Fecir | Konular | Kitaplar

Gözün Zinâsı Harama Bakmaktır

Gözün Zinâsı Harama Bakmaktır

Gözün Zinâsı Harama
Bakmaktır

Dinimiz, kalbî duyguların temizliğini gideren,
cinsî zaafları çoğaltan ve de zinâ eğilimini arttıran bakışları, azâba
uğratacağını bildirerek haram kılmıştır. Zira bütün ahlâk dışı münâsebetler,
önce bakışmalarla başlar. Gülümseme, selâmlaşma ve konuşma ile gelişir. Buluşma
ile sonuçlanır, sonrası felâket olabilir. Zira göz, kalbin ana girişidir. Kalp
de bütün organlarımızın yönetim merkezidir. Duyu organlarımızdan, özellikle
gözden kalbe şehevî duyguları uyarıcı ve azgınlaştırıcı mesajlar gelirse insan
ahlâk dışı bir hayatın ve ilişkilerin arzulusu olur. Çünkü arzulu bakışlar
Paeygamberimiz'in ifâdesiyle: "Şeytanın zehirli oklarından bir oktur." (İbn
Kesir, Tefsîru'l-Kar'âni'l-Azîm, 3/282) ve kalbe ekilen şehvet tohumlarıdır.
Mânevî zinâdır. Nitekim Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Gözler de zinâ
eder; onların zinâsı (bakılması haram olan kimselere şehvetle) bakmaktır."
(Buhârî, İsti'zân 12; Müslim, Kader 20)

("Gözler
de zinâ eder" ifâdesi, "gözün harama
bakması ile gayr-ı meşrû cinsel ilişki anlamındaki zinâ arasında bir fark
yoktur, ha o olmuş, ha ötekisi" şeklinde anlaşılmamalıdır. Elbette, hem dünyevî
ve hem uhrevî cezâ bakımından ikisi arasında büyük bir fark vardır. "Göz
zinâsı", esas zinâya yaklaştırma açısından yasaklanmıştır. Ona izin verilmiş
olsa, diğerine kapı açılmış olacaktır. "Göz zinâsı" tâbiri, gözlerin harama
bakışının da çirkin olduğunu ifâde etmek için biraz mübâlağalı, korkutucu,
caydırıcı ve mecâzî bir ifâdedir.)

Cinsî arzularla bakmak da bir nevi zinâ olduğu
içindir ki, Hz. Peygamber, bizleri âhiret azâbı ile uyarmış ve şöyle
buyurmuştur: "Nikâhlısı olmayan bir kadına şehvetle bakan kişinin Kıyâmet
Gününde gözlerine erimiş kurşun dökülür." (Kemal İbn Hümâm, Fethu'l-Kadîr,
8/98). Şehvetle bakan gözler insan vücudunda Cehenneme açılan gedikler olduğu
için Kur'ân-ı Kerim gözlerimizi korumamızı, bakışlarımızla fesâda düşmememizi
emretmiştir: "Mü'min erkeklere söyle: Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar
ve ırzlarını korusunlar. Bu, kendileri için çok temiz bir davranıştır. Şüphesiz
ki Allah, kullarının yapacaklarından hakkıyla haberdardır." (24/Nûr, 30). Bu
âyet ve izahını yapan hadisler, mü'min erkeklerin nikâh düşebilecek kadınların
yüz ve eller dışındaki diğer uzuvlarına bakmalarının yasaklandığını açık olarak
ortaya koymaktadır. Şehvetle bakıldığı takdirde şüphesiz yabancı kadınların
ellerine ve yüzlerine bakmak da haramdır. Pek tabiîdir ki, şehevî arzuları
uyandıran makyajlı yüzlere ve ellere bakmak da böyledir. Bu konuda ana İslâmî
düstur şudur: Dinimizin kadınlara örtünmesini emrettiği vücut organlarına
bakmak, mü'min erkeklere haramdır.

Bakışları sınırlandırıcı İlâhî ölçüler
mü'minlerin kalbinde hayâ duygularını kökleştirmek için olduğundan, yalnız
kadınlara bakmak haram kılınmamıştır. Erkeğin erkeğe, kadının kadına şehvetle
bakması da haram kılınmıştır. Gözlerin evlenilebilecek kadınlara şehvetle
bakmaktan korunması ve bakışların yönlendirilmesi husûsunda Yüce Peygamberimiz
şöyle buyurmuştur: "Bir bakıştan sonra tekrar bakma. Zira birinci bakış
(kaçınılması mümkün olamayacağından) senin için helâl ise de ikinci bakış
(irâdeyi kullanarak ve arzu duyarak olacağından) senin için helâl değildir."
(Tirmizî, Edeb 28, h. no: 2778; Ebû Dâvud, Nikâh 44, h. no: 2149).
Peygamberimiz, refâkatinde bulunan ve kadınlara bakan amcası oğlu Fazl'ın
bakışlarını elini siper ederek engellemiş; kadınlara arzuyla bakmanın haram
olduğunu fiilî sünnetiyle de gösterip bildirmiştir (S. Buhârî, Tecrîd-i Sarih
Terc. ve Şerhi, 10/436).

Müslüman toplum, bugünkü câhiliye hayatının
çirkefliklerinin hemen hiçbirine yer vermeyen bir yapıda olsa da; çarşısında,
caddelerinde kadın görülmeyen toplum demek değildir. Bu itibarla harama bakmayı
yasaklayan ölçü, yalnız erkekleri değil, kadınları da içine almaktadır:
"Mü'min hanımlara söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını
korusunlar..." (24/Nûr, 31). Açıkça anlaşıldığı gibi, kadınların karşı cinse
arzulu bakışlarla bakmaları da haramdır. Bu nedenle mü'min kadınların
erkeklerden kendilerini sakınmaları gerekir.

Yüce Peygamberimiz, zevceleri Ümmü Seleme ve
Meymûne vâlidelerimizle oturuyorlarken ashâb-ı kirâmdan görme özürlü Abdullah
ibn Ümm-i Mektûm çıkagelince Peygamberimiz eşlerine: "Bu zâttan korunun, ona
karşı örtünün" buyurdu. Ümmü Seleme annemiz de: "Yâ Rasûlallah! Bu zât a'mâ
değil midir? O bizi görmez, tanımaz ki (ondan sakınalım)!" deyiverdi. Bu söz
üzerine Peygamberimiz mü'min kadınlara ölçü olan şu cevabı verdiler: "Evet (o
a'mâdır, görmüyor), ama siz de mi a'mâsınız? Siz de mi onu görmüyorsunuz?
(Gözlerinizi koruyun ve tesettüre uyun)." (Ebû Dâvud, Libas 37, hadis no:
4112; İbn Kesir, Tefsîr, 3/283)

Kur'an ve Sünnet yasalarından açıkça
öğrenilmektedir ki, mü'min kadınlar da gözlerini koruyacaktır. Zira arzuyla,
şehvetle bakan kadına erkeğin bütün vücudu haramdır. Burada şu husûsu
açıklamakta fayda vardır: Kadınlarımız için de cinsî duyguları kamçılayan
şartların hâkim olduğu yaşadığımız toplumda mü'min erkeklerin kadınların arzulu
bakışlarını çekecek şekilde; vücut organlarını belirtici giysi giyinmeleri de
câiz değildir (Yusuf el-Kardavî, İslâm'da Helâl ve Haram).

Kalpleri hançerleyen, ihlâs nûrunu söndüren,
şehvetli bakışlardır. Devrimiz câhiliyye hayatında gerek erkekler ve gerekse
kadınlar için gözleri haramdan sakındırmak oldukça güçleşmiştir. Zira Rabbimizin
örtünme emrine itaat etmeyen kadın ve erkeklerin yanı sıra, göze hitap eden ve
özellikle gençlerde cinsî arzuları azgınlaştıran, hayâ duygularını yaralayan
filmler, şehvet saçan resimli ve resimsiz romanlar, hikâyeler, duvar
takvimlerinden her türlü ticaret malına kadar yayılan müstehcen resimli
reklâmlar, ilânlar, her gün yüzbinlerce basılan ahlâk dışı gazete ve dergiler
göz ve kalp fesâdına sebep teşkil eden ahlâk katili araçlar haline gelmiştir.
Bütün bunlar arasında yıkıcılığı tarif edilemez boyutlara ulaşan gazete ve
dergilerle televizyon özel bir yer işgal etmektedir.

Gözlerimizi, kadın vücudunda mahrem nokta kabul
etmeyen giysilere bürülü dişilere karşı korumakla mükellef olduğumuz kadar, hayâ
duygularını çatlatan resimlerle, haberler ve yazılarla dolu gazete ve
dergilerden de korumakla mükellefiz. Hele hele televizyon, sakınmamız gereken
bir ateş çağlayanı olmuştur. Bitmez tükenmez, ar-hayâ tanımaz dizi filmleri ve
eğlence programlarıyla insanımızın hayatına giren televizyon, İslâmî inançları,
ahlâkî değerleri, İslâmî gelenekleri yakıp eritmektedir. Bizzat kendisine değil
de, devrimizdeki kullanım tarzına karşı çıktığımız televizyona ve özellikle
inancımıza ve ahlâkımıza zarar verici programlarına direnç göstermeyen,
gözlerini ekrandan koruyamayan fertlerin ve âilelerin müslümanca bir hayat
sürmelerinin mümkün olmadığını üzülerek ifâde etmek isteriz.

Başta televizyon programları ve vücut
organlarını teşhir eden kadınlar olmak üzere gözlerimizi korumamız gereken
şeyler hiç de az değildir. Peygamberimiz bir müjdeli hadislerinde şöyle
buyurmuştur: "Gözleri bir kadının güzelliklerine takılan, fakat hemen
bakışlarını koruma altına alan her bir müslümana, Allah, tatlılığını kallbinde
duyacağı bir ibâdet yaptırır." (İbn Kesir, Tefsîr, 3/282)

Gözlerimizi, eşlerimiz ve çocuklarımızın
gözlerini korumak Rabbimizin emridir. Bu sebeple ibâdettir ve âhiret saâdetimize
sebeptir. Aldığımız ve aldırdığımız ahlâk dışı gazeteler ve dergilerle, sinema
ve televizyonda izlediğimiz ve izlettirdiğimiz programlarla haramlara
gözlerimizi açarsak sonuçta göreceğimiz, ancak İlâhî azap olacaktır. Haram
bakışlardan gözlerini korumayanın cezâsı, suç cinsinden olacak, cehennemden
kurtulsa bile cemâlullah'ı gözleriyle seyretme zevkinden mahrum kalacaktır.
Haramlara bakarsak ve zevcelerimizin, kız çocuklarımızın şehvetli bakışlara
muhâtap olacak giysiler içinde toplum içine çıkmalarına râzı olursak, azâp
görmeksizin Cennete giremeyiz. "(Kıyâmet Günü'nde) Bütün gözler ağlayacaktır.
Ancak, Allah yolunda uyanık kalan gözler, Allah'ın azâbına uğramak korkusuyla
sinek başı kadar yaş akıtan gözler ve bir de Allah'ın haram kıldıklarına
bakmaktan korunan gözler ağlamayacaktır." (İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme
ve Şerhi, Akçağ Y. 10/227; Câmiu's-Sağîr, I/94; İbn Kesir, Tefsîr, 3/282) (A.
Rıza Demircan, İslâm Nizamı, III/111-116)

Üzülerek görmekteyiz ki, artık günümüzde edep ve
terbiye, utanma ve sakınma, nâmus ve mahremiyet gibi çok önemli konulardaki
hassâsiyet, son derece azalmıştır. Çarşı ve pazarlarda, moda deyimle kamusal
alanlarda gencecik kızlar, dekolte kıyâfetlerle yarı giyinik halde, şehveti
galeyâna getirecek bir görünümde, rahatça gezebilmekteler. Ne kadar erkeği
kendine baktırıyorsa, o kadar kahraman görüyor kendini; görevini yapmış bir
şeytan edâsıyla. Mantık da şeytana pabuç bıraktıracak cinsten: "Vücut benim
değil mi, istediğim gibi giyinirim. Zevk ve özgürlük meselesi. Hem demokrasi
var. İstemeyen bakmasın canım!"

Ayrıca, her yolu mubah sayıp ahlâksızlık
meydanında at oynatan, ahlâksız kadınları ücret karşılığında satan şehvet
tüccarı pezevenk ve deyyuslar veya zinâyı sanat edinip geçim vâsıtası olarak
kullanan fâhişeler... Bununla birlikte, cinsel konuları işleyen ve bu konuda
değişik fantezilelere yer veren kitaplar, açık-saçık resimleri neşreden gazete
ve dergiler, kanalizasyon çukurundan farksız kanalların televole, yarışma,
müzik-eğlence programları, şehveti gıdıklayan ve fuhşa teşvik edici mâhiyetteki
dans, bale ve benzeri oyunlar... Nikâhsız beraberlikler, cinsel sapmalar, eşine
ihânet etmeler ve daha neler...

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, insanın şehevî
arzularını kontrol etmesi, nefsini zaptederek disiplin altına alması, gerçekten
çok zorlaşmıştır. Öyle ki, önceleri bir fazilet olarak telâkki edilen iffet ve
nâmus kavramı neredeyse alay konusu olmuştur. Evlilik öncesi cinsel ilişki, bazı
çevrelerce normal karşılanmaktadır. Hatta bu, âdet haline getirilerek bekâretin
bir kıymeti bulunmadığı bazı yazar taslakları tarafından yazılıp
çizilebilmektedir. Fâhişe kadınların, travestilerin, yol kenarında para
karşılığı kendilerini pazarlamaları sıkça rastlanan normal olaylar haline
gelmiştir. Arap câhiliyye döneminde, belli olsun diye kapılarına bayrak asan
fâhişelerin izinden giden çağdaş fâhişeler, girişlerde bekçi ve polis savunması,
yani devlet himâyesi ve korumasıyla, yine kapılarında bayraklar olan kamusal
alanlarda sanatlarını(!) icrâ edebiliyorlar. Genelev patronları, senelerce vergi
rekortmeni oluyor. "Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır" denilerek, bu meslek de
böylece kutsallaştırılmış oluyor. Sadece eski bâtıl dinlerin tarihteki unvânı
değil, kutsal fâhişelik. Şirk ve haram cephesinde yeni bir şey yok; eski
câhiliyye herşeyiyle modern kimlikle sanatını(!) icrâ ediyor.

Dalâlet/sapıklık ne kadar yaygın hale gelirse
gelsin, müslümanı bağlayan şey "zaman ve zemin", "düzen ve çevre" değil,
Rabbinin hükümleridir, Peygamberinin tavsiyeleridir. Müslümanın ölçüsü Kur'an ve
Sünnettir. Özellikle gençler, bu ölçü üzere hareket ederse, geçici zevklerin
peşinden koşmak yerine, ebedî zevklerin tâlibi olursa, hayatları bir anlam
kazanacaktır. Bu sâyede müslümanın iffet ve nâmusuyla, haysiyet ve şerefiyle,
huzur ve saâdet içerisinde yaşaması mümkün olur.

Günümüzde müslüman gençler için en büyük
tehlikelerden biri, zinâya düşme riskidir. Zira ortam buna çok müsâittir. Bu
sebeple bu tehlikeden kurtulmanın en güzel yolu ve çaresi de, bu ortamları terk
etmek ve zinâya götüren yollara girmemektir. Zâten Yüce Rabbimiz Kur'ân-ı
Kerim'de "Zinâya yaklaşmayın. Zira o bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir
yoldur" (17/İsrâ, 32) buyuruyor. Âyet, "zinâ yapmayın" demiyor da,
"zinâya yaklaşmayın!" buyuruyor. Öyle ya, şartlar oluştuktan sonra, bütün
yasaklar, engeller aşılıp bir kadın ve bir erkek, kimsenin olmadığı uygun bir
yerde, baş başa kalınca, elbette ki, zinâdan kaçabilmek, bu azgın nefse (hevâya)
söz geçirebilmek çok zor olacaktır. Herkes Yusuf (a.s.) değil ki... Nitekim
Yusuf (a.s.) bile Cenâb-ı Hakk'ın yardımıyla zinâdan kurtulmuştur. Kur'an'da bu
durum şöyle anlatılıyor: "Andolsun ki kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin
burhânını görmeseydi o da kadına meyledecekti." (12/Yusuf, 24). İş buraya
kadar geldikten, zinâya yaklaştırıcı haramlara meylettikten sonra, zinâ
kaçınılmaz olur. Bu sebeple İslâm'da zinâdan önce, zinâya götüren yollar haram
kılınmıştır.

"Mü'min erkeklere söyle; gözlerini (haram
bakışlardan) sakınsınlar. Mü'min kadınlara da de ki; (helâl olmayan bakışlardan)
gözlerini sakınsınlar. İffet ve nâmuslarını korusunlar."
(24/Nûr, 30-31). İslâm, işe harama bakmayı
yasaklamaktan başlıyor. Erkek olsun, kadın olsun gözleri haram bakışlardan
sakındırıyor. Hiç kimse "göz benim değil mi canım!? İster bakarım, ister
yumarım, kime ne?" diyemez. O gözü ve diğer organları bizlere emânet olarak
veren Allah, bu emânetleri kendi arzumuz (hevâmız) doğrultusunda değil; O'nun
rızâsı yönünde kullanmamızı istiyor. Haram bakışlardan sakınmak, Allah için
değil; bizim için gerekli olduğundan merhametli Rabbimiz bunları bizim için
yasaklamıştır. Aksi davranışların hesabını soracağını da bize bildiriyor:
"Bilmediğin bir şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve kalp bunların her biri,
yaptığından sorumludur." (17/İsrâ, 36)

Buhârî ve Müslim'de rivâyet edilen bir hadis-i
şerifte "Gözlerin zinâsı, (harama) bakmaktır." (Buhârî, İsti'zân 12;
Müslim, Kader 20) buyurulmuştur. Harama bakmak; zinâya götüren ilk adımdır.
Zinâya sebebiyet verdiği için Peygamber Efendimiz (s.a.s.), bunu zinâ olarak
ifâde buyurmuştur ki, bu abartılı değerlendirme ile kötülüklere giden yolun
bakışlar ile adımı atılmamış olsun. Taberânî'de geçen bir hadis-i kudsîde şöyle
buyurulmaktadır: "(Bakılması haram olan şeye) Bakmak, İblisin oklarından bir
oktur. Kim Benim korkumdan dolayı onu terk ederse, yerine kalbinde tatlılığı
duyacağı bir iman/ibâdet veririm." (İbn Kesir, Tefsîr, 3/282). Demek
ki, harama bakmakla, şeytanın oklarına hedef tahtası oluyor bir insan. Havalar
biraz ısınmasın, nice bayan denildiğinde boyan anlayan, sayın denilince soyun
anlayan, toplumda kişiliğiyle değil de dişiliğiyle görülmek isteyen kızlar,
kadınlar açık yerleri kapalı yerlerinden daha çok şekilde sokağa dökülüyorlar.
Sahil kenarları ve plajların daha fecî olduğunu bilmeyen yok. Üstsüzler,
altsızlar, yüzsüzler, arsızlar... Kasap vitrininde dizilen koyun ve sığır
butları gibi teşhircilikler... "Bütün bunlara rağmen gözü haramdan sakındırmak
mümkün mü?" diyenler olacaktır. Gerçekten zor olsa da imkânsız değildir, elbette
mümkündür. Zira Rabbimiz bize imkânsız bir şeyi emretmez. O zerre kadar
zulmetmez, her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar (2/Bakara,
286). Eğer İlâhî bir emri yerine getirmek ya da yasaktan kaçınmak zor ise, hiç
şüphesiz kazancı da o oranda fazla olacaktır. Ümmetin fesâdı zamanında sünnete
sarılana (bin) şehid sevabı verilmesi de bunu gösterir. Caddelerde yürüyüş
konusunda da sünnete sarılırsak, gözü korumak çok kolaylaşacaktır. Rasûlullah,
ashâbın kendisine zor yetişeceği şekilde hızlı yürürdü. Sadece yürüyeceği alana,
önüne bakarak yürürdü. Yürürken kafasını herhangi bir tarafa çevirmez, bir yere
bakacak olursa, tümüyle o tarafa dönerek bakardı. O her vesile ile zikreder,
Allah'ı hatırından çıkarmazdı. Bu şekilde yürüyerek sünnete sarılırsak, gönlümüz
Allah'ı hatırlar, dilimiz Allah'ı zikreder ve Rasûlullah gibi yürür ve gereksiz
yere cadde ve sokaklarda gezmeye kalkmaz isek, sorunun çoğu hallolmuş olacaktır.
İş icabı bir yere gitmeye kalktığımızda yürümek için kalabalık cadde ve
pazarları değil, haramların fazla olmadığı sokakları tercih edersek işimiz
kolaylaşacaktır. Bütün bunların yanında elbette ki gözümüze ve gönlümüze hâkim
olmaya çalışacağız, zaman zaman haramlarla imtihan olacağız, bu imtihanlarda en
az bir üniversite sınavında olanın gayretini gösterirsek başarı kendiliğinden
gelecektir. Allah, kendi yolunda gayret sarfeden, haramlara karşı hevâsına karşı
mücâdele edenlere yardım edecektir.

İş-güç icabı çarşıya çıktığımızda, göz
istemeyerek de olsa harama takılabilir, gayr-ı ihtiyârî bir haramı görebilir.
Böyle bir durum için, ansızın göze takılan bakmaktan sorulduğunda, Peygamberimiz
buyurdu ki: "Gözünü derhal çevir!" (Müslim, Âdâb 45, h. no: 2159; Ebû
Dâvud, Nikâh 44; Tirmizî, Edeb 29); "Bakışı bakışa ekleme. Birincisi senin
için (vebal yoktur, ama) ikincisi aleyhinedir." (Tirmizî, Edeb 28, Ebû
Dâvud, Nikâh 44). Kurtubî, der ki: "Birinci bakışa mâni olmak genellikle mümkün
değildir. Kişinin kendi isteğiyle olmayacağı gibi, bundan sorumlu da değildir."
Demek ki, ilk bakış gözün hakkıdır, bunda bir günah yoktur. Ama göz harama
ilişir ilişmez derhal gözü ondan çevirmek gerekmektedir. "İlk bakış" demek, uzun
uzun bakmak değil; ilk an demektir. Yanlışlıkla harama değer değmez gözü hemen
çevirmektir. Allah'a ve âhiret gününe imanımızdan güç alarak göstereceğimiz
korunma gayretiyle gözlerimize hâkim olabiliriz. Çünkü biz ihlâslı ve gayretli
olursak Rabbimiz bize yardım ederek bizi güçlendirecektir. Gözden gönle yol
vardır. Göz, kalbin dışa açılan penceresidir. Kedinin ciğere baktığı gibi gözü
harama bakan insanın ihlâsı, takvâsı büyük çapta zarar görecektir. Göz kanalıyla
gönle giren mikropların telâfisi, bu ölümcül mânevî yaraların tedâvîsi hiç de
kolay olmayacaktır.
Bazıları da
"güzele bakmak sevap" diyerek, utanmadan yarı çıplak bedenleri seyrediyor. Bu
ifâde, haramlara bakmak için kullanılırsa, insanın imanını zedeler. Harama sevap
demek insanı iman dairesinden çıkarabilir. Allah'ın yasaklayıp haram kıldığı bir
şeye "güzel" ve "sevap" demek, ne çirkin bir ifâdedir! İbret almak için bir şeye
bakılacaksa, gerçekten "güzel" olan, tavsiye edilen yerlere ve tavsiye edilen
şekilde bakılması gerekmektedir: "(İnsanlar) Devenin nasıl yaratıldığına,
göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl
yayıldığına bir bakmazlar mı?" (88/Ğâşiye, 17-20) (Mustafa Özşimşekler,
Beyan Temmuz, 2001)

1 yorum

Allah Razı Olsun, Allah

Allah Razı Olsun, Allah Cümlemizi Haramdan Korusun. AMiN!

26.05.2012 - Barış