Fecir | Konular | Kitaplar

Zinâ; İlâhî Bir Yasaktır

Zinâ

Zinâ; İlâhî Bir Yasaktır


İslâm Dini, İlâhî
emirler ve yasaklar manzûmesidir. İslâmî yasaklar, haramlar dizisi içinde yer
alan zinâ; evlilik bağı olmaksızın cinsî münâsebette bulunmaktır. Zinânın İslâm
Dinindeki yasaklık derecesini Peygamberimiz şöyle açıklamıştır: "Allah7ın
zâtına ve kanunlarına ortak koşmak günahından sonra Allah katında zinâdan,
kişinin hayat maddesini nikâhlısı olmayan bir kadına bırakmasından daha büyük
bir günah yoktur." "(Zira) kişi gerçek mü'min olduğu halde zinâ yapamaz..."
"(Çünkü) zinâ yaptığı zaman kişiden (zinâ fiili sırasında) imanı çıkar da başı
üzerinde gölge gibi olur..." (İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, III/326;
Tefsîru Rûhu'l-Meânî, 15/67)

Diğer bütün İslâmî
haramlarda olduğu gibi, zinâda da ferdi ve toplumu kuşatan imanî, ahlâkî ve
maddî zararlar vardır. Zinâ; vücut organlarını teşhir, şehvetle bakışma ve
buluşma gibi haramlarla başlayan ve çok defa yalan, içki, uyuşturucu ve ırza
tecâvüz gibi başka haramlarla bağlantılı olarak sonuçlanan imanı eritici bir
haram fiildir. Zinâ; toplumun ana kurumları olan âile müesseselerinin
kudsiyetini zedeleyen, kurulmasını engelleyen, mutluluğunu sarsan ve sonuç
olarak da neslin bekasını tehdit eden bir haramdır. Zinâ; toplumda kadın
ticaretini başlatan, geliştiren ve topluma giderek artan oranda fâhişeler salan
bir haramdır. Zinâ; yaygınlaşması sanatı, edebiyatı, ilmi, siyaseti, yönetimi ve
askerî stratejiyi olumsuz yönde etkileyen bir haramdır.

Zinâ; sebep olduğu
ana-baba ve akraba şefkatinden yoksun, hırçın nesebi gayr-ı sahih çocuklarla
toplumun problemlerini artıran bir haramdır. Zinâ; bir erkek ve bir kadın
tarafından yapılmış olsa da, onların bağlı bulunduğu âileleri için bir nâmus
lekesi olduğundan ihtilâflara, kavgalara ve hatta cinâyetlere sebep olan bir
haramdır. Zinâ; bel soğukluğu, frengi ve giderek yayılma eğilimi gösteren AIDS
gibi ölümcül hastalıkların kaynağı olan bir haramdır. Zinâ; düzensiz
harcamalara, iş gücü isrâfına ve isâbetsiz girişimlere ve çok yönlü nefsânîliğe
yönelterek fakirlik doğuran bir haramdır. Özetlersek, zinâ, fâizle birlikte
toplumun yıkım sebebi olan bir haramdır. Bu gerçeği Peygamberimiz şöyle
açıklıyor: "Bir toplumda zinâ ve fâiz işlemleri açıkça yapılır olduğu zaman o
toplum halkının tümü Allah'ın azâbını üzerlerine çekmiş olurlar." (Câmiu's-Sağîr,
I/51; Râmûzu'l-Ehâdîs –İzâ Zahara'z-Zinâ...-)

Bireysel, âilevî ve
sosyal hayatı çökerten yıkıcı ve eritici bir fiil olduğu içindir ki İslâm Dini
zinâya, dünyada çekilecek, âhirete götürülecek cezâlar koymuştur. Kur'an ve
Sünnet toplumunda itiraf, hâmilelik veya dört şâhidin şehâdeti ile sâbit olan
zinâ fiilinin cezâsı Kur'an'da yüz sopa olarak belirtilmiş, Sünnette evli veya
dul olan kişiler için de recm edilerek ölüm cezâsı verilmiştir. Pek tabiîdir ki,
bu cezâ, bugünkü gibi câhiliyye hükümlerinin uygulandığı ve zinânın devlet
güvencesi altında rahatça işlenebildiği ve zinâya götüren yolların alabildiğine
açıldığı devlet ve toplumlar içinde tatbik edilemez. İslâm'ın öngördüğü zinâ
cezâsı, Kur'an ve Sünnet yasalarına göre yönetilen, İslâm inancı ve kültürünü
yayan, zinâya götürücü yolları açtırmayan, açık olanları kapatan, devlet
bütçesinden evlenemeyen bekârlar için fon ayıran ve şartları çerçevesi içinde
birden fazla evliliğe ruhsat çıkaran İslâm Devletinin ve İslâm toplumunun
zinâkârları içindir.

Zinâ fiilinin âhiret
cezâsı ise çok daha elem vericidir. Şanlı Peygamberimiz, ölür ölmez kabir
hayatının başlamasıyla birlikte, zinâcıların zinâlarının cezâsını görmeye
başlayacaklarını şöyle açıklamıştır: "Cebrâil ve Mîkâil beni Mukaddes Arza
çıkardılar ve bana yürü dediler. Yürüdük. Ateş fırınları gibi ağzı dar, altı
geniş bir ağıza geldik. İçinde çırılıpçıplak kadınlar ve erkekler vardı. Dipten
ateşlenen bu fırında alevler alttan gelerek içindekileri yaklaşarak sardıkça,
onlar dışarıya fırlayacak gibi yükseliyorlar, alevler çekildikçe de dibe
yuvarlanıyorlardı. Sordum: ‘Bunlar kimlerdir?' Cebrâil ve Mîkâil bana şu
açıklamayı yaptılar: ‘Bunlar zinâ eden erkekler ve kadınlardır. (Kıyâmet Gününe
kadar kabirlerinde bu şekilde azap edileceklerdir.)" (et-Tâc, 4/310).
Peygamberimiz zinâ yapanların kabir azâbını açıklarken zinâ yasağını koyan
Rabbimiz de Kur'an'ında şöyle buyurmaktadır: "Kim Allah ile beraber
(tuttukları) başka bir tanrıya yalvarır, haksız yere cana kıyar ve zinâ ederse
günahı(nın cezâsını) bulur. Kıyâmet günü azâbı kat kat arttırılır ve onda
(azapta) alçaltılmış/aşağılanmış olarak kalır." (25/Furkan, 68-69)

Bireysel ve toplumsal
zararlarını dünya ve âhiret cezâlarını özet olarak açıklamaya çalıştığımız
zinânın ücret alarak sanatlarını(!) icrâ eden fâhişelerle veya tatmin olmak için
kendi arzusuyla zinâ eden dul dişilerle yapılmış olması, halka açık genelevlerde
uygulanışı onu zinâ olmaktan çıkarmaz. Zinâ, zinâdır.

İslâm Dini, yalnız
zinâyı yasaklamamış, zinâya götürücü bütün fiilleri de haram kılmıştır. Zinâya
yaklaşılmasını engellemek için kadınların vücut organlarını örtmelerini
(tesettürü) emretmiş, hanımların nâmahrem olan erkekle bir arada yalnız
kalmalarını ve birlirine şehvetle bakmalarını, tokalaşmalarını ve vücut
temaslarını da yasaklamıştır. Bunun yanında, dinimiz şehevî duyguları
geliştirici ve azgınlaştırıcı müzik, film, roman gibi sanat ve edebiyat
türlerini, bar, pavyon, gazino ve benzerleri gibi yerlerin kurulması ve
işletilmesini de haram kılmıştır.

Yüce dinimizin ve olgun
aklın reddettiği zinâ, gerçekten bir çirkeftir. Zinâcıların her biri de aşağılık
kişilerdir. Bunun içindir ki Hz. Allah, Kur'an'da iffetli kadın ve erkeklerin
tevbekâr olmamış zinâcı erkek ve kadınlarla evlenmelerini haram kılmıştır
(24/Nûr, 3). Çünkü onlar, Kur'an ifâdesiyle "pis"tirler ve kendileri gibi
pislere uygundurlar (24/Nûr, 26). Haramlarda aşağılık ve azap vardır. Bütün
haramlardan ve kıyâmet alâmetlerinden olduğu ifâde edilen zinâdan sakınmak,
çevredeki insanları uyarmak gerekmektedir. Bu sakınmada âhiret saâdeti vardır:
"Kim bana iki çenesi araısndaki dilini ve iki bacak arasındaki tenâsül uzvunu
haramlardan koruyacağına garanti verirse ben de onun Cennete gireceğine garanti
veririm." (et-Tâc, 5/183). Rabbimiz de Firdevs Cennetine vâris olacak gerçek
mü'min kullarını vasfederken onların zinâdan korunan kullar olduğunu
bildirmektedir (23/Mü'minûn, 5-7). Peygamberimizin şu uyarısı gerçekten önemli
ve dikkat çekicidir: "Aman zinâ yapmayınız. Zira yaparsanız sizin nikâhlı
kadınlarınızdan, kadınlarınızın da sizden alacağı cinsî haz körelir. Aman
nâmuslu olun ki, kadınlarınız da nâmuslu olsunlar. Zira falan oğullarının
erkekleri zinâ edince kadınları da fâhişe oldular." (Keşfu'l-Hafâ, h. no:
1738)

İnsan, yaratılış düzeni
itibarıyla cinsî konularda son derece hassastır. İslâm Dininin yasaların koyan,
insanı yaratan Allah olduğu için dinimiz insanın cinsel duyarlılığına uygun
emirler ve yasaklar koymuştur. Tek tek fertleri değil; bireylerin bağlı olduğu
cinsleri esas almıştır. Dinimiz akrabalık ilişkileri, eğitim, çalışma ve
nişanlılık gibi sebeplerle de olsa, birbirlerine nikâh düşebilecek kadınla
erkeğin bir araya gelerek yalnız kalmalarını yasaklamıştır. Bu konudaki haram
kılıcı ölçüleri Peygamberimiz şöyle açıklamıştır: "Sizden biriniz, yanında
mahremi bulunmayan nikâh düşebilecek bir kadınla yalnız kalmasın." "(Zira)
üçüncüleri şeytan olur." "Şeytan da kan kan damarlarınızda şehvet duyguları ile
akar." "Bu sebeple kadınlarla ancak mahremleri varken bir arada bulunun."
(et-Tâc, 2/329). Mânâlarını sunduğumuz hadislerin mü'minler için koyduğu ölçüler
şu veya bu şekilde yorumlanamayacak derecede açık ve kesindir. Bundan ötürü, bu
konuda âilevî zarûretler, sosyal ve ekonomik sebepler öne sürülerek farklı yorum
yapılamaz, İslâm'ın haram kıldığı, helâl görülemez. Bu konuda içinde yaşadığımız
câhiliyye hayatının şartlarından söz ederek farklı görüş belirtmek, insanı
itikadî açıdan tehlikelere sürükleyebilir.

Birbirleriyle
evlenebilecek bir erkekle bir kadının bir arada yalnız kalmalarını (halveti)
haram kılan dinimiz, bu yasağını ikinci dereceden akraba fertlerine de teşmil
etmiştir. Amca, dayı, kardeş, hala, teyze gibi gibi mahremler bir tarafa (ki
bunlarla evlenme yasağı vardır); bu konuya kayınbiraderler ve amca çocukları
gibi akraba arasında çok daha fazla önem verilmesi Peygamberimiz'in emridir.
Peygamberimiz'in "Yanında mahremi bulunmayan kadınların yanına girerek bir
arada yalnız kalmaktan sakının!" şeklinde öğüt vermesi üzerine bir sahâbî
şöyle sormuştur: "Yâ Rasûlallah! Kocanın kardeşi (kayın birâder) ve amca
oğulları gibi akrabâya ne buyurursunuz? (Onlar da mı bizim kadınlarımızla bir
arada yalnız kalamazlar?" Peygamberimiz şu cevabı vermiştir: "Sözü edilen
kocanın akrabâsı ile bir arada yalnız kalmak ölümdür (âile ahlâk hayatının
çöküşüne sebeptir)." (et-Tâc, II/329)

İslâm kültürü
almadığından ötürü dinimizin bu husustaki inceliğini tam olarak
kavrayamayanlarımız için ifâde edelim ki, İslâm Dini, yasalarını belirli fertler
için koymamıştır. Muhtemel tehlikelere muhakkak nazarıyla bakmış, genel
hükümleri koymuştur. Şeytana fırsat verecek yolları tümüyle kapatarak kalpler
için en emin yolu göstermiştir. Bu konudaki dinî ölçüleri benimsemeyen akrabâ
arasında nice ıstırap verici (ensest ilişki) olayların cereyân ettiği ve etmekte
olduğu bir gerçektir.

Birbirliyle
evlenebilecek bir erkekle bir bayanın bir arada yalnız kalmaları yasağı, eğitim
ve çalışma alanlarını da içine alır. Bu nedenle İslâm Dini, ergenlik çağına
ermiş gençlerin karma eğitimini ve kadın-erkek bir arada çalışma düzenini câiz
görmez. Çünkü böylesine bir eğitim ve çalışma düzeninde karşılıklı göz zinâsı,
bedenî temas ihtimali ve bir arada yalnız kalma (halvet) gibi dinimizin haram
kıldığı üç yönlü mahzur vardır. Cinsî bakımdan duyarlı gençleri ve yetişkinleri
bir arada eğitmek ve çalıştırmak ekonomik de olsa, bir yarar sağlamaz, nice
zararlara sebep olur. Ancak haram arkadaşlık, flört (çıkma) gibi zinâya
yaklaştıracak ilişkileri arttırır. Hayâ duygularını zaafa uğratır. Aile
yaşantısını olumsuz etkiler. Kadınları erkekleştirerek yaratılış düzenlerini
bozar. Bu nedenle hiçbir mü'min, erkek ya da kız çocuğunu karma eğitim yapan
okullara vermemelidir.

İslâmî ölçülere göre
arzu edilir olan kadının yeterli dinî ilim, genel kültür ve ev ekonomisi gibi
bilgilerlerle donanmış bir ev hanımı ve yetiştirici bir anne olmasıdır. Fakat
kadının bir-iki istisnâî işler dışında, meşrû işlerde ve meşrû şekilde
çalışmasında dinî bir sakınca yoktur. Ancak, özellikle cinsî duyguların
faâliyette olduğu yaş dönemleri içinde kadın-erkek bir arada çalışma,
mahzurludur. Bu sebeple, hiçbir mü'min erkek ve özellikle kadın, böyle karma bir
çalışma düzeni içinde çalışmamalıdır. Mü'min işverenler de, çalışma odalarında
beraber kalacakları bayan sekreter cinsinden ya da bayan-erkek karma bir çalışma
düzeni kurmamalıdır.

Birbirleriyle nikâhlı
olmayan ve mahrem de bulunmayan bir erkekle bir kadının bir arada yalnız
kalmalarıyla alâkalı İslâmî yasak, devrimizdeki yaygınlaşmış şekliyle
nişanlanmış çiftleri de içine alır. Nişanlı çiftler, dinî yasalarımıza göre,
aralarında nikâh akdi yapılıncaya kadar birbirlerine yabancıdırlar. Nişan bağı,
halveti, yalnızca bir arada kalmayı meşrûlaştırmaz. Bu itibarla sözlü ve nişanlı
çiftler yalnız bir odada kalamazlar, birbirleriyle tokalaşamazlar, birlikte
"çıkamazlar". Böylesine samimi davranışlar ve serbest âdetler, gayr-ı
müslimlerden intikal etmiş bâtıl uygulamalardır ve câiz değildir.

Birbirleriyle
evlenebilecek erkekle kadının arada nikâh bağı olmaksızın bir arada
bulunmalarını yasaklayan dinimiz, bu yasağını ihlâle sebep olacak işleri de
haram kılmıştır. Bunun içindir ki, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Allah'a
ve âhiret gününe iman eden bir kadının, yanında (babası, kardeşi, kocası veya
çocuğu gibi) bir mahremi bulunmaksızın bir günlük yolculuğa çıkması helâl, meşrû
değildir." (İbn Mâce, h. no: 2899). Karısının hacca gitmek kararında
olduğunu, kendisinin de cihad yapmak için orduya yazıldığını açıklayan bir
sahâbîye Peygamberimiz müsâade etmemiş ve şöyle buyurmuştur: "Dön, karınla
beraber (hac yap; onu yalnız başına hacca gönderme.)" (İbn Mâce, h. no:
2900; et-Tâc, II/329)

İslâm Dininin bu ve
benzeri ölçülerinin gâyesi ahlâkî olduğu içindir ki, mü'min bayanların
yanlarında mahremleri bulunsa bile yabancı erkeklere karşı İslâmî ölçülere göre
giyinmeleri ve ihtiyatlı davranmaları da görevleridir. İslâm Dini, bayan-erkek
beraberliğini yasaklarken pek tabiîdir ki, bu beraberliğin sonucu olabilecek
vücut ve el temasını da haram kılmıştır. Genel olarak dokunma duyusunun insanı
etkilediği bir gerçek olduğu gibi, cinsî bakımdan uyardığı da bir hakikattir. Bu
sebeple oynaşma niteliğinde olsun veya olmasın cinsî münâsebet çağını geçirmemiş
olan kadınla erkeğin birbirlerine dokunması da haramdır. Yaşadığımız topraklarda
folklor, horon gibi bölgesel oyunlarda ve cinsî bir oyun vasfındaki dansta
görülen vücut teması ve kadının cinselliğini öne çıkaran erkeklerin göreceği
şekilde eğlence ve oyunları kuşkusuz haramdır. Bu haramları, müslümanlar
eşlerine ve çocuklarına çok öğretmeli ve sakındırmalıdır.

Özetle, İslâm, bütün
insanları ölçü alarak yasalar ve yasaklar koymuştur. Böylece ahlâkî sakıncaların
doğup gelişebileceği ortamların oluşmasına imkân vermemiştir. "Zinâya
yaklaşmayın. Zira zinâ açık bir hayâsızlıktır. Pek kötü bir yoldur." (17/İsrâ,
32) (A. Rıza Demircan, İslâm Nizamı, III/117-128)