Fecir | Konular | Kitaplar

Güzele Bakmak Sevap mı? "Elbette!".

Güzele Bakmak Sevap mı



Güzele Bakmak Sevap mı? "Elbette!"
 
Boşvermiş gençlerin haramları
basite, hatta alaya alan Bektaşî mantığıyla söylediği bu sözü duymuşsunuzdur:
"Güzele bakmak sevap!" Tabii, onların güzelde neyi anladığını irdelemek gerekir.
Aklı, fikri, anlayışı yukarılarda (hayır, kafasından yaklaşık bir metre
aşağılarda) olanların "güzel" denince anladıkları, bir hanımın fizikî
güzelliğinden başka şey olmayabilir. İnsanın fizikî güzelliği ise güzellikten
sadece bir parçadır. Hem de geçici, göreceli, aldatıcı, yalancı bir parça.
Şâirin biri, sadece dış güzellikten hoşlananlara, hoşlanılanın ağzından şöyle
der:
"El oğlu benim etimi budumu
beğenmiş, neylersin?
Ulan sen et değil, kemik
istersin!"
Hayvanî bir beğenmedir bu.
Güzelliğin o kadarını hayvanlar bile fark eder. İnsanî güzellik daha derin, daha
rûhî, daha kalıcıdır. "Güzele bakmak sevaptır" sözünün kullanılış amacı
yanlıştır. Ama bu söz, anlam bakımından tümüyle doğrudur. Güzellik de,
bakılandan ziyade bakana, görene, duyana ait bir özelliktir. Güzelliği gören
göz, güzelden zevk alan ruh olmasaydı güzellik neye yarardı? O yüzden güzele,
güzel bir niyetle ve güzel bir şekilde bakmak ibâdettir, sevaptır. Yalnız,
unutmamak gerekir ki, güzelin tanımında güzel yoldan sapmamak, sınırı (hudûdullah)
aşmamak esastır. Yine bilmeli ki, daha güzeli elde etmek için az güzeli terk
etmek veya onu tahdit etmek, sınırlandırmak gerekir. Zevk aldığımız, güzel
gördüğümüz dünyevî şeylerden sınırsız bir şekilde yararlanılmasının çok çeşitli
dünyevî ve uhrevî zararlara sebep olacağını, bunların imtihan vesilesi olduğunu
herkes bilir/bilmelidir.   
Ölüm olmasaydı, ölümden sonraki
hesaba çekilmekle başlayan hayat olmasaydı... O zaman her şey anlamsız ve boş
olurdu; güzeller ve güzellikler bile. Evet, ölüm olmasaydı o zaman nefse hoş
gelen, sınırlarını hevânın veya çevrenin çizdiği güzellerin (!) ve güzelliklerin
(!) belki bir değeri olurdu. O zaman dünya sadece eğlenmek ve zevk almaktan
ibâret olabilirdi. Ama ölüm var, hem de evet, güzel olan ölüm ve ölüm ötesi
güzellikler. O halde tüm yapay ve sanal güzellikleri, bütün sahte ve fâni
güzellikleri o gerçek güzellik uğrunda fedâ etmeye değmez mi?
Güzellik; zevkle, haz duymakla,
hoşlanmakla, beğenmekle  ilgilidir. Kur'an bu konuda insanın hevâsının/arzusunun
doğru bir ölçü olmadığını belirtir: "Hoşunuza gitmediği halde savaş size
yazıldı/farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz
mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür.
Allah bilir, halbuki siz bilmezsiniz." (2/Bakara, 216). Kur'an, hoşlanmanın,
bir konunun güzelliği açısından yanlış yargıya götürebileceğini açıkladığı
halde, halk arasında yaygın, atasözü halini almış ate sözlerinden biri şöyledir:
"Zevkler ve renkler tartışılmaz!" İnsanın arzusu ilâh kabul edilirse tabii ki
tartışılmaz. Hangi şeyden zevk alıyorsa saygı duyarsın, karışamazsın. "Ben
zevkime karıştırmam. Özgürlük var. Zevk değil mi, herkesinki farklı olabilir;
kimse kimsenin zevkine karışamaz." Bütün bu anlayışlar hümanizm denilen insana
tapma dininin iman esaslarından. Bu hümanizm dinine göre zevklere sınır da
konulamaz, güzel yönler/hedefler de gösterilemez. Zevkleri kim tahdit edecek,
onlara kim hedef gösterecek? -Hâşâ- insandan büyük başka ilâh mı var?
Bu tür vecize(!)lerle
insanların zevkleri de yozlaştırılıp emperyalist oyunlara âlet edilmekte.
Müslümanlar için insanın zevki de, renkleri seçmede de, her şeyi İlâhî ölçülere
uymak zorundadır.
"Su sesi, kadın sesi, para
sesi." En güzel ses örnekleri için halkın kesin yargılarıdır bunlar. Tabiat
güzelliği ile cinsellik ve kapitalizmin sentezidir bunlar. Ve bunların içine
Kur'an sesi girmez, Hakk'a dâvet girmez...
Kâinattaki varlıkların rengi,
şekli, tadı ne güzel... Hele sesleri ne güzel bir armoni, ne güzel bir mûsikî,
ne güzel uyumlu orkestradır. Bülbülün şakıması, horozun ötüşü, kuşların
cıvıltısı, suyun şırıltısı... anlayana sivrisineğin vızıltısı bile saz gibi
âhenkli bir müziktir. Kâinat hep tesbih etmektedir, zikretmektedir. Bitkilerin
ve hayvanların şekilleri, yapıları, renkleri, tatları hep farklı, hep ayrı
güzel. Ve seslerindeki farklılıklar, güzellikler... Bir de çağdaş aygıtlara
bakın: Fabrikalardaki sese, makine gürültülerine, araba motorlarına, evlerdeki
küçüklü büyüklü âlet ve gereçlerden uçakların seslerine kadar... Ne çirkin bir
gürültü; tabiatla ne uyumsuz şeyler ya Rabbi!
Yine, eyyamcı fâsıkların kulak
ve göz gibi nimetleri verene nankörlük yaparak onu haramlarda kullanırken ifade
ettikleri bir deyim vardır: "Kulakların pasını gidermek, göze bayram ettirmek!"
Neyle? Haramlarla mı?
Bakmak ibâdettir, göze bayram
ettirmedir. Doğru. Güzele bakmak da sevaptır. Kâbe'ye bakmak, aynen nâfile namaz
kılmak gibi ibâdettir. Kur'an'a bakmak, göze nur ve cilâdır; bayramdır göz için.
Büyük kitaba (kâinata) bakmak; emr-i İlâhîye uymak ve sevaba girmektir. Hiçbir
şey boşuna yaratılmamıştır. Gözler bakmak içindir. Ama "göz oldur ki Hakkı göre,
kulak oldur ki Hakkı duya!" Görmek, görebilmek bir ibâdet olduğu gibi, duymak,
dinlemek de ibâdettir. Emîri dinlemek, ezanı dinlemek, Kur'an'ı dinlemek,
kendini dinlemek, Hakka çağıranı dinlemek; kulakların pasını gideren birer
kulluktur. Allah için yapılan her şey, atılan her adım, hikmet ve ibretle
bakılan, dolayısıyla O'nun adıyla okunan her şey ibâdet; her ibâdet de güzel,
güzeller güzeli.[1]      

 

 




[1]
Ahmed Kalkan, a.g.e. 51-53.