Fecir | Konular | Kitaplar

Mü'minin Düşüncesinde Haccın Mânâsı



Mü'minin Düşüncesinde Haccın Mânâsı:


Bedene âit zevklere dalan, rûhunu gıdasız,
nefsini dizginsiz bırakan bir kimsenin Allah'a yaklaşması, İlâhî ilham ve
tecellîlerden nasip alması mümkün değildir. Bu sebeple geçmiş ümmetlerde
dünyadan el etek çekme (rehbâniyet/ruhbanlık), toplumdan uzaklaşarak kendini
Allah'a verme yolu açılmış, bunu yapanlar Kur'ân-ı Kerim'de de öğülmüştü.[1]
Bu yola hakkıyla riâyet edilemediği, gâyesinden saptırıldığı için Allah, son
peygamberini göndermiş ve kullarını aynı maksada ulaştıracak ibâdetler
öğretmiştir. Nitekim Peygamberimiz'e ruhbanlık ve din uğruna evi barkı terkedip
seyâhate çıkmak sorulunca; "Allah'ın bu ümmete, ruhbanlık yerine haccı ve
cihâdı, seyâhat yerine de orucu verdiğini" bildirmişti. Hac ibâdeti, belli bir
saha içinde yerine getirilmektedir. Bu alanın merkezinde Kâbe vardır.

Allah Teâlâ, mekândan münezzeh olduğu halde
Kâbe'ye "Beytullah -Allah evi-" demek sûretiyle orayı şereflendirmiş, çevresinde
belli bir bölgeyi bu evin korusu (harem) haline getirmiş, buralarda avlanmayı
yasaklamış; Arafat, Müzdelife gibi bazı mekânları da feyiz, bereket, zikir ve
nur sahaları kılmıştır. Bütün bu hususlar, aklın ötesindedir; akıl bunların
niçin, hangi özelliklerinden dolayı böyle olduğunu kavrayamaz; ancak Allah böyle
dediği için öyle kabul eder. Zaman ve mekândan münezzeh olan Rabbini ziyâret
etmek isteyen mü'min, O'nun "evim" dediği yere gider ve yine O'nun dilediği,
öğrettiği şekilde kulluğunu arzeder. Yerin, özelliklerin ve hareketlerin akıl
ötesinde olması, nefsin zevklerini ve bedenin hazlarını sıfır noktasına getirir,
hareketler fayda ve hazzın ötesinde yalnızca Allah rızâsına yönelik; yani ihlâs
içinde, kulca olur. İşte bu mânâsıyla hac ibâdeti, geçmiş ümmetlerde
rehbâniyetin sağladığını veren bir ibâdet olmaktadır.

[2]



[1]
Mâide: 5/82; Hadîd: 57/27.

[2]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.