Fecir | Konular | Kitaplar

Müslüman Cemaatin Zâlimlere Meyletmeye Benzer Davranışlardan Sakınması

Müslüman Cemaatin Zâlimlere Meyletmeye Benzer Davranışlardan Sakınması



Müslüman Cemaatin
Zâlimlere Meyletmeye Benzer Davranışlardan Sakınması:



 

Müslüman cemaatin, iyi niyetle de olsa,
zâlimlere meyletme anlamı taşıyan davranışlardan son derece kaçınması lâzımdır.
Çünkü, iyi niyet, bazen belli şartlar dâhilinde sahibinden günahı kaldırsa da
yanlışı doğruya; haramı helâle çevirmez. Onun için, özellikle cemaat liderinin
ve kadrosunun, zâlim yöneticilerin arasında bulunması, onları tasvip etmediğini
ilân etmeksizin onlarla birlikte halkın önünde görülmesi, cemaatin zâlim
idarecilere dalkavukluk ettiği veya onları desteklediğinin intibaını vererek
insanları samimiyetlerinde şüpheye düşürücü davranışlarda bulunması câiz
değildir. Aksi halde onlar, kendi sorumluluklarına cemaati de ortak ederler.   
  

Müslüman cemaate düşen, halkın kusur ve
yükümlülüklerini ümmete göstermesidir. Halkın kusurları, zâlim idarecinin
karşısında susmak, eğilmek, ona meyletmek ve destek olmak sûretiyle zulmüne
yardımcı olmalarıdır. İşte onların bu kusurları olmasa, zâlim, yetkisini kötüye
kullanmayacak ve zulmünü sürdüremeyecekti. Müslümanlara düşen, zâlimi zulme
götüren bütün sebepleri ortadan kaldırmaya ciddi bir gayretle yükümlülüklerini
yerine getirmektir. Ayrıca, zâlim yöneticiyi onaylamama, ona olan fiilî
hoşnutsuzluğu hayata geçirmek için gerekli gücü oluşturma ve fiilen zulmü
ortadan kaldırma gibi sorumlulukları da yerine getirmesi gerekir.

Allah, hayat kanunlarını ve toplum içerisindeki
genel sünnetlerini insanlar için devre dışı bırakmaz. Kaldı ki, onların
durumları, Allah'a Rasûlullah'tan ve O'nun arkadaşlarından daha sevimli
değildir. Allah onların çektiği eziyet ve Allah yolunda karşılaştığı
musibetleri, yeryüzünden zâlimleri ve tâğutları kaldırmak için Allah'ın
yardımına mazhar oluncaya kadar olağanüstü fedâkârlıklarını bize anlatır.
Müslümanların, tâğutları ve zâlim idarecileri etkisiz ve yetkisiz kılmak için
tüm güçlerini harcamaksızın onlardan  rahatsızlık duyarak yalnız "of!" çekip
üzüntülerini dile getirmeleriyle veya onların müslüman olduklarını delillendirip
durmalarıyla sorumluluktan kurtulamayacaklarını bilmeleri lâzımdır. Bazı
insanlar kendileri evlerinde oturup, müslümanlıklarıyla övünüp dururken,
Allah'ın zâlim idarecileri yok etme gereğinden bahsederler. İsterler ki, Allah
meleklerini göndersin de melekler onların yerine savaşsınlar, zâlim idareciyi
bertaraf etsinler, neticede onun şerrinden onları kurtarsınlar. Hayır! Yok öyle
şey![1] 
                      

En büyük zulüm şirk olduğuna (31/Lokman, 13) ve
en büyük zâlimin de müşrik olduğuna göre, en vahşî zulmün bedenlere değil;
ruhlara yapılan olduğunu unutmamalıyız. Bedene yapılan zulüm,  en  kötü 
ihtimalle,  sadece  dünya  hayatını   kaybettirdiği   halde;  ruhun  hak 
nizamdan mahrum bırakılması ise sonsuz mutluluğu kaybettirmek demektir. En
acımasız cânî, en büyük zâlim, insanları Allah'ın dininden alıkoyanlardır. 
İslâm'ın bireysel ve toplumsal alanda egemen olmadığı bir yerde adâletten
bahsetmek abestir ve aldatmacadır.

Özel ve tüzel kişiliğin, bir kurumun veya
yönetici bir grubun şahsî veya toplumsal muâmelesinde âdil olma niteliği
kazanabilmesi için, her şeyden önce "müslüman" vasfına sahip olması şarttır.
Çünkü İslâm'sız bir statüye göre işleyen bir mekânizma ile adâlet sağlanamaz ve
dağıtılamaz. Nasıl bir hüküm verilirse verilsin, mutlak sûrette zulüm işlenmiş
olur. "Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, zâlimlerin ta kendileridir." 
(5/Mâide, 45)

İslâm'sız insanın yaptığı her şey nefsine,
icraatı da diğer insanlara ve topluma zulümdür. Egemen durumda ve hüküm
mevkiinde ise, kâfir ve müşrik insanın varlığı bile zulümdür. Çünkü bu insan,
kendine yazık ederek kendini bozmakta, toplumu bozmakta ve dünyayı fesâda
vermektedir.[2]



İslâm'da savaş, insanları zorla dine sokmak için
emredilmemiştir. Fitne ve zulmü ortadan kaldırmaya çalışmak için savaş
emredilmiştir. Dinlerini yaşama ve dine dâvet konusunda müslümanlara engel olan,
insanların hürriyetlerini kısıtlayan güç odaklarına karşı savaşmak farzdır.
Kur'an, mazlumların, ezilenlerin, sömürülenlerin hakkını korumak için
müslümanlara mücâdeleyi emreder (4/Nisâ, 75).    

 

 




[1] Abdülkerim Zeydan, İlâhî Kanunların
Hikmetleri,  s. 165-174




[2] Ekrem Sağıroğlu, Kur'an'da İnsan ve Toplum,
Pınar Y., s. 70-71