Fecir | Konular | Kitaplar

"Allah'ın Halifesi" Olur mu?.

Yeni Sayfa 1



"Allah'ın Halifesi" Olur mu?
 
Allah'ın bir halifesi olamaz.
Nitekim Hz. Ebu Bekir'e "Ey Allah'ın halifesi!" denildiğinde, "Ben Allah'ın
halifesi değilim; ben ancak Rasûlullah (s.a.s)'ın halifesiyim ve bu bana yeter"
(Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/10-11) demiştir.  İbn Teymiyye'ye göre, tanım
gereği; ölen, orada hazır bulunmayan, ya da işinde âciz olan biri için halife
söz konusudur. Allah hakkında ise bu tür durumlar mümkün değildir. Allah'ın  ne
bir benzeri, ne de dengi mümkündür. Âlemlerden müstağni olan Allah'ın
halifeye/vekile ihtiyacı yoktur. İbn Teymiyye, vahdet-i vücutçuların insanı
ulûhiyet makamına yükseltmek istediklerini, bu yüzden İbn Arabi'nin "insanın
Allah'ın halifesi" olduğunu iddia ettiğini söyler. Vahdet-i vücutçular, insanın
birtakım mertebelerle Allah'la bütünleşebileceğini iddia ederken, "Allah'ın
halifesi" gibi görünüşte Kur'anî bir dayanak ileri sürerler.[1]
Aynı şekilde hilâfet makamına
geçtiğinde Hz. Ömer'e de, "Allah'ın halifesi" şeklinde hitap edilmesi kendisine
teklif edilmiş, kendisi bunu reddetmiştir. "Allah'ın halifesi" şeklinde bir
ifadeye ne bir ayet ve ne de sahih herhangi bir hadiste rastlıyoruz. Ayetteki
"halife" kelimesiyle nesil nesil birbirini takip edecek ve nesillerden her
birinin diğerine halef olacağı bir canlı türü kastedilmiştir. Bu görüş, aynı
zamanda İbn Kesir (1/99),Taberi (1/200), Maturidi gibi nice âlimlerin kabul
ettiği bir yorumdur. Bu görüş, "halife" kelimesinin kelime anlamına da aykırı
değildir. Çünkü "halife" kelimesi, hem ism-i fâil ve hem de ism-i mef'ûl olarak
alınabilir. İsm-i fâil olarak alındığında, başkasının yerine geçen; ism-i mef'ûl
olarak alındığında da başkası ona halef olan anlamındadır. Halife'nin, hâkim
olan ve yöneten şeklindeki tefsirine gelince, yukarıdaki bütün anlamlarla
birlikte zikredilmesi gereken bir görüştür. Hz. Adem'in devraldığı iş, yönetme
işidir.[2]
Oysa Allah'ın temsil edilebilir
bir varlık olarak algılanması, Hz. İsa'yı enkarne olmuş (et giymiş -Allah'ın
oğlu-) biçimi olarak gören Hıristiyanlara ait bir düşünce idi. İslâm'ı istismar
ederek, İslâm'ın öngörmediği usullerle işbaşına geçen zâlim yöneticiler, İslâm'ı
kullanarak dini siyasete âlet etmek için "Allah'ın halifesi" , "Allah'ın
yeryüzündeki gölgesi" vasıflarını kendileri için uygun bir ünvan olarak
gördüler. Kötülük ve adaletsizliklerini örtbas etmek için kendilerine tanrısal
bir statü vermeleri, müstekbirlerin geleneksel tavrı olsa gerek. Bunlar, ilâhî
tayinle iktidar oldukları iddiasını sürekli tekrarlamışlardır. Firavunlar, zaman
zaman kendilerini tanrının oğlu (Ra tanrısının, güneşin oğlu), hatta zaman zaman
da tanrının kendisi olarak sunarlar. Japon imparatorlarına yirminci asra kadar
hâlâ  "güneşin oğlu"  deniliyordu. İnsan, tarih boyunca, ilâhî adalete aykırı
olarak, hak etmediği vasıflara sahip çıkmaktadır. Bu olumsuz tavrı gösterenler
arasında, vahye muhatap olmuş ama onun kadrini kıymetini bilememiş ve tahrif
etmiş yahudi ve hıristiyanlar, ümmî Kureyşliler de vardı.      
Yahudi ve hıristiyanlar:
"Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz." (5/Mâide, 18) sözü ile Allah
tarafından seçilmiş ırk görüşünü savunurlar.  Fil  olayının  sonucunu  kendi 
üstünlüklerine yoran Kureyşliler de, kendilerinin Mescid-i Haram'a daha lâyık
olduklarını ileri sürerek (8/Enfâl, 34) hak etmedikleri bir imtiyazla (9/Tevbe,
19) bütün kabilelerin Kureyş'e ta'zimini sağlamaya çalışmışlardır. Görüldüğü
gibi zulüm iktidarları kendi meşruiyetlerini garanti altına almak için insan
fıtratında vazgeçilmez bir olgu olarak yer alan Allah'a inanma eğilimini
kullanarak Allah adına hareket ettikleri iddiasıyla, mazlumları etki ve yetki
altına almaya çalışmışlardır. Cahilî zihniyet, kendi iddialarına göre risâletten
önce Allah'ın yakınlarıdır (8/Enfâl, 34; 9/Tevbe, 19) Risâletten sonra Emeviler
döneminde ise Allah'ın halifesidir. İslâm düşüncesinin değişime uğradığı tarihin
daha geç dönemlerinde ise "zıllullah"tır; yani Allah'ın gölgesi. Artık sultanın
yaptığı zulümden vazgeçmesi isteniyorsa o zaman yapılacak tek şey vardır: Oturup
dua etmek! Çünkü her haliyle yeryüzünde Allah'ın gölgesi olan sultana isyan en
büyük günahtır(!)
Hz. Ebu Bekir ve Ömer'in kabul
etmediği Allah'ın halifeliği sıfatına zulümlerine meşrûluk vermek için zalim
yöneticiler can simidi gibi sarılıyorlar. Rasulullah için Kur'an ısrarla "kul"
vasfını verdiği, Allah'ın halifesi gibi ifadeler O'nun için bile söylenmediği
halde, Emevilerden itibaren sözde halifeler için, Rasûlullah'ın halifesi,
mü'minlerin emîri, müslümanların halifesi gibi sıfatlar yeterli gelmiyor, cılız
kabul ediliyordu.
Allah'ın yeryüzündeki
temsilcileri ilan edilen bu müstağni liderler, Allah'ın kulluğuna değil;
vekilliğine soyunuyor. Ortaya koydukları siyasete/pratiğe göre de dini
yorumlayıp zulümlerine kılıf geçiriyorlar. Böylece dokunulmazlıkları olan küçük
yeryüzü ilahlıkları, rahatlıkla sömürü düzenlerini devam ettirecek; ama asla
eleştirilemeyeceklerdir. Çünkü sultaları Allah'ın takdiridir(!) Cebr ve İrcâ
akidesi imdatlarına yetişir.[3]
İlk dönem İslâm tarihinde
halife'nin kavramsal olarak yerleşmediğini ve öncü sahabenin bu kelimenin
Allah'a nisbet edilmesine kesinlikle karşı çıktığını görüyoruz. İlk dönem İslam
öncüleri, Rasül'ün ve Kur'an'ın yönetim için kavramlaştırdığı "emr" kelimesini
kullanmışlar, kendilerini  "emîr" olarak görmüşlerdir. Kur'an, yöneticilere
"Ülü'l-Emr" ve "Veliyyü'l-Emr"  (4/Nisâ, 83) terkibini tercih eder.  
Kur'an, halife kelimesini açık
bir şekilde arza izafeten kullanıyor; Allah'a  izafeten hiçbir yerde
kullanmıyor. Bakara suresi 30. ayetten  sonraki ayetlerdeki, meleklerin
yorumlarında ve reel hayatta gördüğümüz gibi, (yaratıcısını överek tesbih
edeceğine) yeryüzünde fesat/kargaşa çıkaran, kan döken biri  Allah'ın temsilcisi
olabilir mi? Bir temsilci, temsil ettiğinin dışına çıktığı zaman temsilci
olmaktan çıkacağına göre, belli bir iradî alanda istemlerini gerçekleştirme,
tercihte bulunma yeteneğine sahip insan gerçeği,  "Halifetullah"  ile nasıl
uzlaştırılacaktır? (Bkz. 10/Yûnus, 14)
Adı sanı anılmadan nice çağlar
gelip geçtikten sonra yeryüzü için yaratılan ve yeryüzünün hâkim ve yöneticisi
konumuna getirilen insan, nasıl hareket edeceği konusunda denenmektedir. Oysa
Allah'ın temsilcisi olarak görülen birinin özgür bir iradesi olmasından
bahsedemeyiz. Böyle bir statüye sahip birinin yapıp ettiklerinden dolayı
sorgulanması da söz konusu olamaz. Çünkü yapıp ettikleri Allah adına, Allah'ı
temsilendir. Halbuki insan için izzet ve üstün bir şeref aranıyorsa, bu, Allah'a
kulluk ve takvadır (Bkz. 3/Âl-i İmran, 79).
"Halifetü'l-Arz" (Yeryüzünün
efendisi, yöneticisi) insanın kendisi için Allah'ın takdir ettiği bir konumu, bu
ifadeyle anlatılıyor. Yasak meyveyi yiyen insan, kendi farkına varmış, böylece
içgüdüye bağlı istekten; itaat ve isyana kabiliyetli, irâde/istem hürriyetine
kavuşmuştur. Böylece "yeryüzünün halifesi" payesini almaya hak kazanmıştır.
Bazı ayetlerde halife kelimesi,
başkasının yürüttüğü bir işi ondan sonra yüklenip yürüten anlamındadır. Ancak,
devralınan hâkimiyetle/egemenlikle  ilgili  bir  iştir. "Allah, yerde ne
varsa hepsini sizin için yarattı." (2/Bakara 29) Demek ki insanın halife
kılındığı şey, yeryüzünün hâkimiyet ve yönetimiyle ilgili bir iştir.
"Ey Davud! Biz seni yeryüzünde (senden öncekilerin yerine) hükümdar yaptık.
İnsanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevesine /keyfe uyma; sonra seni
Allah'ın yolundan saptırır." (38/Sâd, 26). Yani ey Davud, seni hükümran
kıldık ki adaleti yerine getirerek, iyiliği emredip kötülükten sakındırarak,
senden önceki peygamber ve salih önderlere halef olasın. Bu hilafet, siyasi
erkle kayıtlı değildir; eşyanın tümünün âdil kullanımını öngörür. "Sonra
onların ardından sizi yeryüzünde halifeler yaptık ki nasıl
davranacağınızı görelim." (10/Yûnus, 14)
İnsana, kâinatta Allah'ın
biçtiği konum yerine; hak edilmeyen bir statüye kaydırarak yer aramak, eşyada
var olan dengeyi tersine çevirmek demektir. İnsan, ancak insana temsilci/halife
olur. Ontolojik denge açısından eşitliğe sahip olmayan insanla Allah arasında
müşterek bir vekâlet sistemi yoktur. O halde Allah'ın vekil/halife edinmesinden
söz etmek mümkün değildir.[4]
                  
 

 




[1]
Kur'an Kıssalarına Giriş, s. 168-169



[2]
Kur'an Kıssalarına Giriş, s. 177




[3]
Allah'ın Halifeleri miyiz? F. Zülaloğlu, Haksöz, Aralık 92, s. 16-17




[4]
Allah'ın Halifeleri miyiz? F. Zülaloğlu, Haksöz, Aralık 92, s. 20-21. Ahmet
Kalkan, İslam Akaidi: 408-410. Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri