Fecir | Konular | Kitaplar

İnsanlığın Derdiyle Dertlenip Hüzünlenmenin Göstergesi Gözyaşı

İnsanlığın Derdiyle Dertlenip Hüzünlenmenin Göstergesi




İnsanlığın
Derdiyle Dertlenip Hüzünlenmenin Göstergesi: Gözyaşı

 
İnsana ağlama ve gülme
özelliğini veren Allah'tır. Gülmek ve ağlamak, insan varlığının sırlarından
birisidir. Yapısı ve rûhî giriftliği bakımından insanın organik yapısından aşağı
kalır yanı yoktur. Her iki olayın meydana gelmesinde hem organik faktörler, hem
de psikolojik faktörler iç içe, yan yana faâliyet gösterir. İnsanı ağlatan ve
güldüren, gülme ve ağlama sebeplerini yaratan Allah'tır. "Güldüren de O'dur,
ağlatan da O'dur." (53/Necm, 75) Gizli sırlar gereği, insanı bir olaya
güldürürken, bir olaya ağlatır. Bu gün ağlattığı olaya, belki yarın
güldürebilir. Ağlamak ve gülmek, değişen psikolojik hallerin, eşya ve
ortamların, insan ruhunda hiçbir zaman aynı kalmayan değer ve arzuların bir
sonucudur. Herkes, başına gelen şeylere bağlı olarak ağlar ve güler. Bazılarının
ağladığı şeye bazıları gülebilir. Ağlamak ve gülmek, bazı kere aynı sebeple de
olur. Önceleri bir şeye gülen insan, daha sonra güldüğü şeyin neticesini görerek
ağlayabilir. Keşke yapmasaydım, gülmeseydim diyebilir. (9)
Allah iki zıddı bir şahısta
yaratmıştır. Bir kimseyi hem ağlatır, hem güldürür. Bu iki olay birbirine
zıttır. Müfessirler, âyette geçen güldürme ve ağlatma olaylarını, mutlu etme ve
hüzünlendirme olarak da değerlendirmişlerdir. (10)    
Hayatın her döneminde
insanların tepkilerini göstermede özel yeri olan ağlamanın dinî hayatta da önemi
vardır. Bütün semâvî dinlerde (ki asılları İslâm'dır) bugünkü şekilleri
itibariyle bile aşırı derecede gülmek hoş karşılanmaz; buna karşılık ağlamak
tavsiye edilir. Kur'an da az gülmeyi, çok ağlamayı tavsiye eder (9/Tevbe, 82).
Kur'an, ağlayarak yere kapanıp secde edenleri över ve bu hareketin huşûyu/saygı
duygusunu arttırdığını ifade eder. Bu suretle ince ve hassas kalbi över (17/İsrâ,
109); kaba ve duygusuz kalbi taşa benzeterek yerer (2/Bakara, 74; 3/Âl-i İmrân,
159; 22/Hacc, 35; 57/Hadîd, 16).
Zâhidler üzüntüden, ârifler
sevinçten ağlar. Ağlamanın sebebi, Allah korkusu ve sevgisi, cehennem, kıyâmet
ve ölüm olabildiği gibi; dünya ile ilgili üzüntü ve acılar da olabilir. İslâm'da
bedenî, âilevî, dünyevî felâket ve acılara ağlamayıp sabır ve tahammül göstermek
tavsiye edilmekle birlikte, bu durumlarda taşkınlık yapmadan ağlamak
yasaklanmamıştır. Buna karşılık  "nevha" , yani isyânı andıracak şekilde bağırıp
çağırarak, saçını başını yolarak ölü arkasından ağlamak kesin olarak haram
kılınmıştır. Kalben üzülmek ve gözyaşı dökmekte ise dinen  mahzur  yoktur.
Nitekim, Hz. Peygamber, oğlu İbrâhim'in ölümüne ağladığı için kendisine
hayretini ifade eden bir sahâbiye, "Kalbimizde acı, gözümüzde yaş var; ama
dilimiz Allah'ın rızâsına aykırı bir söz söylemez" (Buhârî, Cenâiz 43;
Müslim, Fezâil, 62) buyurmuşlardı.
İslâm'da dinî his ve heyecanla
ağlamak tavsiye edilmiş ve bu tür ağlamalar karşılığında büyük sevap vaad
edilmiştir. Meselâ, kimsenin bulunmadığı bir yerde Allah'ı zikredip ağlayan
mü'minin âhirette Allah'ın özel lutfuna nâil olacağı (Buhârî, Rekaik 24; Müslim,
Zekât 91), Allah korkusundan ağlayan kişinin cehennemden âzâd edileceği (Tirmizî,
Fezâilu'l Cihâd 8, 12; Nesâî, Cihad 8), Allah korkusundan ağlayan, harama
bakmayan ve Allah yolunda cihadda nöbet tutan kimselere cehennem ateşinin haram
olduğu (Dârimî, Cihad 15; Nesâî, Cihad 11) hadislerde belirtilmiştir.
Hz. Peygamber, "Kur'an
hüzünle nâzil oldu; onu okurken veya dinlerken de hüzünlenip ağlayın veya
ağlamaklı olun." (İbn Mâce, İkame 176) Nitekim kendisi de İbn Mes'ûd, Nisâ
sûresi 41. âyetini okurken dolu dolu gözyaşı dökmüştür (Buhârî, Fezâilu'l Kur'an
35;  Müslim, Salâtu'l Müsâfirîn 247-248).
Hz. Ömer, kızkardeşi Fâtıma'nın
evinde dinlediği âyetlerin tesirinde kalarak ağlamış ve müslüman olmuştu (İbn
Hişâm, 1/230). Hz. Ebû Bekir'in de yufka yürekli olduğu, Sevr mağarasında
ağladığı, Hz. Peygamber'in vefat edeceğini sezince gözyaşı döktüğü bilinmektedir
(Buhârî, Fezâilu' Ashâbi'n-Nebî, 2; Müslim, Fezâilu's-Sahâbe 2). Hz. Peygamber,
kendisine kurtuluşun yolunu soran Ukbe bin Âmir'e, işlediği günahlardan dolayı
ağlamasını tavsiye etmişti (Tirmizî, Zühd 60). Tebük seferine katılamayan Kâ'b
bin Mâlik, Mürâre bin Rebî' ve Hilâl bin Ümeyye kusurlarını affettirmek için
hüngür hüngür ağlamışlardı (İbn Hişâm, 4/945). İçinden gelerek ağlayamayanlara
ağlar bir tavır takınmaları tavsiye edilmiştir (İbn Mâce, Zühd 6; Müslim, Cihad
58). (11)
"(Cennete girmeyi hak eden
mü'minler şöyle) derler: ‘Bizden hüznü, tasayı gideren Allah'a hamd olsun.
Doğrusu Rabbimiz çok bağışlayan, çok nimet verendir." (35/Fâtır, 34) Allah'ı
râzı etmeye koyulmuş mü'minin hüznü cennette bitecek. Bu gerçeği güçlendiren bir
sözü de Allah Rasûlü vefatı sırasında başucunda ağlamakta olan Fâtıma'sına
söylüyordu: "Ağlama kızım, baban bir daha acı çekmeyecek!" Evet, o güne
dek hep acı çekmişti. Çünkü o çok şey biliyordu. Onun bildiğini bilen her kim
olsa öyle yapardı. O da öyle demiyor muydu: "Benim bildiğimi bilseydiniz az
güler çok ağlardınız!"
Onun bildikleri bir yana, ya
onun yaşadıkları? Hem yetim, hem öksüz. Ardından bir bir kaybedilen dayanaklar:
Abdulmuttalib, Ebû Tâlib, Hz. Hatice ve peş peşe gelen evlât acıları, ölümleri.
Tabii bütün bunları bastıran da nübüvvetin ağır yüküydü. Bu nedenle o çok
ağlamış, az gülmüştü.
Kan, ter, gözyaşı... Bu üç
damla azizdir; bu üç damlanın karıştığı şey de azizdir. Neyin uğrunda olursa
olsun, samimi olarak bir dâvâ uğruna dökülen kanların bile karşılıksız kaldığı
görülmemiş. Ter de öyle; kim çalışarak ter dökmüş de karşılığını almamış? Bu
ister mü'min ister kâfir olsun, yasa herkes için geçerli, "insan için" diyor
Kur'an; "İnsan için yalnız çalıştığının karşılığı vardır." (53/Necm, 39)
Gözyaşı da öyle, zulme uğramış birinden dökülüyorsa o damla, düştüğü yeri
yakacaktır. Bu üç damla bedeldir, bu bedel ödendiği zaman elde edilen şey
meşrûlaşır. Kan, toprağın; ter, ekmeğin; gözyaşı, yüreğin bereketidir.
"Ve gülüyorsunuz da
ağlamıyorsunuz." (53/Necm, 60) Sahi, nasıl beceriyorsunuz bunu, diyor Kur'an;
imanınızın, Kur'an'ınızın, coğrafyanızın esir edildiği, insanınızın mânevî bir
soykırıma uğradığı, tüm değerlerinizin yağmalandığı, sayısız civanın yüreğinden
vurulduğu bir ortamda hâlâ nasıl gülebiliyorsunuz, diye soruyor. Gerçekten,
nasıl beceriyorsunuz bunu? Tabii ki, buna becermek demezler; gaflet derler,
vurdum duymazlık derler, hamâkat derler...
Eğer bilseydik Önderimiz
Efendimiz'in bildiğini, çok ağlayıp az gülerdik. O yakîn derecesinde biliyordu
gazabı, kahrı, cehennemi. Bu gerçeklerin ârifiydi O. Biz de bunları "irfan"
derecesinde bilseydik Onun gibi yapacak, çok ağlayacak, az gülecektik. Evet,
bilseydik göğsümüzde nükleer bir güç merkezi taşıdığımızı ve bunun her gün
üzerine yağan günahlarla paslandığını, bu pası çözecek tek kimya olan gözyaşını
bir umman gibi salacaktık gecelerin koynuna.
Eğer bilseydik günah
hedeflerini on ikiden vuran istiğfâr  silâhının  mermileri  gözyaşıdır,
gönlümüze gözümüzden bir ırmak bağlayacaktık. Eğer bilseydik duâlarımızı yüce
makama tez ulaştırmanın en emin yolu, onlara gözyaşından kanatlar takmaktır,
Yunus gibi "ağla gözlerim ağla, gülmezem ayruk" diyecektik. Eğer erseydik
sırrına "Yevme lâ yenfau mâlun ve lâ benûn (O günde malın da evlâtların da
faydası olmaz)" ifadesinin, bir "kalb-i selîm'e sahip olmak için,
değil birkaç damla yaşı, bir çift gözü bile fedâ edecektik.
Eğer bilseydik her gün en çok
kullandığımız organların başında elimiz, zihnimiz ve kalbimiz gelir; bu üçü
içerisinden de en çok kullandığımız ve kirlettiğimiz kalbimizdir. Onu pislik
içerisinde koyduğumuz için, Allah korkusundan dökülen yaşlarla yıkamadığımız
için hayıflanacaktık. Eğer imanın neler çektiğini onun yerinde olup
anlayabilseydik, ağlayabilirdik. İhsan düzeyinde inansaydık Allah'a, azaba,
ikaaba, mîzana, hesâba, gözümüzden yaş değil; kan akıtırdık. Öyle buyurmuştu ya
Yesrib'li delikanlı için Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz: "Allah korkusu,
kardeşinizin yüreğini dağladı."
Evet, bütün bunları
anlayabilseydik, ağlayabilecektik. "Melâli bilmeyen nesle âşinâ değiliz" diyordu
Hâşim. Biz âşinâ olduk ey şâir, hem de öylesine âşinâ olduk ki, bu İslâm
irfanının nebevî yöntemlerini "romantizm" sayanlar bile çıktı içimizden.
Hissizliğin, duygusuzluğun bir tek mâzereti var: Kalp katılığı; o da meşrû
değil.
"Şarkı görmez, garbı bilmez,
edepten yok pâyesi
Bir utanmaz yüz, yaşarmaz göz,
bütün sermâyesi."
Anlayamayanlar,
ağlayamazlar; hatta ağlanacak hallerine gülerler. İşte biz böyle olduk. (12)