Müslim, Müsâkât 40, 41)

"Üç kişi vardır, kıyâmet günü
Allah Teâlâ onlara konuşmaz, nazar etmez, günahlardan da arındırmaz, onlara elîm
bir azab vardır: Zinâ eden yaşlı, yalan söyleyen devlet reisi, büyüklenen
fakir." (Müslim, İman
172, h. no: 107; Nesâî, Zekât 77, h. no: 5, 86)

"Üç kişi vardır, kıyâmet günü
Allah onlara nazar etmez: Anne ve babasının hukukuna riâyet etmeyen kimse,
erkekleşen kadın ve deyyus kimse."
(Nesâî, Zekât 69, h. no: 5, 80)

"Kim bana çeneleri ile bacakları
arasındaki şeyler hususunda garanti verirse, ben de ona cennet husûsunda garanti
veririm." (Buhârî,
Rikak 23, Hudûd 19; Tirmizî, Zühd 61, h. no: 2410)

"Sizin hakkınızda en ziyâde
korktuğum şey, zenginlik hırsı ile karınlarınızın ve ferçlerinizin (avret
yerlerinizin) şehvetleri bir de fitnelerin şaşırtmalarıdır."
(Ahmed bin Hanbel, 4/420, 423)

"Zânî (zinâ yapan) bir kimse, zinâ
yaptığı sırada mü'min olarak zinâ yapmaz, hırsız da çaldığı sırada mü'min olarak
hırsızlık yapmaz, içkici, içki içtiği sırada mü'min olduğu halde içki içmez;
insanların, onun yüzünden gözlerini kendine kaldıracakları kadar nazarlarında
kıymetli olan bir şeyi mü'min olarak yağmalamaz."
(Buhârî, Mezâlim 30, Eşribe 1, Hudûd 1, 20; Müslim, İman 100, hadis no: 57; Ebû
Dâvud, Sünnet 16, h. no: 4689; Tirmizî, İman 11, h. no: 2627; Nesâî, Sârık 1, 8,
64)

"Kişi zinâ edince iman ondan çıkar
ve başının üstünde bir bulut gibi muallak durur. Zinâdan çıkınca iman adama geri
döner." (Ebû Dâvud,
Sünnet 16, h. no: 4690; Tirmizî, İman 11, h. no: 2627)

"Şurası muhakkak ki kadın, şeytan sûretinde
gelir, şeytan sûretinde gider. Biriniz bir kadında hoşuna giden bir husus
görürse, hemen hanımına gelsin; zira bu, nefsinde uyananı giderir."
(Müslim, Nikâh 9, hadis no: 1403; Ebû Dâvud, Nikâh 44, h. no: 2151; Tirmizî,
Nikâh 9, h. no: 1158)

"...Kadın, şeytanın oltasıdır..."
(Kütüb-i Sitte, c. 15, s. 181-182)

"Erkeklere kendimden sonra
kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım."
(Buhârî, Nikâh 17; Müslim, Zikr 97, h.
no: 2740; Tirmizî, Edeb 31, h. no: 2781)

"Çocuk büluğa erince babası onu evlendirsin;
aksi halde çocuk günah işleyebilir, onun bu günahı babaya da ait olur."
(İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 159)

"...Elbise giydiği halde çıplak gibi görünen
kadınlar, Cehennem ehlindendir."
(Müslim, Libâs 125, hadis no: 2128).

"Kim (başkalarının kusurlarını
teşhir edip herkese) duyurursa, Allah da (onun kusurlarını) duyurur. Kim de riya
yaparsa Allah da onun riyasını ortaya çıkarır."
(Buhârî, Rikak 36; Müslim, Zühd
48, h. no. 2987)

"Bir kavimde gulûl (denen devlet
malından hırsızlık) zuhûr ederse, Allah o kavmin kalplerine korku atar. Bir
kavim içinde zinâ yayılırsa orada ölümler artar. Bir kavim, ölçü ve tartılarda
(hile yaparak) miktarı azaltırsa Allah ondan rızkı keser. Bir kavmin
(mahkemelerinde) haksız yere hükümler verilirse, o kavimde mutlaka kan
yaygınlaşır. Bir kavim ahdinden dönüp gadre yer verirse, Allah onlara mutlaka
düşmanlarını musallat eder."
(Muvattâ, Cihâd 26, h. no: 2, 460)

"Ey Allah'ın Rasûlü! Aramızda
sâlihler mevcut iken bizler helâk mi olacağız?" Rasûlullah (s.a.s.): "Evet,
buyurmuşlardır, pislik (zinâ) artarsa!" (Muvattâ, Kelâm 22, h. no: 2,
991)

"Hanımını kocasına karşı, köleyi
efendisine karşı ayartan bizden değildir!"
(Ebû Dâvud, Talâk 1, h. no: 2175,
Edeb 135, h. no: 5170)

"Âdemoğluna zinâdan nasibi takdir olunmuştur. O
buna mutlaka erişir. Gözlerin zinâsı bakmak, kulakların zinâsı dinlemek, dilin
zinâsı konuşmak, elin zinâsı tutmak, ayakların zinâsı yürümektir. Kalbe gelince
o, arzu eder, ister. Üreme organı ise, bunu ya gerçekleştirir, ya da boşa
çıkarır." (Buhârî, İsti'zân 12, Kader
9; Müslim, Kader 20-21; Ebû Dâvud, Nikâh 43)

"Yollarda oturmaktan kaçının!"
Sahâbiler: 'Biz buna mecbûruz. Meselelerimizi
orada konuşuyoruz' dediler. Bunun üzerine Rasûlullah: "Oturmaktan
vazgeçemeyecekseniz o halde yolun hakkını verin!" buyurdu. 'Yolun hakkı
nedir ey Allah'ın Rasûlü?' dediler. Şöyle cevapladı: "Harama bakmamak, gelip
geçenleri incitmemek, selâm almak, mârufu emredip münkerden nehy etmektir."
(Buhârî, Mezâlim 22, İsti'zân 2; Müslim, Libâs 114; Ebû Dâvud, Edeb 12; Tirmizî,
İsti'zân 30)

İbn Abbas (r.a.) şöyle dedi: "Rasûlullah
(s.a.s.), kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara lânet etti. Buhârî'nin
bir başka rivâyetinde de (Libâs, 61) "Rasûlullah (s.a.s.), kadınlara benzemeye
çalışan erkeklere ve erkeklere benzemeye çalışan kadınlara lânet etti."
denilmektedir. (Buhârî, Libâs 62; Ebû Dâvud, Libâs 28; Tirmizî, Edeb 24; İbn
Mâce, Nikâh 22)

Rasûlullah (s.a.s.) kadın gibi giyinen erkeğe,
erkek gibi giyinen kadına lânet etti." (Ebû Dâvud, Libâs 28; Ahmed bin Hanbel,
II/325)

"Cehennemliklerden kendilerini dünyada henüz
görmediğim iki grup vardır: Biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla (coplarla)
insanları döven bir topluluk. Diğeri, giyinmiş oldukları halde çıplak görünen ve
öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne
benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete giremedikleri gibi, şu kadar uzak
mesâfeden hissedilen kokusunu bile alamazlar."
(Müslim, Cennet 52)

Abdullah bin Ömer (r.a.)'den rivâyet edildiğine
göre Rasûlullah (s.a.s.), saçlarına saç ekleten ve ekleyen, dövme yapan ve
yaptıran kadınlara lânet etmiştir. (Buhârî, Tefsîru Sûre (59) 4, Libâs 83, 85,
87; Müslim, Libâs 115, 117, 119; Ebû Dâvud, Teraccül 5; Tirmizî, Libâs 25, Edeb
33; Nesâî, Ziynet 22-24; İbn Mâce, Nikâh 52)

"Mü'min; insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü
söz ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir."
(Tirmizî, Birr 48; Ahmed bin Hanbel, I/405, 416)

"Bir erkek hanımını yatağına çağırır, o da
gelmez ve kocası kendisine kızgın vaziyette gecelerse, melekler o kadına sabaha
kadar lânet eder." (Buhârî,
Bed'ü'l-Halk 7, Nikâh 85; Müslim, Nikâh 122; Ebû Dâvud, Nikâh 40) "Gözler de
zinâ eder; onların zinâsı bakıştır." (Buhârî, İsti'zân 12; Müslim, Kader 20)

Büreyde (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Ali'ye (r.a.) buyurdular ki: "Ey Ali, bakışına bakış
ekleme. Zira ilk bakış sanadır, ama ikinci bakış aleyhinedir." (Tirmizî,
Edeb 28, h. no: 2778; Müslim, Edeb 45; Ebû Dâvud, Nikâh 44, h. no: 2149)

Cerîr (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)'a
âni bakıştan sordum. Bana: "Nazarını/gözünü hemen çevir!" buyurdu."
(Müslim, Âdâb 45, h. no: 2159; Ebû Dâvud, Nikâh 44, h. no: 2159; Tirmizî, Edeb
29, h. no: 2777; İbn Mâce, Tahâret 137)

Açıklama: 1- Burada mevzûbahis
olan âni bakış, kasıtsız ve gayr-i irâdî olarak bir kadının görülüvermesidir.
Rasûlullah, herhangi bir yerde, ihtiyarsız olarak nazarımıza ânîden çarpan bir
kadına irâdî olarak bakmaya devam etmeyi yasaklamakta nazarlarımızı derhal
çekmeyi emretmektedir. Müteakip hadiste daha sarih olarak görüleceği üzere,
böyle, göze birden ilişen kadına ihtiyarsız ilk bakmanın herhangi bir günahı
yoktur. Ancak irâdî olarak bakmaya devam edilirse bu bakış haram Hudûduna girer
ve günah işlenmiş olur. Esasen zinâya giden yolun ilk basamağında bakmak yer
aldığı için, zinâ fazîhasının önlenmesinde mühim ön tedbirlerden biri, göze
hakim olmak, harama bakmamaktır. İslâm âlimleri nazarın kalbi bozan en mühim
âmillerden biri olduğunu kabul eder. Hatta Seleften bazıları "Nazar kalbe düşen
zehirli bir oktur" demiştir. Rabbimiz zinâ ile nazar arasındaki bu sıkı irtibat
sebebiyle ferclere sahip olmayı emrettiği aynı âyette gözleri kısmayı da
emretmiştir: "Mü' min erkeklere söyle, gözlerini kıssınlar ve ferclerine
(cinsiyet organlarına hâkim olup, zinâdan) muhafaza etsinler. Bu, onlar için
(kalbin temizliğinde, dinin lekesiz kalmasında) en temiz yoldur" (24/Nûr,
30). İbn Kesir: "Fercin muhâfazası bazen onun zinâdan uzak tutulmasıyla, bazen
de nazarı haramdan korumakla olur" der. Bir Buhârî hadisinde Rasûlullah, "göz
zinâsı"ndan bahseder ve bunun, bakmak olduğu belirtir.

Ulemâdan bir kısmı, bu hadisi esas
alarak: "Kadının yolda giderken yüzünü örtmesi farz değildir" hükmünü vermiştir.
Ancak erkeklerin irâdî olarak yabancı kadına bir-iki zaruret hali dışında
bakması haramdır. Şeriat-ı garrâmızın tecviz ettiği haller şâhidlik, tedavi ve
evlenmektir. Bunlar da hacet miktarı olmalıdır. Samimi bir niyetle evlenmeye
karar veren erkek, evlenmek istediği kızın yüzüne bakabilir. Rasûlullah (s.a.s.)
bunu tavsiye buyurmuştur. İslâm sadece kadına değil, emred olan yani henüz
sakalı çıkmamış (parlak) erkek delikanlılara da bakmayı yasaklamıştır.

Rasûlullah der ki: "Kıyâmet
günü bütün gözler ağlayacaktır, ancak şunlar müstesna: Allah'ın haramlarına
bakmayan gözler, Allah yolunda seher vakti uyanık olan gözler, Allah korkusuyla
sinek başı (gibi yaşlar) döken gözler."

Az önce kaydedilen âyetin
devamında Rabbimiz kadınlara da ayrıca hitab edip, onlara da gözlerini
kısmalarını emreder: "Mü'min kadınlara söyle, onlar da gözlerini kıssınlar ve
ferclerini(nâmus ve iffetlerini) muhâfaza etsinler..." (24/Nûr, 31). Bu
âyetten, âlimlerden bir kısmı kadınların yabancı erkeklere, şehvetle veya
şehvetsiz olarak bakmalarının câiz olmadığı hükmünü çıkarmışlardır. Bu hükmü
te'yid eden bir rivâyette, "Ümmü Seleme ile Meymûne vâlidelerimiz Aleyhissalâtu
vesselâmla otururken yanlarına İbnu Ümmi Mektum gelir. Aleyhissalâtu vesselâm
zevcelerine örtünmelerini emreder. Gelenin âmâ olduğu, kendilerini göremeyeceği
hatırlatılınca, Aleyhissalâtu vesselâm: "Sizler de mi körsünüz, onu görmüyor
musunuz?" buyurur.

Bazı âlimler, kadınların şehvetle
olmadığı takdirde erkeklere bakmasının haram olmadığını söylemiştir. Nitekim,
Rasûlullah, Hz. Âişe'ye bayram günü oynayan Habeşlileri seyretmesine müsaade
etmiştir. Nevevî, bu hadisi: "O sırada Hz. Âişe henüz büluğa ermemişti ve
mükellef değildi. Veya örtünme emri henüz gelmemişti" diye te'vil eder. İbnu
Hacer bu te'vile katılmaz ve hadisin bazı vecihlerinde, hâdisenin Habeşistan
heyetinin gelmesinden sonra olduğunun belirtildiğini, bu heyetin de yedinci
hicrî yılında geldiğini, o sene Hz. Âişe'nin onaltı yaşında olması gerektiğini
söyler. Kadınların dizkapağı ile göbek arası dışında erkeklere bakabileceğini
söyleyenler, bir de Fâtıma Bintu Kays hadisini delil getirirler. Buhârî ve
Müslim'de gelen hadise göre, Rasûlullah, kocasından boşanan Fatıma'ya, iddetini
İbnu Ümmi Mektum'un evinde geçirmesini söyler ve: "O, âmâ bir kimsedir, onun
yanında elbiseni çıkarabilirsin" der. Mukabil görüşte olanlar: "Bu, gözü
kısmakla da olabilir, aynı evde olmak mutlaka bakmayı gerektirmez" diye cevap
vermişlerdir. Ebû Dâvud, 3440 numaralı hadiste Ümmü Seleme hadisinin
Rasûlullah'ın zevcelerine mahsus, Fâtıma Bintu Kays hadisinin ise bütün mü'min
kadınlara mahsus olduğunu söyleyerek iki zıd rivâyeti te'lif eder. İbnu Hacer
bu telifi takdir eder ve bazı başkalarının da takdir edip beğendiklerini
belirttikten sonra kendisi de şöyle bir teklif getirir: "İbn Ümmi Mektum'a karşı
örtünme emri, onun âmâ olması sebebiyle, vukuunu farkedemeyeceği herhangi bir
yerinin açılma ihtimaline binâendir. Öyleyse, bakma yasağı mutlak şekilde dâimî
olmaz." Ayrıca der ki: "Bu hususu, kadınların mescidlere, çarşılara, seferlere,
yüzleri örtülü olarak çıkmalarına verilen cevaz da teyid eder. Onların
örtünmeleri erkeklerin onları görmemeleri içindir. Ama, kadınların görmemesi
için de erkeklere örtünmeleri emredilmez. Bu durum, iki cins arasındaki hükmün
farklılığına delildir. Gazâlî de bu şekilde ihticac etmiştir. Suyûtî'nin görüşü
de böyledir." (İbrahim Canan, Kutub-i
Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/228-230)

"Erkek, erkeğin avret yerine, kadın da kadının
avret yerine bakamaz. Bir erkek başka bir erkekle; bir kadın da başka bir
kadınla bir örtü altında yatamaz."
(Müslim, Hayz 74; Tirmizî, Edeb 38; İbn Mâce, Tahâret 137)

"Hiçbiriniz, yanında mahremi bulunmayan bir
kadınla başbaşa kalmasın." (Buhârî,
Nikâh 11, Cihâd 140; Müslim, Hac 424; Tirmizî, Radâ' 1; Fiten 7)

"(Yanında mahremi bulunmayan) Kadınların yanına
girmekten sakının!" Bunun üzerine
ensârdan birisi: ‘Ey Allah'ın Rasûlü! Kocanın erkek akrabası hakkında ne
dersiniz?' diye sordu. Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Onlarla halvet, ölüm
demektir." (Buhârî, Nikâh 111; Müslim, Selâm 20; Tirmizî, Radâ' 16)

"Kimin
üzerinde din kardeşinin ırzı, nâmusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın
ve gümüşün bulunmayacağı kıyâmet günü gelmeden önce o kimseyle helâlleşsin.
Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsı, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından
alınır, (hak sahibine verilir.) Şayet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı
kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir."
(Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48)

"Her müslümanın öteki müslümana kanı, ırzı
(nâmusu) ve malı haramdır." (Müslim,
Birr 32; Tirmizî, Birr 18)

"İlk peygamberlerden itibaren halkın hatırında
kalan bir söz vardır: 'Utanmadıktan sonra dilediğini yap!"
(Buhârî, Enbiyâ 54, Edeb 78; Ebû Dâvud, Edeb 6; İbn Mâce, Zühd 17)

Ümmü Seleme (r. anhâ) anlatıyor:
"Ben Rasûlullah (s.a.s.)'ın yanında idim. Yanında Meymûne Bintu'l-Hâris
(radıyallâhu anhâ) da vardı. (Bu esnada) İbnu Ümmi Mektum bize doğru geliyordu.
-Bu vak'a, tesettürle emredilmemizden sonra idi- ve yanımıza girdi. Rasûlullah
(s.a.s.) bize: "Ona karşı örtünün!" emretti. Biz: "Ey Allah'ın Rasûlü! O,
âmâ ve bizi görmeyen (ve varlığımızı tanımayan) bir kimse değil mi?" dedik.
Bunun üzerine: "Siz de mi körsünüz, siz onu görmüyor musunuz?" buyurdu."
(Ebû Dâvud, Libas 37, h. no: 4112)

Ebû Üseyd (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.), mescidden çıkıyordu. Yolda kadınlarla erkeklerin karışmış
vaziyette olduklarını görünce, kadınlara: "Sizler geride kalın. Yolun
ortasından gitmeyin, kenarlarından gidin!" diye ferman buyurdu. Bundan
sonra, kadınlar nerdeyse duvara değecek şekilde kenardan yürürdü. Bazan bu
değmeler sebebiyle, elbisenin duvara takıldığı olurdu." (Ebû Dâvud, Edeb: 180,
h. no: 5272)

"Yedi helâk ediciden kaçının!"
Sahâbîler: ‘Ey Allah'ın Rasûlü! Bunlar
nelerdir?' diye sordular. Hz. Peygamber: "Allah'a şirk/ortak koşmak, sihir
(büyü) yapmak, Allah'ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmek, fâiz yemek,
yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, nâmuslu ve hiçbir şeyden
haberi olmayan kadınlara zinâ isnad etmektir." (Buhârî, Vesâyâ 23, Tıb 38,
Hudûd 44; Müslim, İman 145; Ebû Dâvud, Vesâyâ 10; Nesâî, Vesâyâ 12)

"Mü'min; insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü
söz ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir."
(Tirmizî, Birr 48; Ahmed bin Hanbel, I/405, 416)

"Bir erkek hanımını yatağına çağırır, o da
gelmez ve kocası kendisine kızgın vaziyette gecelerse, melekler o kadına sabaha
kadar lânet eder." (Buhârî,
Bed'ü'l-Halk 7, Nikâh 85; Müslim, Nikâh 122; Ebû Dâvud Nikâh 40)

"Allah bir şeyi haram kılınca, onun bedelini de
haram kılar." (Ebû Dâvud, Büyû' 38,
63, 64)

"Kim (din) kardeşinin ırz ve nâmusunu onu gıybet
edene karşı savunursa, Allah da kıyâmet günü o kimseyi cehennemden korur."
(Tirmizî, Birr 20)

İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: "Hilâl İbn Ümeyye
(r.a.) Rasûlullah (s.a.s.)'ın yanında, hanımının Şerik İbnu Sahmâ ile zinâ
yaptığını söyledi. Rasûlullah (s.a.s.): "Ya delil getirirsin veya sırtına
hadd tatbik edilir" dedi. Hilâl: "Ey Allah'ın Rasûlü! Birimiz, hanımı
üzerinde bir adam görse, koşup delil mi arayacak?" dedi. Rasûlullah (s.a.s.)
önceki sözünü tekrar ediyordu: "Ya delil getirirsin ya da sırtına had
uygulanır." Bunun üzerine Hilâl: "Seni hak üzerine gönderen Zât'a kasem
olsun doğruyu söylüyorum. Mutlaka Allah sırtımı hadden kurtaracak bir vahiy
gönderecektir" dedi. Cibrîl (a.s.) indi ve şu vahyi indirdi: "Karılarına zinâ
isnad edip de kendilerinden başka şâhitleri olmayanların şâhitliği, kendisinin
doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı dört defa şâhit tutmasıyla olur. Beşincisinde
eğer yalancılardan ise Allah'ın lânetinin kendisine olmasını diler" (24/Nûr,
6-7). Rasûlullah (s.a.s.) oradan ayrıldı. Onlara adam gönderdi. Hilâl geldi
(lânet okuyarak) şehâdette bulundu. Rasûlullah: "Allah biliyor ki, ikinizden
biriniz yalancısınız, tevbekâr olanınız var mı?" dedi. Sonra kadın kalktı, o
da şehâdetde bulundu. Kadın beşinci şehâdette iken kadını durdurdular ve:
"Beşinci şehâdet, (yalancı olduğun takdirde) şiddetli azab gerektirir"
dediler. İbn Abbâs der ki: Bunun üzerine kadın durakladı ve sükût etti. Öyle ki,
yeminden rücû edeceğini sandık. Sonra: "Hayır, vallahi kavmimi bundan böyle
mahçup hâle düşürmeyeceğim" dedi ve yeminini tamamladı. Rasûlullah (s.a.s.):
"İyi bakın, eğer bu kadın gözleri sürmeli, kabaları iri, bacakları kalın bir
çocuk doğurursa bilin ki bu çocuk Şerik İbn Sahmâ'dandır" buyurdu. Gerçekten
de bu evsafta bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) şöyle
söylediler: "Eğer, Allah'ın Kitabı'nda kadının yemini ile haddin düşeceği
husûsunda hüküm gelmemiş olsaydı, (çocuktaki bu benzerlikten hareketle kadının
zânîliğine hükmederdim ve) onun benden göreceği vardı." (Buhârî, Tefsir, Nur
3, Şehâdât 21, Talâk 28; Ebû Dâvud, Talâk 27, h. no: 2254; Tirmizî, Tefsir, Nur,
h. no: 3178)

İbn Abbâs (r. anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer
(r.a.)'i hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti: "Allah Teâla hazretleri
Muhammed (s.a.s.)'i hak (din ile) gönderdi ve O'na Kitab'ı indirdi. Bu
indirilenler arasında recm âyeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik.
Ayrıca, Rasûlullah (s.a.s.) zinâ yapana recm cezâsını tatbik etti, ondan sonra
da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince,
bazıları çıkıp: ‘Biz Kitabullah'da recm cezâsını görmüyoruz' (deyip inkâra
sapabilecek ve) Allah'ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalâlete
düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları,
-delil veya hâmilelik ya da itiraf yoluyla- sübût bulduğu takdirde, onlara
tatbik edilmesi gereken Kitabullah'da mevcut bir haktır. Allah'a kasemle
söylüyorum, eğer insanlar: ‘Ömer Allah Teâlâ' nın kitabına ilâvede bulundu'
demeyecek olsalar, recm âyetini (Kitabullah'a) yazardım." (Buhârî, Hudûd 30, 31,
Mezâlim 19, Menâkibu'l-Ensâr 46, Meğâzî 21, İ'tisâm 16; Müslim, Hudûd 15, h. no:
1691; Muvattâ, Hudûd 8, 10, h. no: 823, 824; Tirmizî, Hudûd 7, h. no: 1431; Ebû
Dâvud, Hudûd 23, h. no: 4418; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları, 6/211)

İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Allah Teâlâ
Kur'ân-ı Kerim'inde: "Kadınlarınızdan fuhşu irtikâb edenlere karşı içinizden
dört şâhit getirin. Eğer şehâdet ederlerse -onları ölüm alıp götürünceye, yahut
Allah onlara bir yol açıncaya kadar- kendilerini evlerde alıkoyun (insanlarla
ihtilâttan menedin)" buyurdu (4/Nisâ, 15). Cenâb-ı Hak, bu âyette (zinâ
meselesinde) önce kadını zikrettikten sonra, erkeği kadınla birlikte ele alarak
şöyle demiştir: "Sizlerden fuhşu irtikâp edenlerin her ikisini de
(kınayarak) eziyete koşun. Eğer tevbe edip (nefislerini) ıslah ederlerse artık
onlara (eziyetten) vazgeçin. Çünkü Allah tevbeleri çok kabul eden, en çok
merhamet edendir" (4/Nisâ, 16). Cenâb-ı Hak bu âyeti, celde âyetiyle
neshederek şöyle buyurdu: "Zinâ eden kadınla zinâ eden erkekten her birine
yüzer değnek vurun. Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız bunlara,
Allah'ın dinini tatbik husûsunda acıyacağınız tutmasın. Mü'minlerden bir zümre
de bunların azâbına (bu cezâlarına) şâhit olsun" (24/Nûr, 2). Sonra Nur
sûresinde recm âyeti nâzil oldu. Önceki (celdeyi emreden) vahiy bekâr (zâni)
içindi. Sonra recm âyeti tilâvetten kaldırıldı, ancak hükmü bâki kaldı." (Ebû
Dâvud, Hudûd 23, h. no: 4413). Bu rivâyetin "...yüzer deynek vurun"
ibâresine kadar olan kısım Ebû Dâvud'a aittir, mütebakisini Rezîn ilâve
etmiştir.

Ebû Hüreyre ve Zeyd İbnu Hâlid (r.a.) şunu
anlattılar: "Rasûlullah (s.a.s.)'a muhsan olmayan câriye zinâ yaparsa ne
gerekir? diye sorulmuştu, şöyle cevap verdi: "Câriye zinâ yaparsa ona celde
uygulayın, yine zinâ yaparsa yine celde uygulayın, yine zinâ yaparsa yine celde
uygulayın ve sonra onu (kıldan mamul âdi) bir ipe mukabil de olsa satın gitsin."
(Buhârî, Büyû' 66, 110; Müslim, Hudûd 30, h. no: 1703; Muvattâ, Hudûd 14, h.
no: 826; Tirmizî, Hudûd 13, h. no: 1440; Ebû Dâvud, Hudûd 33, h. no: 4469, 4470,
4471). Bir rivâyette: "(Efendisi) ona celde tatbik etsin, bir de ayıplamasın"
denmiştir.

Ebû Abdirrahmân es-Sülemî (r.a.) anlatıyor: "Hz.
Ali (r.a.) hutbede şöyle buyurdu: "Ey insanlar, kölelerinize -ister muhsan
olsunlar, ister olmasınlar- haddleri tatbik edin. Zîra, Hz. Peygamber
(s.a.s.)'in bir câriyesi zinâ yapmıştı, ona celde tatbik etmemi emretti. (Dövmek
üzere) yanına geldim. Yeni nifas olmuştu. Döversem öldürürüm diye korktum.
Durumu Rasûlullah'a arzettim. Bana: "İyi yapmışsın, iyileşinceye kadar ona
dokunma" dedi." (Müslim, Hudûd 34, h. no: 1075; Tirmizî, Hudûd 13, h. no:
1441; Ebû Dâvud, Hudûd 34, h. no: 4473)

Vâil İbn Hucr İbni Rebîa (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.)'ın sağlığında, namaz kılmak maksadıyla bir kadın evinden
çıkmıştı. Yolda ona bir erkek rastladı. Kadına çullanıp ihtiyacını giderdi.
Kadın bağırdı, adam ise sıvıştı gitti. (Çığlığı üzerine) kadına bir erkek
uğramıştı. Ona başından geçeni anlatıp, bir adam bana böyle böyle yaptı dedi.
Sonra, bir grup muhâcire rastladı, başından geçeni onlara da anlatıp: "Bir adam
bana böyle yaptı!" dedi. Hep beraber yürüyüp, kadının kendisine tevcâvüz ettiği
kimseyi yakalayıp kadına getirdiler. Kadın: "Evet bu odur?" dedi. Sonra adamı
(zânî o zannedip) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yanına götürdüler. Rasûlullah
adamın recmedilmesini emrettiği sırada, kadına (esas) tevcâvüz etmiş olan kimse
kalkıp: "Ey Allah'ın Rasûlü, suçlu benim!" diye itirafta bulundu. Rasûlullah
(s.a.s.) kadına: "Git. Allah günahlarını affetti" dedi. Zan altında
kalmış olan kimseye de güzel sözler söyleyip (gönlünü aldı). Mütecâavizin
recmedilmesini emretti ve recmedildi. Sonra Rasûlullah şunu söyledi: "Bu
adam öyle bir tevbe ile tevbe etti ki, böyle bir tevbeyi Medine ahalisi yapsaydı
kabul edilirdi." Tirmizî, şu ziyâdede bulunmuştur: "Vâil (r.a.) Hz.
Peygamber (s.a.s.)'in kadına mehir takdir edip etmediğini zikretmedi." (Tirmizî,
Hudûd 22, h. no: 1452; Ebû Dâvud, Hudûd 7, h. no: 4379)

İbn Abbâs (r. anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer'e,
zinâ yapmış olan deli bir kadın getirildi. (Recm edilip edilemeyeceği hususunda)
halkla istişâre ederek recmedilmesine hükmetti. Kadına Hz. Ali (r.a.) uğradı.
(Hazırlığı görünce): ‘Bunun hâli nedir?' diye sordu. Kendisine: ‘Falanca
kabileden deli bir kadındır, zinâ yapmıştır. Hz. Ömer (r.a.), recmedilmesine
hükmetmiştir' dediler. Hz. Ali (r.a.): ‘Kadını geri götürün!' dedi, sonra Hz.
Ömer'e uğrayıp: ‘Ey mü'minlerin emîri! Bilirsin ki, Rasûlullah (s.a.s.):
"Kalem üç kişiden kaldırılmıştır (artık onlar yaptıklarından sorumlu
değildirler): Bülûğa erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, şifa
buluncaya kadar bunamıştan." Bu bîçâre kadın falanca kabilenin bunağıdır.
Ona tevcâvüz eden, muhakkak ki aklî noksanlığı sırasında tecâvüz etmiştir'
dedi." (Ebû Dâvud, Hudûd 16, h. no: 4399, 4400, 4401, 4402)

Habib İbn Sâlim anlatıyor: "Abdurrahman İbn
Huneyn denen bir adam karısının câriyesine temasta bulundu. Hâdise, Kûfe emîri
Nu'man İbn Beşir (r.a.)'e götürüldü. "Ben, dedi, hakkınızda, Rasûlullah
(s.a.s.)'ın hükmüyle hükmedeceğim: Eğer zevcen, câriyeyi sana helâl ederse, yüz
deynek yiyeceksin, helâl etmezse recmedileceksin..." Sonra (tahkik etti)
karısının câriyeyi adama helâl ettiğini görünce, emîr yüz deynek vurdu."
(Tirmizî, Hudûd 21, h. no: 1451; Ebû Dâvud, Hudûd 28, h. no: 4458, 4459; Nesâî,
Nikâh 70, h. no: 6, 124; İbn Mâce, Hudûd 8, h. no: 2551)

Seleme İbn Muhabbak (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.), hanımının câriyesine temas eden bir adam hakkında şöyle
hükmetti: "Eğer, adam câriyeyi zorladı ise, câriye hürdür, adam, câriyenin
efendisine (yani karısına) mislini borçlanmıştır, câriye rıza göstermişse,
câriye adamın olur, câriyenin efendisine, onun bir mislini borçlanır." (Ebû
Dâvud, Hudûd 28, h. no: 4460, 4461; Nesâî, Nikâh 70, h. no: 7, 124; İbn Mâce,
Hudûd 8, h. no: 2553)

Berâ İbnu'l-Âzib (r.a.) anlatıyor: "Dayım Ebû
Bürde İbn Niyâr -beraberinde bir bayrak olduğu halde- bana uğradı. Kendisine
nereye gideceğini sordum. ‘Rasûlullah (s.a.s.), bana babasının hanımıyla evlenen
bir adamın kellesini getirmemi (ve malına da el koymamı) emretti, ona gidiyorum'
diye cevap verdi." (Tirmizî, Ahkâm 25, h. no: 1362; Ebû Dâvud, Hudûd 27, h. no:
4456, 4457; Nesâî, Nikâh 58, h. no: 6, 109-110; İbn Mâce, Hudûd 35, h. no:
2607)

İbn Abbâs (r. anhümâ) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) şöyle emretti: "Kim, nikâhı haram olan bir akrabasına cinsî temasta
bulunursa -veya şöyle demişti; kim haram yakını ile evlenirse- onu öldürün."

Enes (r.a.) anlatıyor: Bir adam, Rasûlullah
(s.a.s.)'ın ümmü veledine temas etmekle itham edilmişti. Rasûlullah (s.a.s.),
Hz. Ali (r.a.)'ye: "Git boynunu vur!" diye emretti. Hz. Ali, adama
geldiği vakit, onu bir kuyunun içinde (yıkanıp) serinliyor buldu. "Çık dışarı!"
diyerek elinden tutup kuyunun dışına çıkardı. Hz. Ali, adamın mecbub (burulmuş)
ve tenâsül organından mahrum olduğunu gördü. Artık ona dokunmayıp, durumu Hz.
Peygamber (s.a.s.)'e haber verdi. Rasûlullah, onu, davranışı sebebiyle takdir
etti." Bir rivâyette şu ziyade gelmiştir: "Rasûlullah (s.a.s.): "Şâhit,
gâibin görmediğini görür" buyurdu." (Müslim, Tevbe 59, h. no: 2771)

Sehl İbnu Sa'd (r.a.) anlatıyor: "Bir adam
Rasûlullah (s.a.s.)'a gelerek ismini de verdiği bir kadınla zinâ yaptığını
itiraf etti. Rasûlullah (s.a.s.) kadına adam göndererek meseleyi sordurdu.
Kadın, zinâ ettiğini inkâr etti. Bunun üzerine, adama hadd celdesi tatbik etti,
kadına dokunmadı." (Ebû Dâvud, Hudûd 31, h. no: 4466)

İbn Abbâs (r. anhümâ) anlatıyor: "Bekr İbnu
Leys kabilesinden bir adam, Rasûlullah (s.a.s.)'a gelerek, bir kadınla (itiraf
ederek) dört kere zinâ yaptığını söyledi. Rasûlullah (s.a.s.) ona yüz sopa
vurulmasına hükmetti. Zîra adam bekârdı. Sonra, kadın aleyhine beyyine sordu.
Kadın: "Ey Allah'ın Rasûlü! Vallahi yalan söylüyor" dedi. bunun üzerine,
Rasûlullah , adamı iftira (kazf) haddine, yani seksen sopaya mahkûm etti." (Ebû
Dâvud, Hudûd 31, h. no: 4467)

Büreyde (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.)'a, Mâiz İbn Mâlik el-Eslemî (r.a.) gelerek: ‘Ey Allah'ın Rasûlü, ben
nefsime zulmettim, zinâ fazîhasını işledim, beni temizlemeni istiyorum' dedi.
Rasûlullah (s.a.s.) onu reddetti (geri çevirip meselenin üzerine gitmedi). Ancak
Mâiz ertesi gün tekrar geldi. Yine: ‘Ey Allah'ın Rasûlü, ben zinâ fazîhasını
irtikâp ettim!' diye ikinci sefer itirafta bulundu. Adamı ikinci sefer geri
çeviren Rasûlullah (s.a.s.) adamın kavmine birisini yollayarak: "Onun aklında
bir noksanlık biliyor musunuz, normal bulmadığınız bir davranışına rastladınız
mı?" diye tahkik ettirdi. Ancak hep beraber: ‘Biz onu gördüğümüz kadarıyla,
aramızdaki sâlih kişilere denk akıl (ve ferâset) sahibi biliyoruz' dediler. Mâiz
üçüncü sefer mürâcaatta bulundu. Hz. Peygamber (s.a.s.) onlara yine birini
göndererek adam hakkında sordurdu. Yine ne kendinde, ne aklında bir kusur
olmadığını söylediler. Adam dördüncü sefer mürâcaat edince, ona bir çukur
kazdırdı. Taşlanmasını emretti ve taşlandı. Râvi der ki: Gâmidiye adında bir
kadın da gelerek: ‘Ey Allah'ın Rasûlü, ben zinâ fazîhasını işledim. Beni
temizle!' dedi. Rasûlullah (s.a.s.), onu da geri çevirdi. Ertesi gün gelen
kadın: ‘Ey Allah'ın Rasûlü, beni niye reddediyorsun. Görüyorum ki, beni de Mâiz
gibi geri çevirmek istiyorsun. Allah'a kasem olsun ben hâmileyim de!' dedi. Hz.
Peygamber (s.a.s.): "Öyle ise hayır. Sen git ve çocuğu doğurunca gel"
dedi. Kadın gitti, çocuğu doğurunca, bir beze sarılmış olarak çocukla geldi.
â€˜İşte çocuk, doğurdum!' dedi. Rasûlullah (s.a.s.): "Git, sütten kesinceye
kadar emdir, sonra gel!" buyurdu. Kadın gitti, o çocuğu sütten kesince
çocukla birlikte geldi. Çocuğun elinde bir ekmek parçası vardı. ‘Ey Allah'ın
Rasûlü, işte çocuk, sütten kestim, yemek de yedi' dedi. Rasûlullah (s.a.s.)
çocuğu alıp müslümanlardan birine teslim etti. Sonra bir çukur kazılmasını emir
buyurdu. Göğsüne kadar derinlikte bir çukur kazıldı. Bundan sonra halka
taşlamalarını emretti. Herkes taşladı. Hâlid İbnu Velid (r.a.) elinde bir taş
ilerledi, başına attı. Kan yüzüne fışkırmıştı, kadına küfretti. Rasûlullah
(s.a.s.) Hâlid'in kadına küfrettiğini işitince: "Ey Hâlid ağır ol!" dedi
ve ilâve etti: "Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e kasem olsun, bu
kadın öyle bir tevbe yaptı ki, şâyet alışverişte sahtekârlık yapanlar aynı
tevbe ile tevbe yapsalardı, onların bile mağfiretine yeterdi!" Sonra
Rasûlullah (tekfin) emretti. Kadının üzerine namaz kıldırdı ve defnedildi."
(Müslim, Hudûd 22, h. no: 1695; Ebû Dâvud, Hudûd 24, 25, h. no: 4434, 4441)

Câbir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)
zinâ yapmış olan bir kimse için celde ile had tatbik edilmesini emretti. Sonra,
onun muhsan olduğu bildirildi. Bu sefer recmedilmesini emretti ve recmedildi."
(Ebû Dâvud, Hudûd 24, h. no: 4438, 4439)

İmrân İbnu'l-Husayn (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.)'a Cüheyneli, zinâdan hâmile kalmış bir kadın geldi ve: "Ey
Allah'ın Rasûlü! Ben bir hadd cürmü işledim, cezâsını bana tatbik et" dedi.
Rasûlullah (s.a.s.) da kadının velisini çağırıp: "Buna iyi muâmelede bulunun.
Çocuğu doğurunca kadını bana getirin!" buyurdu. Velisi öyle yaptı. (Doğumdan
sonra gelince) Rasûlullah kadının elbisesini üzerine bağlamalarını emretti.
Sonra taşlamalarını söyledi ve taşlandı. Üzerine cenâze namazı kıldırdı. (Bunu
gören) Hz. Ömer: "Bu zâniye kadına namaz mı kıldırıyorsun?" dedi. Aleyhissalatu
vesselam Efendimiz: "Bu öyle bir tevbe yaptı ki, onun tevbesi Medine
ahalisinden yetmiş kişiye taksim edilseydi onların hepsini rahmete bandırırdı.
Sen Allah için canını vermekten daha efdâl bir amel biliyor musun?" diye
cevap verdi." (Müslim, Hudûd 24, h. no: 1696; Tirmizî, Hudûd 9, h. no: 1435; Ebû
Dâvud, Hudûd 25, h. no: 4440, 4441; Nesâî, Cenâiz 64, h. no: 4, 63)

Ebû Hüreyre ve Zeyd İbn Hâlid el-Cühenî (r.
anhumâ) anlatıyor: "Bir bedevî, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gelerek: ‘Ey Allah'ın
Rasûlü, Allah aşkına, hakkımda Allah'ın kitabıyla hükmet!' diye yemin verdi.
Bundan daha fakih olan bir diğeri de: ‘Evet aramızda Kitabullah'la hükmet, bana
da izin ver!' talebinde bulundu. Rasûlullah (s.a.s.): "Merâmını söyle! (seni
dinliyorum)" dedi. Adam: ‘Oğlum bunun yanında işçi idi. Karısıyla zinâ
yaptı. Bana, ‘Oğlun için recm gerekir' dediler. Ben de hemen oğlum nâmına yüz
koyunla bir câriyeyi fidye verdim. Sonra bir de ilim adamlarına sordum. Bana:
‘Oğluna yüz değnek ve bir yıl sürgün cezâsı gerekir; bu adamın karısına da recm
cezâsı icap eder' dediler' dedi. Rasûlullah (s.a.s.): "Nefsimi kudret elinde
tutan Zât'a yemin olsun, ikinizin arasını Kitabullah'a uygun şekilde hükme
bağlayacağım: Câriye ve koyunlar sana geri verilecek. Oğluna yüz sopa ve bir yıl
sürgün tatbik edilecek" buyurdu. Sonra, Eslemli bir adama seslendi: "Ey
Üneys! bu zâtın hanımına git, eğer zinâyı itiraf ederse onu recmet gel!"
Üneys, kadına vardı. O suçunu itiraf etti. Rasûlulluh (s.a.s.) emretti, kadın
recmedildi." (Buhârî, Muhâribîn 30, 32, 34, 38, 46, Vekâlet 13, Şehâdât 8, Sulh
5, Şurût 9, Eymân 3, Ahkâm 39, Haberu'l-Vâhid 1, İ'tisâm 2; Müslim, Hudûd, 25,
h. no: 1697, 1698; Muvattâ, Hudûd 6, h. no: 2, 822; Tirmizî, Hudûd 8, h. no:
1433; Ebû Dâvud, Hudûd 25, h. no: 445; Nesâî, Kudât 21, h. no: 8, 240, 241; İbn
Mâce, Hudûd 7, h. no: 2549

İmam Mâlik diyor ki: "Bana ulaştığına göre, Hz.
Osman (r.a.)'a evliliğinin altıncı ayında doğum yapan bir kadın getirildi.
Derhal recmedilmesini emretti. Ancak Hz. Ali (r.a.): "Cenab-ı Hak, Kur'an-ı
Kerim'de "(İnsanın anne karnında) taşınma ve sütten kesilmesi (müddeti) otuz
aydır..." (Ahkâf 15) buyuruyor. Yine, bir başka âyette de: "Anneler
çocuklarını iki tam yıl emzirirler. (Bu hüküm) emmeyi tamam yaptırmak
isteyenler içindir..." (2/Bakara, 233) buyurmaktadır. Bu durumda hâmilelik
müddeti altı aydır." Bu açıklama üzerine Hz.Osman (r.a.) kadının geri
gönderilmesini emretmişti, ancak kadın recmedilmiş bulundu." (Muvattâ, Hudûd 11,
h. no: 2, 825)

Ebû İshâk eş-Şeybânî (rahimehullah) anlatıyor:
"İbn Ebî Evfâ (r.a.)'ya: "Rasûlullah (s.a.s.) hiç recm tatbik etti mi?" diye
sordum. Bana: "Evet!" cevabını verdi. Ben tekrar: "Nûr sûresinin nüzûlünden
önce mi, sonra mı?" diye sordum. "Bilmiyorum!" dedi." (Buhârî, Hudûd, 21, 37;
Müslim, Hudûd 29, h. no: 1702)

Şa'bî anlatıyor: "Hz. Ali (r.a.), kadını
remettiği zaman onu perşembe günü dövdü, cuma günü de recmetti. Ve şunu söyledi:
"Ona Kitabullah(ın hükmü) ile celde, Rasûlullah (s.a.s.)'ın sünneti ile de recm
tatbik ettim." (Buhârî, Hudûd 21)

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Yahûdilerden bir
kadınla bir erkek zinâ yaptılar. Birbirlerine: ‘Bizi şu peygambere götürün.
Çünkü bir kısım hafifletmeler getiren bir peygamberdir. Bize recm dışında
fetvâlar verirse kabul eder, Allah indinde O'nun hükmünü kendimize delil kılarız
ve: ‘Peygamberlerinden bir peygamberin bize verdiği fetvâlar(la amel ettik,
hevâmıza uymadık) deriz' dediler. Mescidde ashâbıyla birlikte oturmakta olan Hz.
Peygamber (s.a.s.)'e gelerek: ‘Ey Ebû'l-Kasım, zinâ yapan kadın ve erkek
hakkında kanaatin nedir?' dediler. O, onlara tek kelime söylemeden Beyt-i
Midrâslarına geldi. Kapıda durarak: "Hz. Mûsâ (a.s.)'ya Kitabı indiren Allah
aşkına söyleyin, muhsan olan birisi zinâ yapacak olursa bunun Tevrat'taki hükmü
nedir?" diye sordu. "Yüzü siyaha boyanır, eşek üzerine ters bindirilir ve
dayak atılır." -Hadiste geçen tecbiye: Zânileri, enseleri birbirine bakacak
şekilde bir eşeğe bindirilip, bu halde sokaklarda dolaştırılmasıdır- Râvi
devamla der ki: "Yahudilerden bir genç (bu cevaba katılmayap) susmuştu.
Rasûlullah (s.a.s.) onun suskunluğunu görünce sualinde ısrar etti. Bunun üzerine
genç: "Madem ki sen bize Allah'ın adına yemin veriyorsun (gerçeği söyleyeceğim):
"Biz Tevrat'ta recm emrini görüyoruz" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): "Allah'ın
emrini hafifletmenizin başlangıcı nasıl oldu?" diye sordu. (Genç) şu cevabı
verdi: ‘Krallarımızdan birinin bir yakın akrabası zinâ yaptı. Kralımız, recmi
ona tatbik etmedi. Sonra halka mensup bir aileden bir erkek zinâ yaptı. Bunu
recmetmek istedi. Ancak adamın kavmi buna mâni olup: ‘Sen yakınını getirip
recmetmedikçe biz de adamımızın recmedilmesine müsâade etmeyeceğiz!' dediler.
Bunun üzerine, aralarında şimdiki cezâyı vermek üzere anlaşıp sulh yaptılar.'
(Bu açıklama üzerine) Rasûlullah (s.a.s.): "Ben Tevrat'taki âyetle
hükmediyorum!" dedi ve onların recmedilmelerini emretti ve recmedildiler.
Zührî (rahimehullah) der ki: "Bana ulaştığına göre şu âyet bunlar hakkında nâzil
olmuştur: "Şüphesiz ki Tevrat'ı Biz indirdik. Ki onda bir hidâyet, bir nur
vardır. Kendisini (Allah'a) teslim etmiş olan (İsrail) peygamberleri, Yahudilere
ait (dâvâlarda) onunla hükmederlerdi..." (5/Mâide, 44). Rasûlullah (s.a.s.)
onlardan biri idi." (Ebû Dâvud, Hudûd 26, h. no: 4450, 4451)

İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Yahûdiler,
Rasûlullah (s.a.s.)'a gelip, kendilerinden bir erkekle kadının zinâ yaptığını
söylediler. Rasûlullah (s.a.s.) onlara: "Recm hakkında Tevrat'ta ne
buluyorsunuz?" diye sordu. Onlar: ‘Teşhir edip rezil ederiz ve dayak atarız'
dediler. Abdullah İbn Selâm (r.a.): ‘Yalan söylüyorsunuz. Zinânın Tevrat'taki
cezâsı recmdir' dedi. Hemen Tevrat'ı getirip açtılar. İçlerinden (Abdullah İbnu
Surya adında) biri elini recm âyetinin üzerine koydu. Sonra, âyetten önceki
kısımlardan okumaya başlayıp (kapadığı kısmı atlayarak arka kısmını okumaya
devam etti. Abdullah İbn Selâm (r.a.) müdâhale edip: ‘Kaldır elini!' dedi. Adam
elini çekti, tam orada recm âyeti mevcut idi. Bunun üzerine: ‘Ey Muhammed,
Abdullah doğru söyledi. Tevrat'ta recm âyeti mevcuttur!' dediler. Rasûlullah
(s.a.s.) derhal o iki zâninin recmedilmesini emretti ve recmedildiler." İbn Ömer
(r.a.) der ki: "Erkeğin, atılan taşlara karşı korumak için, kadının üzerine
eğildiğini gördüm." (Buhârî, Hudûd 37, 24, Cenâiz 61, Menâkıb 26, Tefsir, Âl-i
İmran 6, İ'tisâm 16, Tevhid 51; Müslim, Hudûd 26, h. no: 1699; Muvattâ, Hudûd 1,
h. no: 2, 819; Tirmizî, Hudûd 10; Ebû Dâvud, Hudûd 26, h. no: 4446, 4449)

İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.)
buyurdu ki: "Kimin Lût kavminin sapık işini yaptığını görürseniz, fâili de
mef'ûlü de öldürün." (Tirmizî, Hudûd 24, h. no: 1456; Ebû Dâvud, Hudûd 29,
h. no: 4462, 4463). Tirmizî, Ebû Hüreyre'nin de böyle bir rivâyette bulunduğunu
belirtir. Ebû Dâvud'da İbn Abbâs (r.a.)'tan yapılan bir rivâyette: "Livâta
yaparken yakalanan bekâr (yani muhsan olmayan kişi) de recmedilir" denmiştir.

Livâta, Lût kavminin içine düştüğü cinsî
sapıklıktır; homoseksualite de denir. Bu, erkeğin erkekle, kadının kadınla cinsî
temasta bulunmasıdır. Dinimizin bu işi zinâdan da çirkin bir ahlaksızlık kabul
etmiş, şiddetle yasaklamıştır. Hadis, sadece faili, yani, erkeğe temas eden
erkeği değil, mef'ûlü de yani kendisine cinsî temas yaptırtan erkeği de
mahkûmetmekte, ikisinin de öldürülmesini emretmektedir.

Kur'ân-ı Kerim Lût kavminin helâk oluşunun
sebebini bu ahlâksızlığa bağlar. Şu halde, bu küçümsenecek bir içtimâî bozukluk
değil, insanlığın ciddi bir meselesidir. Kur'ân her asra hitab ettiğine göre,
onda yer eden meseleler asıl itibarıyla geçmişi anlatsa bile, hal ve istikbâle
de parmak basmaktan uzak değildir. Öyle ise livata her zaman için insanlığın
karşılaşabileceği bir ahlakî çöküş, içtimâî bir musibet kaynağıdır. Günümüzde
ortaya çıkan ve tıbbî yollarla tedavisi ve önlenmesi henüz imkân dahiline
girmemiş bulunan AİDS afetinin de livatanın yaygın olduğu çevrelerde çıkmış
olması ve yayılma sebebinin de esas itibariyle livata ve zinâ olması , üzerinde
durulması gereken bir husustur. Dinimizin cinsî hayâtın disipline edilmesi
hususunda gösterdiği hassasiyetin hikmeti şimdi daha iyi anlaşılmış olmalıdır.
Haram yollardan cinsî tatmin arayanlara karşı İslâm'ın koyduğu müeyyideleri
fazla sert ve hatta gayr-i medenî bulanlar, AİDS vak'asının, cinsî sapıklar
yüzünden bütün insanlığı ve medeniyeti tehdit eder bir hal alışı karşısında
insafa gelmeli, hakkı teslim etmeli değil midir!

Livata yapanlara tatbik edilecek hadd hususunda
âlimler farklı görüşler ileri sürmüştür:

Şâfiî'nin iki görüşünden daha zâhir olanına göre
-ki Ebû Yusuf ve İmam Muhammed de bu görüştedir- failin haddi, zinâ haddidir.
Yani muhsan ise recmedilir, muhsan değilse yüz sopa vurulur. Mef'ûle ise
Şâfiî'ye göre, muhsan da olsa gayr-ı muhsan da olsa, kadın da olsa, erkek de
olsa yüz sopa ve bir yıl sürgün cezâsı verilir. İmam Mâlik ve Ahmed İbnu Hanbel
başta, diğer bir kısım âlimlere göre, livata yapanın cezâsı recmedilmektir,
muhsan da olsa gayr-ı muhsan da olsa farketmez.

İmam Şâfiî'nin ikinci bir görüşü, sadedinde
olduğumuz hadisin zâhirine uygun olarak fâilin de mef'ûlün de öldürülmesidir.
Öldürülüş tarzı hususunda: "O pis işi yaptıkları ev tepelerine yıkılır" diyenler
olmuştur. "Uçurumdan atılarak öldürülür" diyenler de olmuştur. bû Hanife:
"Bunlar azarlanır, levmedilir fakat hadd uygulanmaz" demiştir. Münzirî'nin
et-Tergib ve't-Terhib'de yazdığına göre, halifelerden dört tanesi livata yapanı
yakmıştır: Hz. Ebû Bekir, Hz.Ali, Abdullah İbnu'z-Zübeyr ve Hişâm İbnu
Abdilmelik.

İbn Ebî'd-Dünya ve Beyhakî'nin rivâyetlerine
göre, Hâlid İbnu'l-Velîd, Hz. Ebû Bekir'e yazar ki, bir Arap karyesinde kadın
gibi nikâhlanan bir erkeğe rastlamıştır. Hz. Ebû Bekir, bu haber üzerine
Rasûlullah (s.a.s.)'ın ashâbını toplayıp ne yapmak gerektiği hususunda
fikirlerini alır. Hz. Ali (r.a.): "Bu günahı tarihte tek bir ümmet işlemiştir.
Bildiğiniz gibi Allah da o kavmi helâk etmiştir, ben bu adamın yakılmasını uygun
görüyorum" der. Bunun üzerine bütün ashâbın re'yi onun yakılması hususunda icmâ
etti. Hz. Ebû Bekir de (Halid İbnu Velid'e yazarak) adamın yakılmasını emretti."
Yine, İbn Abbâs (r.a.)'ın rivâyetine göre, Hz. Ali, livâta yapan çifti
yaktırmıştır. Hz. Ebû Bekir (r.a.), üzerlerine bir duvarı yıktırmıştır." (Rezîn
ilâvesidir.)

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) buyurdular ki: "Lût kavminin iğrenç fiilini işleyen kimse
mel'ûndur." (Rezin ilâvesidir -Münzir'de kaydedilen uzunca bir hadisin
parçasıdır-).

Câbir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.):
"Ümmetim için en ziyâde korktuğum şey Lût kavminin amelidir" buyurdular."
(Tirmizî, Hudûd 24, h. no: 1457; İbn Mâce, Hudûd 12, h. no: 2563)

"Kadına dübüründen temas eden mel'undur"
buyurdular." (Ebû Dâvud, Nikâh 46, h. no:
2162)

Bu hadis, kadınlara arka uzvundan temas etmenin
haram olduğuna delâlet eder. Esâsen Kur'ân-ı Kerim, "Kadınlarınız
tarlalarınızdır, tarlalarınıza (ön tarafa) nasıl isterseniz öyle varın!"
(2/Bakara, 223) meâlindeki âyeti ile ekine elverişli cinsî uzva teması irşad
etmiştir. Birçok hadiste Rasûlullah sarih bir ifâde ile arka uzuvdan teması
şiddetle yasaklamıştır. Tirmizî hadisi de şöyledir: "Hayızlı kadına arka
uzvundan temas eden, kahine giden, Muhammed'e ineni inkâr etmiştir."

"Allah Teâlâ, erkeğe temas eden veya kadınlara
arka uzvundan temas eden erkeğe (kıyâmet günü rahmet nazarıyla) bakmaz."
(Tirmizî, Radâ 12, h. no: 1165)

İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.): "Kim bir hayvana temas ederse onu öldürün, hayvanı da beraber
öldürün" buyurdu." İbn Abbâs'a: "Hayvanın günahı ne (o niçin öldürülsün?)"
diye soruldu. Şu cevabı verdi: "(Bu hususta Rasûlullah'tan bir şey işitmedim).
Tahminimce eti yenmesin veya ondan istifâde edilmesin diyedir. Zîra ona, bu
muamele yapılmıştır." (Ebû Dâvud, Hudûd 30, h. no: 4464; Tirmizî, Hudûd 23, h.
no: 1454). Ebû Dâvud ve Tirmizî'de şu rivâyet de gelmiştir: "Hayvana temas edene
bir hadd takdir edilmemiştir."

Şârihler, dört mezhep imamlarının, hayvana temas
eden kimsenin öldürülmeyip ta'zir cezâsına maruz bırakılacağında müttefik
olduklarını belirtirler. Hadis bu büyük amelden zecre (yasaklamaya)
hamledilmiştir. Ulemâ, bu mevzuda İbnu Abbâs (r.a.)'ın şu sözünü esas almıştır:
"Hayvana temas edene hadd yoktur." Atâ da bir soru üzerine, hayvana temas
mevzuunda hadd olmadığını söyledikten sonra, "Bu kabih bir ameldir, kabihi
takbih edin" diye cevap vermiştir.

Hz. Aişe (r. anhâ) anlatıyor: "Mâruz kaldığım
iftirâdan beni temize çıkaran vahiy indiği zaman, Rasûlullah (s.a.s.) minbere
çıkıp, durumu hatırlattı ve ilgili âyeti (Nur 11-23) tilâvet buyurdu. Minberden
inince iki erkek ve bir kadına kazf haddi vurulmasını emretti. Ve derhal icrâ
edildi. Burada hadd icrâ edilen şahıslar Hassân İbn Sâbit, Mistah İbnu Üsâse ve
Hamnâ Bintu Cahş idi." (Ebû Dâvud, Hudûd 35, h. no: 4474, 4475)

Ebû'z-Zinâd (r.a.) anlatıyor: "Ömer İbn
Abdilaziz (r.a.) iftira sebebiyle bir köleye seksen sopa vurdu. Ebû'z-Zinâd der
ki: "Bu hüküm hakkında, Abdullah İbn Âmir İbni Rebîa'ya sordum. Bana şu cevabı
verdi: "Ben, Osman İbn Affân ve arkadan gelen diğer halifelerin zamanlarına
yetiştim, hiç birisinin iftira sebebiyle köleye kırktan fazla vurduğunu
görmedim!" (Muvattâ, Hudûd 17, h. no: 2, 828)

"Bir insan diğer bir insana: ‘Ey Yahudi!' diye
hitab edecek olursa ona yirmi sopa vurun. ‘Ey muhannes (kadınlaşmış)!' diyecek
olursa yine o kadar cezâ verin. Nikâhı haram olan birine, bunu bilerek muvakaa
(aşk-ı memnû) yaparsa öldürün."
(Tirmizî, Hudûd 28, h. no: 1462

Hz. Berâ (r.a.) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(s.a.s.)'in yanına yüzü kömürle karartılmış ve dayak atılmış bir Yahudi
getirdiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) Yahûdileri çağırarak:
"Kitabınızda zinâ haddini (cezâsını) böyle mi buluyorsunuz? diye sordu.
"Evet" dediler. Sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) onların âlimlerinden birini çağırdı
ve "Mûsâ'ya, Tevrat'ı indiren Allah aşkına soruyorum, zinâ edenin haddini
kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?" dedi. Âlim: "Hayır! Eğer bana böyle
yemin vererek sormasa idin sana haber vermezdim. Kitapta recm buluyoruz. Fakat,
zinâ vak'aları eşrafımız arasında çoğaldı. Artık şerefli birini bu suçla
yakalarsak onu bırakır olduk. Ancak bîçare birisini yakalarsak ona haddi tatbik
ediyoruz. Kendi aramızda şöyle dedik: 'Gelin aramızda öyle bir cezâ şeklinde
anlaşalım ki o, eşraftan olsun, halktan olsun herkese tatbik edilsin.' Sonunda
recm yerine suratın kömürle boyanıp dayak atılmasında ittifak ettik." Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a.s.): "Allahım, onların öldürdüğü emr-i şerifini ilk
ihya edip dirilten ben olayım" dedi ve had cezâsının tatbikini emretti, zâni
hemen recmedildi. Bunun üzerine şu âyet indi: "Ey Peygamber! Kalbleri
inanmışken ağızlarıyla "inandık" diyenler, Yahudilerden yalana kulak verenler ve
başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkara koşanlar seni üzmesin.
Sözleri asıl yerlerinden değiştirirler de "Böyle bir (fetva) size verilirse
alın, verilmezse kaçının" derler..." (Maide: 5/41). Az sonra Allah Teâla şu
âyeti indirdi: "Allah'ın idirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar
kâfirlerdir..." "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler işte onlar
zâlimlerdir..." "...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar
fâsıklardır!" (Maide: 5/44, 45, 47).

Bu âyetlerin hepsi kâfirler hakkında nâzil
olmuştur." (Müslim, Hudûd: 28, h. no: 1700; Ebû Dâvud, Hudûd: 26, h. no: 4448;
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/444-445

Ebû Dâvud'un İbnu Abbas (r.a.)'dan kaydettiği
bir başka rivâyette şöyle demiştir: "Bu üç âyet hassaten Kureyza ve en-Nâdir
Yahûdileri hakkında nâzil oldu." (Ebû Dâvud, Diyât 2, h. no: 356)

"Allah kıskançtır, mü'min de
kıskançtır. Allah'ın kıskanması, mü'minin Allah'ın haram ettiği şeyi
yapmasıdır." (Buhârî,
Nikâh 107; Müslim, Tevbe 36, h. no: 2761; Tirmizî, Radâ 14, h. no: 1168)

Kıskançlık diye tercüme edilen
kelime gayret'tir. dilimizde gayret kelimesi kıskançlık mânâsına kullanılmaz.
Çaba veya cehd manasındadır. Kadı İyaz, kıskançlık manasına olan gayret'in,
kelime olarak teğayyürü'lkalb'ten inşikak ettiğini söyler. Şöyle der: "Bu
kendine mahsus olan şeyde müşâreke (ortaklık) sebebiyle öfkenin kabarması,
kalbin teğayyürüdür." Bu hal, en ziyade karıkoca arasında olur. Söylediğimiz bu
husus insanlar hakkındaki kıskançlığı açıklar.

Allah'a nisbet edilen kıskançlığa
gelince: Bu hususta Hattâbî derki: "Allah hakkında kıskançlığın ne olduğunu en
iyi açıklayan şey Ebû Hureyre hadisidir." Hattabî burada, sadedinde olduğumuz
hadisi kasteder. Çünkü orada; "Allah'ın kıskanması, mü'minin Allah'ın haram
ettiği şeyi yapmasıdır"denir. İyaz der ki: "Allah hakkında gayret'in, onu
yapanın hâlini değiştirdiğine işaret olması da muhtemeldir. Dendi ki, asıl
itibariyle gayret, hamiyet ve izzeti nefisdir. Bu tarif, "gayret"i tegayyürün
gerektirdiği şeyle tefsir etmektir, böylece gadaba râci olur. Cenâb-ı Hak,
Kitabında gadab ve rıza'yı kendi nefsine nisbet etmiştir." İbnu Arabî der ki:
"Tegayyürün Allah hakkında muhal olduğu kat'î delille sâbittir. Öyleyse lâzımı
ile tevili gerekir. Onun lâzıımı ise vâid'dir ve faile cezâ verilmesidir." Aynî,
"Allah'ın gayretini (kıskanmasını), fevâhişten (çirkin fiillerden) yasaklaması
ve onları haram kılması ve onlardan menetmesi" diye tarif eder ve şöyle açıklar:
"Çünkü gayyur (kıskanç), kıskandığı şeyden başkasını zecr eden (yasaklayan
kimsedir). Bu hususu, Rasûlulah (s.a.s.)'ın Allah kıskanç olduğu için fevâhişi
haram etti "hadisi açıklamıştır. Yani haram etti demek, işlenmesini yasak etti
demektir. Yine Aleyhissalâtu vesselâm buyurmuştur ki: "Allah'ın kıskanması,
mü'minin Allah'ın haram kıldığı şeyi yapmamasıdır.

İbn Mes'ud (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.)'ı işittim, şöyle diyordu: "Allah'tan daha kıskanç kimse
yoktur. Bu sebeptendir ki fevâhişin açığını da kapalısını da haram kıldı.
Medihten Allah kadar hoşlanan bir kimse de yoktur. Bu sebeptendir ki nefsini
medhetmiştir." (Buhârî, Nikâh 107, Tefsir, En'âm 7, Tefsir A'râf 1, Tevhid
15; Müslim, Tevbe 33, h. no: 2760; Tirmizî, Deavât 97, h. no: 3520)

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
"Sa'd İbnu Ubâde (r.a.) dedi ki: "Ey Allah'ın Rasûlü, ben zevcemle birlikte bir
adam yakalasam, dört şâhit getirinceye kadar ona mühlet mi tanıyacağım?"
Peygamberimiz "Evet!" buyurdu. Sa'd: "Asla dedi, seni hakla gönderen
Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, şâhit aramazdan önce kılıcımı indiririm."
Rasûlullah (s.a.s.): "Şu efendinizin söylediğine bakın! Evet (biliyoruz ki) o
kıskanç bir adamdır. Ama ben ondan da kıskancım, Allah da benden kıskanç."
(Müslim, Li'an 16, h. no: 1498; Muvattâ, Akdiye 17, h. no: 2, 737, Hudûd 7, h.
no: 2, 823; Ebû Dâvud, Diyât 12, h. no: 4532)

Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) bir gece yanımdan çıkıp gitmişti. (Benim nöbetimde)
hanımlarından birinin yanına gitmiş olabilir diye içime kıskançlık düştü. Geri
gelince halimi anladı ve: "Kıskandın mı yoksa?" dedi. Ben de: "Evet!
Benim gibi biri Senin gibi birini kıskanmaz da ne yapar?" dedim. Aleyhissalâtu
vesselâm: "Sana yine şeytanın gelmiş olmalı" dedi. Ben: "Benimle şeytan
mı var?" dedim. "Şeytanı olmayan kimse yoktur" dedi. "Seninle de var mı?"
dedim. "Evet, ancak ona karşı Allah bana yardımcı oldu da (o bana) teslim
oldu!" buyurdu." (Müslim, Münafikun 70, h. no: 2815; Nesâî, İşretü'n-Nisâ 4,
(7, 72)

Ümmü Seleme (r. anhâ) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) yanımda idi. Evde bir muhannes vardı. Bu muhannes, Ümmü
Seleme'nin kardeşi Abdullah İbnu Ebî Ümeyye'ye: "Ey Abdullah, şâyet yarın Allah
Tâif'in fethini müyesser kılarsa, ben sana Gaylân'ın kızını göstereceğim. Çünkü
o, gelirken dört, giderken sekizdir" der. Bu söz üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
"Böyleleri bir daha yanınıza girmesin" buyurdu. Bu sözüyle muhannesleri
kasdetmişti. Bundan sonra onu, (evlerine girmekten) men ettiler."
(Buhârî, Meğâzî 56, Nikâh 113, Libâs 62; Müslim, Selâm 32, h. no: 2180; Muvattâ,
Vasiyyet 5, h. no: 2, 767; Ebû Dâvud, Edeb 61, h. no: 4929)

Açıklama: Muhannes kadınlaşmış erkek demektir.
Ahlâkında, davranışlarında, konuşma tarzında ve bütün davranışlarında kadına
benzeyen kimsedir. Bu hal, bazan yaratılıştandır. Böyleleri levmdilmezler; ancak
kendilerini buna zorlayan ferdlere de rastlanır. İşte bu mezmumdur ve müdâhale
edilmesi gerekir. Sesi ve bazı halleriyle yaratılıştan kadına benzeyenlere hünsâ
denir. Zikri geçen zâtı Rasûlullah'ın hünsâ bilmesi, ilk gördüğünde
yasaklamayışının sebebini izah eder. Bâzı rivâyetler, herkesçe onun cimaya
ihtiyaç duymayan biri olduğunun bilindiğini belirtir.

Peygamberimiz Medine'den bazı
muhannesleri sürmüştür. Ebû Dâvud'da, ellerini ve ayaklarını kınalayan bir
muhannesin Medine'den iki gece uzaklıktaki Nakî tam mevkiye sürüldüğü
belirtilir. Öldürülmesini teklif edenlere Rasûlullah, "Ben musallî olanları
öldürmekten nehyolundum" cevabını verir. Bu sürülen kimsenin Hit adını taşıdığı
belirtilir. Hind diyen de olmuştur başka isimler de var. Sürüldüğü yerin adı da
farklıdır. Bundan, birden fazla kimsenin sürüldüğü hükmüne varılabilir. Nitekim
Âmirî, bunların dört aded olduğunu kaydeder.

Rasûlullah bir çok hadislerinde erkeklerin
kadınlara, kadınların da erkeklere benzemesini yasaklamıştır. Bir hadisleri
şöyle: "Allah'ın yaratışından nefret ederek kadınlara benzeyenlere Allah'ın
öfkesi şiddetlidir." Bir başka hadis de şöyledir: "Kadınlardan kendisini
erkeklere benzetenlerle, erkeklerden kendilerini kadınları benzetenlere Allah
lânet etsin."

Rasûlullah'ın Hît'i sürgün
edişinde başlıca üç sebep gösterilmiştir. Kadınlara ihtiyaç duyan biri olduğu
halde bunu gizleyerek, kendinin herkesçe kadınlara ihtiyacı olmayan biri
bilinmesine sebep olması. Kadınların güzelliklerini ve avret yerlerini erkeklere
alenî şekilde anlatmasıdır. Bu, dinimizin yasakladığı bir edebsizliktir. Kadının
erkeğini, erkeğin hanımını tasvir etmesi memnudur. Bir rivâyette Hît, vasfettiği
kız hakkında daha müstehcen tabirler kullanmıştır: "Ağzı papatya çiçeği gibi,
oturduğu zaman iki olur, konuşursa renk saçar gibi..." Kadınların en mahrem
yerlerine muttalî olmuştur, bunları başka kadınlar bile kolay kolay öğrenmez.
İşte bu sebeplerle Rasûlullah (s.a.s.) bunu sürmüştür.

İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) erkeklerden kadınlaşanlara, kadınlardan da erkekleşenlere
lânet etti ve: "Onları evlerinizden çıkarın!" şeklinde ferman buyurdu." (Buhârî,
Libas 62, Hudûd 33; Ebû Dâvud, Edeb 61, h. no: 4930; Tirmizî, Edeb 34, h. no:
2785, 2786)

Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) kadınlarından biriyle beraber idi. Yanından bir adam geçti. Rasûlullah
adamı çağırarak: "Bu benim zevcemdir!" dedi. Adam: "Ey Alah'ın Rasûlü!
Ben herkesten şüphe etsem de sizden şüphe etmem!" deyince, Allah'ın Elçisi:
"Şeytan insana kanın nüfuz ettiği gibi nüfuz eder!" buyurdular." (Müslim,
Selâm: 23, h. no: 2174)

İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Hz.
Ömer (r.a.), el-Câbiye'de bize hitaben: "Ey insanlar, dedi. Ben, (şu hutbeyi
okumak üzere) aranızda kalkıyorum, tıpkı, Rasûlullah (s.a.s.)'ın da bizim
aramızda kalktığı gibi. (O kalkıp) şöyle demişti: "Size Ashâbımı, sonra da
onların peşinden gelecekleri (sonra da bunların peşinden gelecekleri) tavsiye
ediyorum. Daha sonra (gelenler arasında) yalan, öylesine yayılacak ki, kişi,
kendisinden yemin talep edilmediği halde yemin edecek, şâhitliği istenmediği
halde şehâdette bulunacak. Haberiniz olsun, bir erkek bir kadınla baş başa kaldı
mı onların üçüncüsü mutlaka şeytandır. Size cemaati tavsiye ederim. Ayrılıktan
sakının. Zira şeytan, tek kalanla birlikte olur. İki kişiden uzak durur. Kim
cennetin ortasını dilerse, cemaatten ayrılmasın. Kimi yaptığı hayır sevindirir
ve kötülüğü de üzerse, işte o, mü'mindir." (İbn Mâce, Ahkâm 27, h. no: 2363;
Tirmizî, Fiten 7, h. no: 2166)

Ebû Mes'ud (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) köpeğin semenini, fâhişenin mehrini (zinâ karşılığında
alınan ücreti) ve kâhinin ücretini yasakladı." (Buharî, Büyû' 113, İcâre 20,
Talâk 51, Tıb 46; Müslim, Müsâkât 39, h. no: 1567; Muvattâ, Büyû' 68, h. no: 2,
656; Tirmizî, Büyû' 46, h. no: 1276; Nesâî, Büyû 91, h. no: 7, 309; Ebû Dâvud,
Büyû' 68, h. no: 4381)

Ebû Cuheyfe (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) kan mukabilinde alınan semenden, köpek semeninden, fuhuş
kazancından men etti. Dövme yapanı, dövme yaptıranı, fâiz yiyeni, fâiz yedireni
ve musavvirleri lânetledi." (Buhârî, Büyû' 113, 25, Talâk, Libas 86, 96; Ebû
Dâvud, Büyû' 65, h. no: 3483)

İbn Ömer (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Allah'ın had cezâlarından birinin yerine
getirilmesi Allah'ın beldelerinde kırk gece yağan yağmurdan daha hayırlıdır."

İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Kur'an'dan tek bir âyeti inkâr edenin
boynunu vurmak helâl olur. Kim lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh ve enne
Muhammeden abduhu ve Rasûluhu (Allah birdir, ortağı yoktur, Muhammed onun kulu
ve elçisidir)" derse hiç kimsenin ona dokunma yetkisi yoktur. Ancak, bir hadd
suçu işlerse, ona cezâsı verilir."

Ubâde İbnu's-Sâmit (r.a.)
anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Siz Allah'ın had cezâlarını
(akrabalık ve diğer hususlarda size) yakın olan hakkında da uzak olan hakkında
da tatbik edin. Allah'ın hükmünü uygulamaktan sizi hiçbir ayıplayıcının
ayıplaması alıkoymasın."

Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Hadd cezâsını defedebildiğiniz müddetçe
defedin (suçun sübutunu zedeleyen delilleri esas alarak uygulamaktan kaçının)."

İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Kim müslüman kardeşinin ayıbını örterse,
Kıyâmet günü Allah da onun ayıbını örter. Kim de müslüman kardeşinin ayıbını
açarsa Allah da onun ayıbını açıp evinin içinde bile rezil eder."

Mes'ud İbnu'l-Esved (r.a.)
anlatıyor: "(Fâtıma isimli) kadın, Rasûlullah (s.a.s.)'ın evinden kadifeyi
çalınca biz bunu büyük bir hâdise olarak değerlendirdik. Kadın Kureyş'ten
(tanınmış) birisiydi. Lehinde konuşmak üzere Rasûlullah'a geldik: "Biz onun
cezâsına mukabil kırk okiyyelik fidye verelim" dedik. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Cezâsını çekerek temizlenmesi onun için daha hayırlıdır" buyurdular. Biz
Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın sözündeki yumuşaklığı görünce, Üsâme'ye
geldik ve: "Git, kadın lehine Rasûlullah'a konuş (da eli kesilmesin)" dedik.
Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm bu hali görünce (sertleşti ve) hutbe irad
etmek üzere ayağa kalktı, şöyle söyledi: "Aziz ve celil olan Allah'ın
cariyelerinden bir cariyeye terettüp eden Allah'ın haddlerinden birini (tatbik
etmemem için) üzerimde niye bu kadar ısrar ediyorsunuz? Muhammed'in nefsini
kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun! Eğer o kadının tenezzül ettiği
şeye (hırsızlığa) Muhammed'in kızı Fâtıma tenezzül etseydi Muhammed (hiç
çekinmeden) onun elini mutlaka keserdi."

İbn Abbâs (r.a.): "Rasûlullah
(s.a.s.) buyurdular ki: "(Zinâ suçu sebebiyle) herhangi birini şâhitsiz
olarak recmetseydim, falan kadını recmederdim. Çünkü onun konuşmasından,
vaziyetinden ve yanına girip çıkanlardan dolayı ciddi bir şüphe hâsıl olmuştur."

Said İbnu Sa'd İbnu Ubâde (r.a.)
anlatıyor: "Evlerimiz arasında vücut yapısı noksan ve zayıf bir adam vardı. (Bir
gün) mahallenin cariyelerinden biriyle kötü vaziyette aniden yakalandı. Bunun
üzerine (babam) Sa'd İbnu Ubâde durumunu Rasûlullah'a duyurdu. "Yüz sopa
vurun!" diye emrettiler. Halk: ‘Ey Allah'ın Rasûlü! O buna zayıftır,
buna dayanamaz, yüz sopa vurursak ölür!' dediler. Efendimiz: "Öyleyse, onun
için yüz saçaklı bir hurma dalı alın ve ona o dal ile bir kere vurun!"
buyurdular."

Seleme İbnu'l-Muhabbık (r.a.)
anlatıyor: "Haddlerle ilgili âyet nâzil olunca, kıskanç bir adam olan Ebû Sâbit,
Sa'd İbnu Ubâde'ye: "Sen hanımınla bir adamı yakalasan ne yapacağını
zannedersin?" denildi. "Kılıcımı her ikisine de vurur (gebertirim)! Dört tane
şâhit getirmemi mi bekleyeceğim? O vakte kadar herif işini tamamlar ve gider
bile veya "şöyle bir vak'â gördüm deyip de bana hadd vurmalarını ve ebediyen
şâhitlikten de düşmemi mi göze alacağım?" diye cevap verdi. Ravi der ki: "Onun
bu sözleri Rasûlullah'â haber verildi. Aleyhissalâtu vesselâm (önce): "Kılıç
şâhid olarak yeterlidir" dedi ise de, sonra: "Hayır! Sarhoşun ve
kıskancın bu işte birbirini takip etmelerinden korkarım!" buyurdular."

"Kim, kendisini babasından
başkasına nisbet ederse (yani onun oğlu olduğunu söylerse) veya Mevlasından
başka birini Mevlâ (efendi) edinirse, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların
lâneti üzerine olsun."

"Kim (kendisine) babasından
başkasını (baba diye) iddia ederse cennetin kokusunu hiç duymayacaktır. Halbuki
onun kokusu beşyüz yıl uzaklıkta bulunup (hissedilir).

Eş'as İbnu Kays anlatıyor: "Kinde
heyeti içerisinde Rasûlullah (s.a.s.)'a geldim. Heyet mensupları beni
kendilerinden üstün görürlerdi. Bu sebeple: ‘Ey Allah'ın Rasûlü! Bizden değil
misiniz?' dedim. "Biz, Benî Nadr İbni Kinânedeniz, anamızı iffetsizlikle
itham etmeyiz ve babalarımıza olan nisbetimizi reddetmeyiz!" buyurdular.
Râvi devamla der ki: "Eş'as İbnu Kays derdi ki: "Kureyşli birinin, Nadr İbn
Kinâne'den olduğunu reddeden biri bana getirilse, ona mutlaka (iftira etti diye)
hadd celdesi tatbik ederim."

Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Dini ve ahlâkı sizi memnun eden birisi
kız talep ederse onu evlendirin. Böyle yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve geniş
bir fesad çıkar." (Tirmizî, Nikâh 3, h. no: 1084)

Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Celde ile cezâlandırılmış zânî kimse
ancak kendisi gibi biriyle evlenebilir." (Ebû Dâvud, Nikâh 5, h. no: 2052)

"Çocuk yatağa aittir. Zânî'ye de
mahrûmiyet vardır."
(Buhârî, Hudûd 23, Ferâiz 18; Müslim, Radâ' 37, h. no: 1458; Tirmizî, Radâ' 8,
h. no: 1157; Nesâî, Talâk 48, h. no: 6, 180)

Aişe (r. anhâ) anlatıyor: "Utbe
İbnu Ebi Vakkas, kardeşi Sa'd'a: "Zem'a'nın câriyesinden doğan oğlan bendendir,
onu sahiplen" diye vasiyet etmişti. Fetih yılında onu Sa'd yakalayıp: "Bu
kardeşimin oğludur, kardeşim onu bana vasiyet etmişti!" dedi. Abd İbn Zem'a da:
"O, benim kardeşimdir ve babamın cariyesinin oğludur, onun yatağında doğmuştur!"
dedi. Problemin halli için Rasûlullah (s.a.s.)'a koştular. Sa'd (r.a.): "Ey
Allah'ın Rasûlü! Bu kardeşimin oğludur. Kardeşim onun hakkında bana vasiyette
bulundu. Hele onun benzerliğine de bakın!" dedi. Abd: "O benim kardeşimdir ve
babamın cariyesinin oğludur. Babamın yatağında doğdu!" dedi. Rasûlullah
(s.a.s.), ondaki benzerliğe baktı Utbe'ye açık bir benzerlik gördü. Sonra:
"Bu sana aitir ey Abd İbnu Zem'a. Çocuk yatağa aittir, zânî için de mahrûmiyet
vardır" buyurdu. Sonra da Sevde Bintu Zem'a'ya: "Bun(u kardeşin bilme,
ihtiyat et, ona karşı) tesettür et!" emretti. Bu emri, onun Utbe'ye olan
benzerliği sebebiyle vermişti. O, kadını Allah'a kavuşuncaya kadar göremedi.
Sevde, Rasûlullah (s.a.s.)'ın zevcesi idi." (Buhârî, Vesâyâ 4, Büyû' 3, 100,
Husumât 6, Itk 8, Ferâiz 18, 28, Hudûd 23, Ahkâm 29; Müslim, Radâ' 36, h. no:
1457; Muvattâ, Akdiye 20, h. no: 2, 739; Ebû Dâvud, Talâk 34, h. no: 2273;
Nesâî, Talâk 48, 49, h. no. 6, 180, 181)

Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: &qu