Fecir | Konular | Kitaplar

d- Umûmî Cezânın Sebebi

d



d- Umûmî Cezânın Sebebi:
 
"Cezânın, yalnız sebebi
kendinde bulunan kimseye âit olmas" İslâm Şeriatının kesin bir kuralı olduğu
söylenir, Allah Teâlâ: "Hiçbir günahkâr başkasının günahını çekmez." (35/Fâtır,
18) buyurmaktadır. Zâten her nefis, yaptığı şeyler karşılığında rehin alınacak,
tutuklanacaktır (74/Müddessir, 38). Her cezâ, onu işleyeni ilgilendirir.
Öyleyse, cezânın, herkese şâmil oluşunun ve sadece o kötülüğü işleyene âit
olmasının sebebi nedir?       
Bu soruya şöyle cevap
verebiliriz: Kötülüğü işleyenin, ondan vazgeçmesi vâcip olduğu gibi,
diğerlerinin de o kötülüğe rızâ göstermeyip onu kaldırmaları vâciptir. Bunu
yapmadıkları takdirde hepsi günahkâr olurlar: Kötülüğü yapan, yaptığı için;
diğerleri ise, o kötülüğün işlenmesi karşısında susup ona rızâ gösterdikleri iç
in... Allah hüküm ve hikmetiyle, kötülüğe râzı olanı, onu yapan gibi kabul
etmiştir. Böylece, topluca günah işlemiş oldukları için azâp, hepsine iner.
Başka bir itiraz şeklindeki
soru da şudur: Diğer insanlar dilleriyle kötülük ve günahlardan
hoşlanmadıklarını söyleyip dururken, buna rağmen o münkerler yine orta yerde
durmakta... Ve onlar, elleriyle bunları değiştirememekteler. Öyle ki,
lisanlarıyla dahi hoşlanmadıklarını dile getiremedikleri zamanlar bulunmaktadır.
Ancak kalpleriyle buğzetmekle yetinebiliyorlar. Çünkü yapabildikleri ancak
budur. Zâten Rasûlullah (s.a.s.) öyle buyuruyor:
"Sizden biri bir kötülük (münker)
gördüğünde, onu eliyle, (buna) gücü yetmeyen diliyle değiştirsin. (Buna da) Gücü
yetmeyen kalbiyle değiştirsin (buğzetsin). Ki bu, imanın en zayıf olanıdır."
 Buna göre, azâbın, toplumun
her kesimine gelmesinin izahı nedir?
Cevap: Kötülüğü
değiştirmekten âciz olanların, o beldeden, kötülüğün değiştirilemediği o ülkeden
çıkması gerekir. Kurtubî, tefsirinde şöyle der: "Kötülükler değiştirilemeyince,
o kötülüklere kalbiyle buğzedip duranların o ülkeden kaçıp ayrılmaları (hicret)
gerekir. Selef-i sâlihîn de aynı şeyi söylemektedirler. İbn Vehb Mâlik'ten şöyle
rivâyet etmiştir: "Münkerâtın (kötülüklerin) işlendiği yer terkedilir, artık
orada durulmaz." (Kurtubî, 7/392).
Fakat, ne eliyle ne de diliyle
kötülükleri değiştiremeyip sadece kalbiyle buğzeden kimse, kötülüğün olduğu
yerden ayrılmaya gücü yetmemesi durumunda aynı umûmî azâba mâruz kalır mı? Bu
kimse de münkeri işleyen veya ona rızâ gösteren gibi midir? Evet, umûmî cezâ onu
da kapsar. Ama bu, onun için (bir lütuf olup) temizlenme vesîlesidir. Daha sonra
niyetine göre haşrolunur. İçlerinde sâlih kimseler olduğu halde helâk olup
olmayacaklarını soran Zeyneb bint Cahş'a Rasûl-i Ekrem şöyle cevap vermiştir:
"Evet, kötülük iyice çoğaldığında!" (Müslim, Fiten 1, 2). Nevevî, bu hadisin
şerhinde, hadiste geçen "hubs" kelimesinin bütün günahları kapsadığını belirtir
ve buna göre hadisin mânâsının şöyle olduğunu söyler: "Günahlar çoğalınca, orada
sâlih insanlar da olsa, genel bir helâk sözkonusudur." (Nevevî, Sahîh-i Müslim
Şerhi, 18/3-4). Yine Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur: "Allah bir kavme azâb
indirdiğinde, içlerindeki herkese isâbet ettirir, daha sonra (âhirette) ise,
yaptıklarına/amellerine göre diriltilirler." (Buhârî). Buhârî şârihi İbn
Hacer Askalânî, bu hadisin şerhinde şöyle der: "Allah, bir kavme kötü amellerine
karşılık azâb ve cezâ indirdiğinde, o kötülüğü işleyenlerle aynı görüşte
olmayanlara da isâbet ettirir. Sonra herkes, amellerine göre diriltilirler. Eğer
yaptıkları sâlih (dinin emir ve yasaklarına uygun) idiyse mükâfât, değilse cezâ
görürler. Bu, sâlihler için bir lütuf, fâsıklar/günahkârlar içinse bir cezâdır.