Fecir | Konular | Kitaplar

Allah Rasûlünün Dilinde ve Gözünde Gözyaşı

Allah Rasûlünün Dilinde ve Gözünde Gözyaşı




Allah Rasûlünün
Dilinde ve Gözünde Gözyaşı
 
"Eğer benim bildiğimi
bilseydiniz az güler, çok ağlardınız." (Buhârî, Küsûf 2; Müslim, Küsûf 1)
   
"İki göze ateş dokunmaz.
Allah korkusundan dolayı ağlayan göz ve Allah yolunda nöbet bekleyen göz." (Dârimî,
Cihad 15; Nesâî, Cihad 11)
"Yedi sınıf insan vardır ki,
Allah Teâlâ onları, Arş'ının gölgesinden başka hiçbir gölgenin olmadığı kıyâmet
gününde kendi ilâhî gölgesi altında barındıracaktır. Bunlar: 1. Âdil devlet
başkanı,  2. Allah'a ibâdet ederek gelişip büyüyen genç,  3. Kalbi mescidlere
bağlı adam,  4. Allah için seven, Allah yolunda birleşen ve Allah yolunda
ayrılan iki kişi,  5. Asil-saygın ve güzel bir kadının fuhuş için dâvetine karşı
‘ben Allah'tan korkarım' diyerek bu dâveti reddeden adam,  6. Sadaka veren ve
fakat sağ elinin verdiği sadakayı sol eli bilmeyecek şekilde gizleyen kimse,  7.
Yalnız olarak Allah'ı zikredip de gözyaşı döken kimse." (Buhârî, Zekât 17;
Müslim, Zekât 30)
"Sinek başı kadar bile olsa,
gözünden Allah korkusuyla yaş çıkan ve bu yaşı yanağına değecek kadar akan
hiçbir mü'min kul yoktur ki, Allah onu (ebedî) ateşe haram etmesin!" (Kütüb-i
Sitte, hadis no: 7283, c. 17 s. 585).
"Kalbimizde acı, gözümüzde
yaş var; ama dilimiz Allah'ın rızâsına aykırı bir söz söylemez." (Buhârî,
Cenâiz 43; Müslim, Fezâil, 62)
"Kur'an hüzünle nâzil oldu;
onu okurken veya dinlerken de hüzünlenip ağlayın veya ağlamaklı olun." (İbn
Mâce, İkame 176)
"Allah korkusundan ağlayan
kişi, cehennemden âzâd edilecekitr." (Tirmizî, Fezâilu'l Cihâd 8, 12; Nesâî,
Cihad 8)
"Allah'ı zikretmeksizin çok
fazla söz söylemeyin. Çünkü Allah'ı zikretmeksizin çokça konuşmak kalp için
katılıktır. İnsanlar arasında Allah'tan en uzak olan kişi, katı kalp sahibidir."
(Tirmizî, Zühd 62)
"Çok gülmeyin, çünkü çok
gülmek kalbi öldürür." (Kütüb-i Sitte, hadis no: 7281, c. 17, s. 584)
"Allah saygısıyla ağlayan
bir göz, memeden çıkan bir süt nasıl memeye gerisin geriye dönmezse onun
cehenneme girmesi de öyle uzaktır."
"Dört şey vardır ki
bedbahtlıktandır. Gözün donması (yaş akıtmaması), kalbin katılaşması, uzun emel
ve dünyaya karşı hırs."
Allah korkusundan ağlayan,
harama bakmayan ve Allah yolunda cihadda nöbet tutan kimselere cehennem ateşinin
haram olduğu hadislerde belirtilmiştir. Hz. Peygamber, İbn Mes'ûd, Nisâ sûresi
41. âyetini okurken dolu dolu gözyaşı dökmüştür (Buhârî, Fezâilu'l Kur'an 35;
Müslim, Salâtu'l Müsâfirîn 247-248). Hz. Peygamber, kendisine kurtuluşun yolunu
soran Ukbe bin Âmir'e, işlediği günahlardan dolayı ağlamasını tavsiye etmişti (Tirmizî,
Zühd 60). İçinden gelerek ağlayamayanlara ağlar bir tavır takınmalarını
öğütlemiştir (İbn Mâce, Zühd 6; Müslim, Cihad 58).
Rasûlullah (s.a.s.) hiçbir
zaman kahkaha atmamış, ama yüzünden de gülümsemeyi eksik etmemiştir. O, Kur'an
okurken, Kur'an dinlerken ağlamıştır. Rasûlullah, müslümanları çok acıklı
durumlarda, cenaze arkasında yaka bağır yırtarak, çığlık atarak, söylenerek
ağlamaktan alıkoymuştur. O, sessizce ağlar, yanaklarından yaşlar süzülürdü. Kızı
Zeyneb'in çocuğu hastayken kucağına almış, ağlamış ve şöyle demiştir: "...Bu
Allah'ın merhametli kullarının gönüllerine koyduğu rahmettir. Cenâb-ı Hak bu
rahmeti, kullarından şefkatli olanlara ihsan eder." (Buhârî, Cenâiz 23;
Müslim, Cenâiz, 11; Ebû Dâvud, Cenâiz 24). Rasûlullah, acı ve ıstırap karşısında
müslümanlara sabırlı olmayı tavsiye etmiş; bununla birlikte, insanların katı,
taş yürekli olamayacaklarını, merhamet ve şefkat gözyaşlarının rahmet olduğunu,
ağlamanın fıtrattan olduğunu söylemişlerdir.
Hicretin ikinci senesinde ölen
Osman bin Maz'ûn'un cenazesi üzerine eğilen Rasûlullah, onu öpmüş, sürekli
ağlamıştır. Sadece İbn Maz'ûn için değil; bunun yanında, ölen veya şehid edilen
bütün sahâbelerin cenâzelerinde, onlardan bahsederken de Hz. Peygamber,
duygulanır ve zaman zaman da ağlardı. Ancak O, yukarıda belirtildiği gibi,
sessiz sedâsız ağlar, gözyaşları yanaklarından süzülürdü. Rasûlullah, sesli
ağlamayı yasaklamış; böyle bir hali, şeytan anırması olarak nitelemiştir.
Burada düşen bir damla, orada
dalgalar halinde gelen cehennem alevlerini nötr edecektir. Nitekim, nüsûk
derecesini, sıhhatini tam bilemediğimiz bir hadis rivâyetine göre, cehennem
kıvılcımları ümmetin üzerine akın akın geldiği anda, elinde bir şişe –şişe bir
semboldür, şişe, misal âlemine göre bir ifadedir- her yerde O'nun imdadına koşan
Cibril beliriverir. Ve sorar Allah Rasûlü, "Nedir ya Cibrîl?" Cebrâil:
"Ümmetinin gözyaşları" buyurur. Ve onlar bu kıvılcımlara doğru saçılınca her şey
toz duman olur gider. Allah Rasûlü (s.a.s.), başlıbaşına bir çığlıktı. O'nun
gözyaşları önemlidir. Ve Allah Rasûlü, bütün  hayatını,  değişik  tecellîler 
altında hep ümitle, yerine göre sevinçle, yerine göre ümmeti hakkında Cenâb-ı
Hakk'ın atâyâ vaadinde bulunmasıyla hep ağlamakla geçirmiştir.
Âişe vâlidemiz diyor ki:
"Yanımda yatıyordu. Bana o kibarlık timsâli insan dedi ki: "Yâ Âişe, müsaade
ediyor musun kalkıp Rabbime ibâdet edeyim?" "Yanımda bulunmanı her şeye
tercih ederim, ama Rabbinle arana girmek istemem" dedim. Ve derken izin aldı,
kalktı. Bir efendi insan düşünün ki, Efendimiz, hanımının yanında yatarken gece
Rabbine ibâdet etmeyi düşünüyor ve hanımından izin alıyor. Bunlar feministlerin
kör gözlerine, sağır kulaklarına sokulsun. Ve kadına bakarken de bunun ötesinde
değişik bakan insanların da kör hissiyatlarına çarpsın. Hz. Âişe anlatmaya devam
ediyor: Kalktı, sabaha kadar ağladı, inledi. Öyle ağlıyordu ki sakalından şakır
şakır yaşlar akıyordu. Neye ağlıyordu Allah Rasûlü? Allah, geçmiş ve gelecek
günahlarını affetmedi mi? "Efelâ ekûnü abden şekûrâ ‘şükreden bir kul
olmayayım mı?" Allah onun günaha giden yollarını tıkamıştı. O diyordu ki:
Benim hakkımda böyle bir güzel bağışta bulunan Allah'a çok kulluk yapmayayım mı?
Şükreden bir kul olmayayım mı? Bu defa da ondan dolayı ağlayarak gözyaşlarını
ceyhun edecektir.
"Şu söze mi hayret
ediyorsunuz, Kur'an'a mı şaşıyorsunuz? Ve gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?"
(53/Necm, 59-60) Ağlamanız lâzım, oysa gülüyorsunuz. Bu âyet nâzil olunca
deniliyor ki, ashâb-ı kiram ağlamaya başladılar. Öyle bir çığlık ki Allah Rasûlü
hücre-i saâdetlerinde duramadı. Dışarıya çıktı. Onların o ağlamalı halini
görünce yanlarına çöktü. Kederde, tasada, ağlamada, gülmede bütün sahâbiler ve
peygamber aynı hayatı paylaşıyorlardı. Oturdu ve O da ağlamaya başladı. Öyle
ağlıyordu ki ağlaması ashâbınkini bastırdı. İşte Hayâtu's-Sahâbe kitabında bunu
görüyoruz. (5) Ve sahâbî diyor ki: "Bu defa da ağlayanlar kendi ağlamalarını
unuttu, O'nun ağlamasına ağlamaya başladılar! Ve Onun ağlaması ne kadar sürdü
bilen ya da söyleyen yok. Allah Rasûlü ağlıyordu; gece hiç kimsenin olmadığı bir
yerde, başını seccâdesine koyup gözyaşlarıyla onu ıslattığı gibi, insanların
içinde de ağlıyor ve yüreklere yumuşaklık serpiyordu. Kasvet bağlamış gönülleri
yumuşatmaya çalışıyordu. Ve Allah'a ancak yumuşak gönüllerle varılabilme
hakikatini gösteriyordu.
Niye ağlıyordu insanlığın
iftihar tablosu? Allah'ın lütfuna ağlıyordu. Arkasında dalga dalga halkalar
halinde, helezon halinde genişleyen ümmeti vardı. Ümmeti yönüyle tam kevsere/
çokluğa mazhardı. Buna ağlıyordu. Ve ümmetinin inhirafları olacaktı, bunu da
tahmin ediyor, biliyordu. Bir gün, havuzun başına suya gelen develerin suyun
başından kovulduğu gibi, Nebî'nin mahşerdeki havuzunun başından bazılarının
kovulacaklarını haber almıştı. Belki buna ağlıyordu. Kim bilir ne haltlar
karıştırdıkları için kovulacaklar için bile "Ümmetî, ümmetî!" diye çığlık
atıyordu.
O, Allah'ın azametine
ağlıyordu. Cenâb-ı Hakk'ın cemâline ağlıyordu. Rahmetine ağlıyordu. Allah
Rasûlü, "Her bir ümmetten bir şâhit getirdiğimiz ve seni de onlara şâhit
olarak gösterdiğimiz zaman halleri nasıl olacak?" (4/Nisâ, 41) bu âyetteki
ifadeyle doluyor taşıyordu. İbn Mes'ud, diyor ki, Nisâ sûresini Rasûlullah'a
okuyordum. 41. âyete (bu âyete) gelince Rasûlullah, "şimdilik yeter"
dedi, bir de baktım gözlerinden yaşlar boşanıyor. (Buhârî, Fezâilu'l Kur'an 35; 
Müslim, Salâtu'l Müsâfirîn 247-248).