Fecir | Konular | Kitaplar

Günah Duygusu

Günah Duygusu



Günah Duygusu
 
Batıcılar, bizim günah
duygumuzdan yakınıp dururlar. Bu, güya hayatı olanca doluluğuyla yaşamaya engel
oluyormuş. Halbuki, İslâm'da günah, suçlarla ilgilidir. Suç alanının sınırlarını
siyah bir hâlenin içine almaktadır günah çizgisi. Suçluluk halimizin mâsumluk
halimizle karışmasına ve kaynaşmasına engel olmaktadır. Hayatın içinde bir
mâsumluk kontrolünü sağlamaktadır, bir bakıma bir şuurdur günah duygusu. Bir
yandan da hayayla, utançla sıkı sıkıya ilgilidir bu duygu. İslâm, hayâyı inancın
bütünleyicisi kabul etmiştir. Allah'tan utanma, günah konularına yaklaşmaktan
bile alıkor insanı. Utanan insanın düşüncesi yüzüne vurur. Onun için kötülüğü
düşünmek bile istemez utanan insan. Utanış ve günah işleme korkusu, suç, haram
ve günah alanlarından uzak tutar müslümanı. Böylece müslümanın hayatı
kendiliğinden bir arılık, bir temizlik kazanır. Bu duygular, ruha bağışlanmış
büyük mânevî nimetlerdir. Bağışlar ve armağanlardır. Dinin, insanın yüklendiği
borçları kolaylaştırıcı kuvvetleridir. Mü'minler, öteye ve ötede hesap vermeye
inanarak, Allah sevgisiyle yücelerek, Allah korkusu, günah işleme korkusu,
Allah'tan ve insanlardan utanma duygusu ile, kötüye karşı bir hisar kurmuşlardır
ruhlarında. Sağlam bir surdur bu, şeytanın girişinden ruhu koruyan. Sağlam bir
kaledir bu, mazgallarından şeytanın taşlandığı. Kurşun yerine taşa dizildiği.

Hıristiyanlıkta günah, gözle
görülür, elle tutulur suçtan koparılmıştır. Yani suç ve günah açık ve seçik
belirlenmemiştir. İnsan doğuştan suçludur. Hiçbir suç işlemese bile yine
suçludur. İnsan olduğu için suçludur. Suç ve günah, mâsum hayatın içine
karışmıştır. Bir kader gibi insanı terk etmez. Gerçek bir suç, bir bakarsınız
hıristiyanın gözünde suç değildir de veya suç değilmişçesine bir tavırla
karşılanır da, hiç de suç olmayan bir tavır affedilmez bir suç sayılır.
Hıristiyanlık soyut suçlarla suçlar insanı. Bir leke gibi doğuştan alında
getirilen ve asla çıkmayan suçlarla.
Doğuda 20. yüzyıldan itibaren
kadrolaşan batıcılar ne İslâm'ın gerçek, ne de hıristiyanlığın fantastik günah
duygusunu kabul ederler. Komünistlerse, âdeta tam bir reaksiyon halinde dinin
günah ve suç saydığı her şeyi mubah, mubah saydığı her şeyi de suç ve afyonlama
kabul ederler. Böylece, zihinlerde ve gönüllerde suç sayılan haller üzerine
insanların dünya görüşlerine göre ayrıldıkları bir vâkıa olur. Dinin baskı
altına yerlerde suç kavramı kesinliğini yitirir ve bulanır. Her zaman suç
işlemeye yatkın, daha doğrusu işlediğinin suç olup olmadığını bile kavramakta
güçlük çeken bir gençlik türer. Bir zamanlar Fransız düşünürlerini uzun süre
kıvrandıran "sebepsiz davranış" ve suç doğar. Bugün Avrupa gençliğinin
kaynayışının asıl sebebi de, bu sebepsiz suçların yayılmasından başka bir şey
değildir. Suç, mubah, sevap ve günah eşit olunca, genç adam kendini rahatlıkla
içgüdülerinin akıntısına koyuverebilmektedir. Sorumsuz yaşayıştan kundakçılığa,
adam öldürmeğe rahatlıkla sıçramaktadır. Elbet, meselenin bir de öbür yüzü
vardır. Baba nesli de, büyüklük  ödevini,  şefkati  ve  merhameti  unutmuştur. 
Çünkü  o  da  günah işleme korkusundan mahrumdur. Sanki arzın üzerinde hiç
ölmeden kıyâmete kadar pâyidar olacaklardır. Öldükten sonra hesap verme
düşüncesine ise asla yanaşmamaktadırlar. Sözde, her şeyi akılla çözeceklerdir.
Dinin terbiye etmediği bir aklın, içgüdülerin ve egonun nasıl bir kölesi
olduğunu düşünmek bile istemezler.
Günah kompleksiyle donmuş,
umutsuzluğa kapılmış bir insanı din de istemez. Günah duygusu müsbet bir
duygudur ama günah kompleksi ise hastalık işaretidir. Orta ve doğru yol, insanı
günah işlemekten koruyan günah duygusuna sahip olma halidir. İnsan, yalnızken ve
kalabalıktayken, her durumda ve her yerde işlediğini bu duyguyla ölçüp biçecek,
tartacaktır. O zaman kendisine ve başkalarına yarayışsız ve fiilden
kaçınacaktır. Ama bu duygu kaybolmuşsa vay insanın ve insanlığın başına gelene.[1]           
 
 

 




[1]
Sezai Karakoç, Sütun 2/410-412.