Fecir | Konular | Kitaplar

Hakkın Zaferi İçin Fedâkârlık ve Mücadele.

Hakkın Zaferi İçin Fedâkârlık ve Mücadele

Hakkın Zaferi İçin Fedâkârlık ve Mücadele


Cennete girmenin yolu, hak için sabır ve
eziyetlere katlanmaktan geçer. İşte Allah Rasülü ve beraberindeki mü'minler, bu
çilekeş yolun en zorlu yolcularıydı, Allah Rasülünü bir an için gözlerimizin
önüne getirip şöyle bir tefekkür edelim. Risâletinden önce birçok sıkıntılardan
geçtiği gibi, peygamber olduktan sonra da daha zorlu günlerle karşı karşıya
gelmiş, hakkı ayakta tutmak için birçok sıkıntıya katlanmış, birçok arkadaşını
şehid vermiş ve ömrünü hakkın üstünlüğü için böyle tamamlamıştı. Onun bütün
amacı, Rabbini hoşnud etmek ve görevini hakkıyla ifa etmekti. Ve bunu da bütün
güçlüklere rağmen Allah'ın yardımıyla tamamlayarak ayrılmıştı arkadaşları
arasından.

Allah, hikmeti gereği nefisleri sınava tâbi
tutar, iyileri kötülerden ayırarak mükâfatlandı-rır. Altın nasıl ateşle
curufundan ayıklanıp temize çıkartılıyorsa, insanlar da aynı şekilde kirden,
pastan ve günahlardan arındırılmalıdır. Bu Allah'ın sünnetidir. İnsan nefsi
doğal olarak cahil ve zalimdir. Cehalet ve zulüm sebebiyle nefiste eritilmesi ve
bu curuf (günaha meyil), ya İslâm'a teslim olmakla temizlenecek veya cehennemde
ateşle temizlenecektir. İşte hak budur. "Asra yemin olsun ki insan, gerçekten
husrân/ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip sâlih ameller işleyenler,
birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır."
(103/Asr, 1-3)

Asr-ı saâdeti gözler önüne getirelim:
Peygamberimizin ve iman edenlerin temsil ettiği hak cephesine karşı bâtılın
temsilcileri, uzlaşma teklifleriyle tâviz kopartamayacaklarını gördükten sonra,
her türlü zulümlerini açığa çıkarmaya başlamışlardı. Tehditler, işkenceler,
öldürmeler... Bütün bunlara karşı Rasülüllah'ı destekleyen, onların bilemediği
ve anlayamadığı bir güç vardı bütün yalancı güçlerin üstünde. İşte o gücün
sayesinde gün geldi, devran döndü; tarih 630'a geldi ve nihayet kendi canı gibi
korudukları putları ve Mekke'leri, artık müslümanlara terketmişti her şeyini.
İşte böylece 'Hak geldi ve bâtıl yok olup gitti." Hakkın önünde hangi duvar
ayakta kalabilir ki? Hakkın ve müslüman halkın önünde hiç bir duvar ayakta
duramaz. Yeter ki müslümanlar sorumluluklarını anlasınlar ve yeter ki bu
sorumluluklarını yerine getirsinler. Yeter ki müslümanlar hakka sahip çıksınlar.

Allah rasülü'nün Arap yarımadasında kısa
bir dönemde hakkı bâtılın tepesine indirip hakkı iktidar etmesi, bilindiği
üzere, kolay olmamıştır. Başta Rasülülllah olmak üzere mü'minler birçok
eziyetlere katlanmış, boykotlara tahammül etmiş, hicretlere katılarak evlerini,
yurtlarını, ticaretlerini, ziraatlarını, işlerini, eşlerini, aşlarını geride
bırakmışlardı. Medine'deki Ensar da kardeşleri muhâcirlerle bütün mal
varlıklarını paylaşarak onları barındırmışlardı. Bu fedâkârlık örneğini bir daha
tarih asla kaydetmemiştir. Bütün bunlar da yetmiyormuş gibi, Ensar ve muhâcir el
ele vererek müşrik, yahudi ve hıristiyanlara zorlu savaşlar vererek birçok şehid
ve birçok yaralı geride bırakmışlardı. İşte bu fedâkârlık, bu inanç ve bu
bağlılık sayesinde hakkın temsilcileri muzaffer oldular. Zaferin yöntemi, hakkı
sahiplenmenin yolu budur. Rasülüllah'ın ümmeti ve takipçisi olduğunu iddia
edenlerin, bu metod ve yöntemden başka bir yol aramaları, hakka bâtılı
karıştırmak, hakkın bâtıl yoldan başarılı olması gibi olmayacak duaya âmin demek
ve imtihanı kaybetmektir. Hakkın hâkim olması için mutlaka fedâkârlık ve
zorluklara katlanmak, tâğutlara boyun eğmeden tâvizsiz bir şekilde hakkı müdafaa
etmek gerekir. Bu işin prosedürü, iman, kulluk/ibadet, fedâkârlık, cihad, sabır,
azim ve cesarettir. Bunlardan herhangi biri eksik olursa, başarı oranı o
nisbette azalır. (5)

Hak-bâtıl mücadelesinde hak, er ya da geç
muzaffer olacaktır (2/Âl-i İmran,
139; 7/A'râf, 118; 8/Enfâl, 8; 9/Tevbe, 33; 13/Ra'd, 17; 17/İsrâ, 81; 21/Enbiyâ,
18; 24/Nur, 55; 42/Şûrâ, 14).

Müslüman, inandığı dinin yükümlülükleri ne
ise, onları yerine getirebilmek için, yine bu hak dinin ve tek önderi
peygamberinin belirlediği usûl ve çerçeve içerisinde çalışmakla, hak dini
hükmetmek mevkiine getirip o mevkide korumakla görevlidir. Bu vecîbeyi müslümana
telkin eden, onun sahip olduğu inançtır.

İslâm'ın hâkim olmadığı coğrafyalarda
yaşayan müslümanlara egemen düzenler, maksatlarını gerçekleştirmeleri
doğrultusunda girişecekleri çaba ve faaliyetlerinde müslümanlara engel olmak
isteyebilirler. Onların karşısında, kendilerinin ürettikleri putları olan hukuk
düzenlerine aykırı davranmakla itham ederek; bölücülük, teröristlik,
anarşistlik, radikallik, fundemantalistlikle, dini siyasete âlet etmekle ve
benzeri ithamlarla karşı çıkabilir, suçlayabilir, ya da karalamak
isteyebilirler. Zulüm ve hevâdan başka bir şeyin ifadesi olmayan sözüm ona
adalet mekanizmalarını çalıştırabilirler. Bütün bunlar, müslümanlar için
mukadder şeyler, sünnetullah gereği engellemeler olarak görülmelidir.

Unutmamak gerekir ki, müslümanın davranış
ve tutumları, meşrûiyetini/haklılığını Allah'ın hükümlerine uygunluktan alır.
İslâm'ın temelden reddetttiği İslâm dışı hukukların hükümleri, müslümanların
Allah'ın emri olan İslâm'ı, İslâm hukukunu hayata egemen kılma mücadelesini
hukukî bakımdan değerlendirmeye ya da mahkûm etmeye esas ve kıstas alınamaz.

Müslüman, yalnızca inancının gereğini
yerine getirmek istiyor, egemen kâfirler de bu yolda her türlü zulümle karşı
koyuyor, müslümanı engellemeye çalışıyorlarsa; onlara Hz. Peygamber'in
söylemekle emrolunduğu şu sözlerden başka ne söylenebilir: "İman etmeyenlere
de ki: 'Elinizden geleni yapın; biz de yapacağız. Bekleyin; çünkü biz de
bekleyicileriz." (11/Hûd, 121-122) (6)