Fecir | Konular | Kitaplar

Kıyametin Kopması

Kıyametin Kopması

Kıyametin Kopması:

Ahiret hayatı, insanın ölümü ile başlarsa da,
genel manada Kıyamet hadisesi ile başlar. Kıyametin ne zaman kopacağını
Allah'tan başka, peygamberler de dahil hiç kimse bilmez.[1]
Bilgisi Allah'a ait olmakla birlikte, Kıyametin kopmasına yakın zamanlarda bir
takım alâmetler meydana gelir. İnanmayanlar için ihtar mahiyetinde Allah şöyle
buyurur:

"(İnanmayanlar, Kıyamet) saat(in)in, ansızın
kendilerine gelip çatmasından başka neyi bekliyorlar? İşte onun alâmetler(inden
sayılan âhir zaman Peygamber)'i gelmiştir."
(Muhammed: 47/18) Kıyametin en büyük alâmeti Hz. Muhammed'in peygamber olarak
gönderilmesidir. Ondan sonra artık başka peygamber gönderilmeyecektir. O,
peygamberlerin sonuncusudur.[2]
İşte bu, dünya hayatının sonunun yaklaştığına en büyük alâmettir. Hz. Peygamber
de şöyle buyurmuştur: "Ben gönderildiğimde Kıyamet şu iki parmağımın
birbirine yaklaştığı gibi yaklaşmıştır."[3]

Kur'an ayın ikiye bölünmesini de Kıyamet
alâmetlerinden saymıştır:

"Kıyamet yaklaştı, ay ikiye bölündü..."
(el-Kamer: 54/1-3)

Bu hadise, Peygamber zamanında ondan mûcize
isteyen müşriklerin isteği üzerine, Peygamber'in elinin işaretiyle ayın ikiye
bölünmesi şeklinde meydana gelmiştir. Bu hâdise üzerine de meâlini verdiğimiz
ayet nâzil olmuştur. İslâm bilginlerinden bir kısmı da "Kıyamet yaklaştı, ay
bölünecek..." şeklinde gelecek zaman kipiyle mana vermişlerdir. Her iki manada
da özellikle Kıyamet'in yaklaştığı vurgulanmaktadır.

İsrâiloğulları'na peygamber olarak gönderilen Hz.
İsa tebliğ görevindeki tüm gayretlerine rağmen, sayılabilecek kadar az bir
cemaat ona iman etmiş, buna mukabil düşmanlarının kendisini öldürme tuzaklarıyla
karşılaşmıştır. Ne var ki Allah, düşmanların kurduğu tuzaklarını başlarına
geçirmiş, peygamberini de zatına yükseltmiştir.[4]
Şu anda hayatta olarak bulunduğu mevkii Allah'ın ilminde olan Hz. İsa, Kıyamet'e
yakın zamanda tekrar dünyaya gelecek ve yaşadığı sürece Hz. Muhammed'in
getirdiği şerîat üzere yaşayacaktır. Hz. İsa'nın tekrar dünyaya dönüşü, Kıyamet
alâmetlerindendir. "O (İsa'nın gelmesi), Kıyametin kopacağını gösterir bir
ilimdir..." (ez-Zuhruf: 43/61)

Kıyamete yakın zamanda, şu anda gördüklerimize
benzemeyen şekilde, Kur'an'ın "dâbbe" diye ifade ettiği bir hayvan ortaya
çıkacaktır: "O söz (Kıyamet ve azap günü), başlarına geldiği zaman (kıyamet
alâmetlerinin vukûu başladığı zaman) onlara yerden bir dâbbe (canlı) çıkarırız;
onlara insanların, ayetlerimize içtenlikle inanmadıklarını söyler." (en-Neml:
27/82)[5]
"Dâbbetü'l-Arz" diye isimlendirilen bu hâdisenin meydana gelişi, Kıyamet
vaktinin yaklaştığına dair bir alâmettir.

Ye'cüc ve Me'cüc seddinin açılması ve yeryüzünde
fesâdın yayılması da Kur'an'da zikredilen Kıyamet alâmetlerindendir: "Nihâyet
Ye'cüc ve Me'cüc (sedleri) açıldığı zaman onlar her tepeden (dünyaya)
saldırırlar. Artık gerçek va'd (Kıyamet) yaklaşmıştır. İnkâr edenlerin gözleri
birden donup kalır..." (el-Enbiya: 21/96-97)
Bu alâmetler, Kur'an'da bildirilenlerdir. Hadisle
bildirilenlere gelince, onlar da Allah'ın vahyine dayanır. Müslim'in Huzeyfe ibn
Useyd el-Gifârî'den rivayet ettiği bir hadiste Huzeyfe şöyle buyurmuştur: "Biz
aramızda müzakerelerde bulunduğumuz bir esnada Hz. Peygamber (s.a.s.) yanımıza
geldi ve: "Neyi müzakere ediyorsunuz?" dedi. 'Kıyamet'i dediler. Şöyle
cevap verdi: "On türlü alâmeti görmediğiniz sürece Kıyamet kopmaz. Bunlar,
Duman, Deccâl, Dâbbetü'l Arz, Güneşin batıdan doğması, Meryem oğlu İsa'nın
inmesi, Ye'cüc ve Me'cüc ile doğudan, batıdan ve Arap yarımadasından bir yerin
batması, son olarak da Yemen 'de bir ateşin çıkmasıdır."[6]

Kıyamet'in büyük alâmetlerinden öyleleri vardır
ki, onlar görüldükten sonra artık tövbeler kabul olunmayacaktır.

"(İnanmak için) illâ meleklerin gelmesini yahut
Rabb'ının gelmesini ya da Rabb'ının bazı ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar?
Ama Rabb'ının bazı (Kıyamet) işaretleri geldiği gün, daha önce inanmamış, ya da
imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye, artık inanması, bir fayda sağlamaz.
De ki: "Bekleyin, biz de beklemekteyiz."
(el-En'âm: 6/158)

Ebû Hüreyre'den rivayet olunan bir hadiste
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: "Üç alâmet vardır ki, bunlar çıktığı
zaman, daha önce iman etmiş yahut ta imanında hayır kazanmış olmadıkça hiçbir
kimseye imanı fayda vermez: Güneşin batıdan doğması, Deccâl'ın görülmesi ve
Dâbbetü'l-Arz'ın zuhuru."[7]

Kıyametin bu büyük alâmetlerinin dışında Hz.
Peygamber'in hadisleriyle sabit olan birçok hâdiseler de Kıyamet'in küçük
alâmetleri olarak kabul edilmiştir: Davaları bir olan iki Müslüman topluluğun
birbirleriyle harp yapması[8],
'herc', öldürme olaylarının çoğalması.[9]
Karanlık geceler gibi olan fitnelerin çoğalması, müslümanlarla yahudilerin
savaşıp, müslümanların onları öldürünceye kadar mücadele etmeleri ve yahudilerin
de taşların ve ağaçların arkasına saklanması, 'Gargat ağacından' başka bütün taş
ve ağaçların: "Ey müslüman, Ey Allah'ın kulu, yahudi arkamdadır, gel onu öldür"
demesi, Hicaz topraklarında bir ateşin çıkıp, Basra'daki develerin boyunlarını
aydınlatması, Kahtan'dan bir adamın çıkıp insanları asâsı ile sevketmesi, Fırat
nehri altından bir dağ haline gelip, ondan alabilmek için insanların
birbirleriyle harp etmesi, cariyenin efendisini doğurması; ayağı yalın, çıplak
fakir koyun çobanlarının bina yapmada birbiriyle yarış yapmaları vs. gibi
olaylar Kıyamet'in küçük alâmetleri olarak sayılmıştır.[10]

Allah, bu kâinatın yıkılıp, birinci hayatın sona
ermesini istediği zaman İsrâfil adındaki meleğe 'sûr'a bir kere üfürmesini
emredecek, o da bir kere üfürecektir. Kâinatın hepsi bu derin gürültü ile
sarsılıp, birbirine bağlı olan varlıkların düzeni bozulur, irtibat çözülür,
korkunç bir zelzele meydana gelir, dağlar atılır, pamuk gibi dağılır,
gökyüzündeki yıldızlar, gezegenler ve güneş arasındaki ahenk yok olur, şimdi
mevcut olan çekim kanunu iptal olur. Güneşin ayın ve yıldızların ziyası gider,
gökyüzündeki bütün gezegenler yörüngelerinden çıkar ve âlemin tamamı Allah'ın
yaratmasından önceki hale döner. Bütün bu olaylar, Allah'ın indirdiği vahiy ile
bilinmektedir.[11]

İkinci hayatın tanınması ve anlaşılması, insan
aklının kavrayacağı bir şey değildir. İnsan aklı ancak bu hayatta olanları ve bu
kâinatta bulunanları kavrar. Bunun içindir ki, ikinci hayatın tanınması,
Allah'ın kitabında bildirdiği haberler ve Rasulü'nün anlatmalarına dayanır. Ayet
ve hadislerden elde edilen bilgilere göre, İkinci hayat, İsrâfil'in 'sûr'a
üflemesiyle bu âlemin yok olmasından kırk yıl geçtikten sonra başlayacaktır.

O hayatın günleri ve ayları bu hayatın günleri
ve ayları gibi midir, yoksa başka bir ay ve gün müdür?. Bunu bilemiyoruz. Bu,
zaman geçtikten sonra gökten yağmur inecek, cesetler bitki gibi toprağın
altından bitecektir. Bu iş, yağmur suyu ile her insanın kuyruk sokumunda bulunan
küçük kemik vasıtasıyla meydana gelecektir. İkinci yaratılış tamamlanıp gelişme
ikmâl olduğu, cesetlerin heykelleri toprağın altında tamamlanarak hiçbir eksiği
kalmadığı zaman onlara ruh verilir. Bu cesetlere hayat girer, hareket etmeye
başlarlar. Ölüm meleğinin bu dünyada almış olduğu ruhları Allah her insana iade
eder. Bu ruhlardan bazıları, sahibinin iman ehli ve amel-i sâlih sahibi
oldukları için güzel ve temiz ruhlardır. Bunlar ulvi âlemde muhafaza
edilmişlerdir. Bazıları ise, küfür sahibi ve günahkâr kişilerin ruhlarıdır,
bunlar çirkin ruhlardır, süflî âlemde kalmışlardır. Bu ruhlar, bulundukları
yerden cesetlerine gelirler, sonra Allah'ın görevlendirdiği bir melek:
"Yerinizden kalkınız, Rabb'ınıza dönünüz" diye seslenir. Onlar bu sesi işitirler
ve icabet ederler. Yer açılır, kabirlerinden mahşere gitmek için canlı olarak
kalkarlar.[12]

İkinci defa dirildikten sonra bütün mahlûkâtın bir sahada
toplanmasına "Haşr" denir. Bu toplanma, dünyada yaptıklarından dolayı aralarında
hüküm verilmesi içindir. İnsanlar kabirlerinden canlı olarak kalktıktan sonra
ilk defa yaratıldıkları gibi tekrar hayata döndürüleceklerdir: "Mahkukatı ilk
yaratmağa başladığımız gibi, yine onu öldükten sonra iade edeceğiz..."
(el-Enbiya: 21/104). Hz. Peygamber (s.a.s.): "Kıyamet gününde insanlar
çıplak, sünnet olmamış ve yalın ayak olarak (mahşer meydanına) geleceklerdir."
der. Hz. Âişe: "Ey Allah'ın Rasulü, kadın ve erkeklerin hepsi bir arada olunca
birbirlerine bakmazlar mı?" diye sorunca Peygamberimiz (s.a.s.): "Ey Âişe, o
gün, insanların birbirlerine bakamayacakları kadar durum şiddetlidir."[13]
buyurarak "haşr" için toplanan insanların düştükleri sıkıntıyı dile
getirmektedir. Muttakî, mücrim ve kâfirlerin haşrolunmaları hakkında Kur'an
şöyle der:

"Takva sahiplerini heyet halinde Rahman(ın
huzuruna) topladığımız gün, suçluları da susuz olarak Cehennem'e sürdüğümüz
(gün)." (Meryem: 19/85-86)

"O gün 'sûr'a üflenir ve o gün suçluları
(yüzleri kapkara, gözleri) gömgök (kör bir durumda) toplarız."
(Tâhâ: 20/103)

"...Kıyamet günü onları (kâfirleri), yüzü koyun,
kör, dilsiz ve sağır bir halde süreriz. Varacakları yer Cehennem'dir..."
(el-İsrâ: 17/97; Tâhâ: 20/124)

İnsanların, hesap vermek üzere toplandıkları
Mahşer günü güneş, insanların başları üzerine iyice yaklaşır, sıcaklık çok
şiddetlenir. Ve insanlar, günahları nisbetinde tere batarlar. Bir kısmı
topuklarına kadar, bir kısmı diz kapağına, bir kısmı göbeğine ve bir kısmı da
ağzına kadar tere batar.[14]
Hararetin en şiddetli olduğu bu günde, adil devlet reisi, gönlü mescidlere bağlı
genç, sadakayı gizli veren cömert, güzel bir kadının zina davetini Allah'tan
korkusu nedeniyle kabul etmeyen muttakî, sevgileri Allah için olan iki dost,
Allah'a ibadetle büyüyen genç ve tenha yerde Allah'ı zikrederek gözleri yaşla
dolup taşan insanı Allah, lûtfuyla Arş'ının gölgesinde gölgelendirecektir.[15]

İnsanlar, Rabb'larının huzurunda haşrolunup
toplandıklarında ve beklemenin zorluğu, korkunun şiddeti nedeniyle yorgunluk son
haddine ulaştığında insanlar, ruhlarının temizliği ve kirliliğine göre Yüce
Allah'ın kendilerine hükmetmesini beklemeye başlarlar:

"Peygamberler (şahidlik edecekleri) vakit için
getirildiği zaman: Ertelenmiş oldukları güne, yani hüküm gününe. Hüküm gününün
ne olduğunu sen nereden bileceksin? Yalanlayanların vay haline o gün."
(el-Mürselât: 77/11-15)

Bugün haklı ile haksızın, iyi ile kötünün, zalim
ile mazlumun, inanan ile inanmayanın ayrıldığı fasıl günüdür. Özür ve kurtuluş
fidyelerinin kabul edilmediği[16]
dillerin konuşmadığı bu günde[17]
ancak kendilerine, insanlar için şefâat etme izni verilenler konuşabilir.
İnsanlar Âdem, Nuh, İbrâhim, Mûsa, İsâ peygamberlere, kendilerine şefâat
etmeleri için giderler. Onlar bu konuda özür beyan edince bu defa Hz. Muhammed'e
gelirler. Peygamberimiz (s.a.s.) Rabb'ının huzurunda secdeye kapanarak O'na
hamdeder, ümmeti için şefâat diler. Rabb'i kendisine: "Başını kaldır ve iste,
ne istersen verilecektir, şefâat et, şefâatin kabul edilecektir" deyinceye
kadar secdede kalır. Ümmetine şefâat diler. Ümmetinden hesabı olmayanlar
Cennet'e girerler.

Hesaplaşmalar yapılır, her insana, dünyada iken
yaptığı amellerinin yazıldığı defterler verilir, Ancak bu verilişin bir kısmı
sağdan, bir kısmı da sol ve arka taraftandır. Kur'an bunu şöyle anlatır:

"Kimin kitabı sağından verilirse o, kolay bir
hesaba çekilecek ve sevinçli olarak ailesine dönecektir. Kimin kitabı arka
tarafından verilirse, ölümü çağıracak."
(el-İnşikak: 84/7-11)[18]

Hesaplaşmalar, mizan denilen, keyfiyetini
Allah'ın bildiği adalet terazileri ile gerçekleşir. İnsanlar teker teker hesaba
çekilir. Onlardan bir kısmının hesabı kolay, bir kısmının ise çok çetin geçer.
Büyük küçük her şey hesaba dahil edilir. Diller, eller ve ayaklar kişinin
aleyhinde şahidlik ederler. Yalan söylemek mümkün olmaz.[19]
Bu konuşturma ve cevap verme son derece korkunç bir havada cereyan eder. Çünkü
hiç kimseye özür göstermesi için izin verilmez, zalimin mazereti kabul edilmez.
Ameller canlı bir şahit olarak gösterilir. Herkes amelini açık olarak ve üzüntü
ile seyreder. Zamanımızda kullandığımız ses ve görüntü kayıt cihazları, ahirette
kişinin kendi aleyhine yaptığı şahitliklerin imkanına çok küçük bir delildir.
Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"O gün insanlar, amellerinin karşılığı
kendilerine gösterilmek için fırka fırka kabirlerinden çıkacaktır. Zira, kim
zerre miktarı bir hayır işlerse, onun mükafatını görecek, kim de zerre miktarı
bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir." (ez-Zilzal: 99/6-8)

Kulların yaptığı iyilik ve kötülükleri, adalet
terazilerinde tartılır, kimseye haksızlık edilmez, yapılan işler bir hardal
tanesi kadar küçük olsa da değerlendirmeye tabi tutulur.[20]
Amellerin tartılması sonucu kimin iyiliği ağır gelirse o, gerçekten ahiret
sıkıntılarından kurtulmuş olur. Kimin iyilikleri hafif, kötülükleri fazla
gelirse bu da hüsrana düşenlerden, zarara uğrayanlardan olur. Cehennem'de
ebediyyen kalırlar, ateş yüzlerini yakar, derileri sıyrıldığı için dişleri
sırıtır durur. Allah (c.c.) şöyle der:

"Size dünyada ayetlerim okunurken, onları inkar
eden siz değil miydiniz?"
(el-Mü'minun: 23/102-105)

Amellerin tartılmasından ve iyilerle kötülerin
belli olmasından sonra insanlar Sırat köprüsünen geçmeye zorlanırlar. Cehennem
üzerinde kurulan bu köprü çok ince olup üzerinde durulması kişinin iman ve
ameline göre mümkün olan bir köprüdür. Burdan geçiş gayet tehlikeli olduğu için
Hz. Peygamber bir kenarına durup insanlar geçerken: "Ya Rabb selamette kıl,
selamette kıl" diye dua eder.[21]

Bazı insanlar, çakan şimşek gibi süratli,
bazıları dizleri ve elleri üzerinde geçerken, bazıları da geçemeyerek Cehennem'e
düşer, helak olurlar.[22]

Bu geçiş esnasında mü'minlerin imanlarından
fışkıran nur, nerdeyse cehennem ateşini söndürecek gibi olur. Allah bu konuda
şöyle buyurur:

"O gün inanan erkekleri ve inanan kadınları
görürsün kinurları önlerinde ve sağlarında koşuyor…"
(el-Hadid: 57/12-14)[23]

Mü'minler Sırat köprüsünü selametle geçip,
Cehenneme düşmekten kurtulunca, birbirlerine olan haklardan ve aralarındaki
düşmanlıklardan temizlenmek ve arınmak için Cennet ile Cehennem arasında bulunan
bir köprüde durdurulurlar. Bundan sonra Cennete girmeleri için izin verilir ve
girerler.[24]

Ahiret hayatı, Cennet ve Cehennem hayatını da
içine alan bir konudur. Mü'min, Cennet ve Cehennem hayatına da kesinlikle
inanmak durumundadır. Bunlara iman, ahirete imanın bir parçasıdır.

Cennet, Arapça bir kelime olup, kapanmak,
gizlenmek manasına gelen "cenne" fiilinden türemiştir. Cennetteki ağaçlar da
Cennet arzını tamamen kapladığı ve gizlediği için o yere "üzeri örtülen,
gizlenen manasına "cennet" denilmiştir.[25]

Ağacı bol, yeşillik bahçeleri lisanımızda
"Cennet gibi yer" ifadesiyle tarif ederiz. Kur'an'a göre Cennet ise, mü'min ve
Allah'a isyandan sakınanlar için Allah'ın hazırladığı huzur ve selamet yurdudur.
Cehennem de, yine Ragıb'ın beyanına göre, Farsça bir kelime olup, Kur'an'da
inkarcılar ve asiler için hazırlanmış ateşli sefalet yurdudur. Cehennem
kelimesinin çoğulu olmadığı halde Cennet kelimesinin çoğulu "Cinân" ve
"Cennât"tır. Türkçemizde de "Cennetler" ifadesi kullanılmaktadır. Kur'an'da
derece itibariyle birbirinden farklı yedi Cennet'ten bahsedilir:
Cennetü'l-Firdevs, Cennetü'l-Adn, Cennetü'l-Me'va, Cennetü'n-Naim, Daru'l-Huld,
Daru's-Selam ve İlliyyun. Her bir isim ayetlerle zikredilmektedir. Cehennem
hakkında da şu isimler geçmektedir: Nar-ı Cehennem, Lezza, Hutame, Sair, Sakar,
Cahim, Haviyeh, Daru'l-Bevar.

Ahiretle ilgili olarak kısaca ortaya konulan bu
bilgilerin tümü, duyularımızla elde edilen bilgilerden değil, ancak ayet ve
hadislerle bildirilen ve "Sem'iyyat" denilen bilgilerdendir. Ahirete iman
konusu, bütün bu bilgilere de inanmayı içine alan bir konudur. Dolayısıyla
ahirete inanan mü'min, aynı zamanda bu bilgilerin gerçekliğine de inanmak
mecburiyetindedir. Çünkü kaynağı ilahi vahiy ve ilahi vahye dayanan peygamberi
bilgilerdir.

İnananlar için selamet, inanmayanlar için de
sefalet hayatı olan ahiret alemi, her tür insana geleceğini düşünmede en büyük
etkendir. Mü'min imanını artırırken, kâfir de akibetinin, kendince uzak bir
ihtimal de olsa, fecaatini düşünmekle kahrolur, ya da (Allah takdir etmişse)
inananlar toplumuna karışır.

Sosyal hayatın düzene girmesi, zulmün yok olması
ile mümkündür. Bu ise geçici tedbirlerle değil, kalıcı tedbirlerle olur. Kalıcı
tedbir ise Allah'a ve ahirette yaptıklarından hesap vereceğine imandır.
Yaptığının yanında kâr kalacağı düşüncesinde olan insanın zulmünden herkes,
nasibini alır. Ancak bir gün Allah'ın huzurunda hesap vereceğine inanıyorsa,
işte o zaman zulüm ve her türlü kötülüklerden vazgeçer, inanca yaşamaya başlar.

Ahirette hazırlık, Allah'a inanmak, Allah'ın
emirlerine itaat etmek ve yasaklarından kaçınmaktır. Kıyametin ne zaman
kopacağını soran birine Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Orası için ne hazırladın?"

Dünyayı, ahiretin tarlası olarak vasıflandıran
Peygamberimiz bu ifadesiyle de ümmetine, bu dünyada yaşandığı sürece, ahiret
azığı olarak iman, ibadet ve taatte bulunulması gerektiğini vurgulamıştır.[26]


[1]
el-Mülk: 67/26.


[2]
el-Ahzâb: 33/40.


[3]
Buhârî: 6/206; Müslim, Terc. Davudoğlu: 8/208.


[4] Âli
İmrân: 3/54-55; en-Nisâ: 4/157-158.


[5] Dâbbe
hakkında geniş malûmat için bk. Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., 5/370.


[6]
Müslim, Terc. 8/179; Buhârî, Cihad: 94
vd.; Müslim, İman: 248, Zekât: 60, Fiten: 17-18;Ebû Dâvud, Melâhim: 12,
Fiten: 1; Tirmîzî, Zühd: 24.


[7]
Buhârî, 2/132; Müslim Terc., 1/95-96.


[8]
Müslim, Terc., 8/170.


[9]
Müslim, Terc., 8/171.


[10]
Buhârî, Tecrid: 9/73; Tirmizî, Birr: 25; Fiten: 2; el-Lü'lüü ve'l-Mercân:
3/305, 306-307; et-Tâc: 1/25.


[11] bk.
el-Hacc: 22/1-2; el-Karia: 101/1-5; el-Mearic: 70/8-15; Zilzal: 99/1-3;
İnfitar: 82/1-5; Tekvir: 81/1-6; Vâkıa: 56/1-6.


[12]
el-Hakka, 69/13-18; Kâf, 50/41-44, el-Kamer, 54/6-8; el-Meâric, 70/41-44;
elÂdiyat, 100/9-10.


[13]
Müslim, Cennet:
56.


[14]
Müslim:
8/135; Buhârî:
6/137.


[15]
Buhârî, Ezân:
36; Hudud:
19.


[16]
Hadid:
57/15; el-Bakara:
2/254.


[17]
el-Bakara: 2/255.


[18]
Ayrıca el-Hakka: 69/19, 37.


[19]
en-Nur: 24/24; Yasin: 36/65.


[20]
el-Enbiya: 21/47.


[21]
Müslim: 1/129; Buhari: 1/193.


[22]
Müslim: 1/129-130.


[23]
el-Münziri, el-Terğib ve't-terhib:
4/424.


[24]
Buhari: 8/138.


[25]
Ragıb el-İsfehani, el-Müfredat.


[26]
Cengiz Yağcı, Şamil İslam
Ansiklopedisi: 1/63-65.