Fecir | Konular | Kitaplar

Kocanın Âiledeki Görevleri

Kocanın Âiledeki Görevleri




Kocanın Âiledeki
Görevleri



 

"Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu
gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır."
(2/Bakara, 228). Hanımını, Rabbinin emaneti olarak alan ve iffetini Allah adına
söz vererek helâl edinen koca da, karısına karşı sevgi ve şefkat göstermek,
yediğinden yedirmek, giydiğinden giydirmek, ona ve yaptığı işlere çirkin
dememek, fena söz söylememek, hoş görülü olmak gibi görevlerle mükelleftir.
İslâm'ın âile düzenini yaşatmak üzere kocaya tanımış olduğu otorite hakkı, ona
kadın üzerinde haksız bir baskı ve zorbalık imkânı vermez. Zira, bu
konuda vârid olan ayet ve hadisler, bir anlamda kadının müdâfiisi/avukatı olmak
suretiyle İlâhî kaynaklı bir dengeyi temin etmektedir. Yüce Rabbimiz, âile
reisliğinin mutlak bir hâkimiyet demek olmadığını açıklayarak şöyle emreder:
"Kadınlarınızla iyi geçinin. Eğer kendilerinden hoşlanmazsanız, olabilir ki, bir
şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş olur."
(4/Nisâ, 19). Anlayışlı ve şefkatli bir eş olmanın en güzel örneklerini sunan
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurur: "Bir mü'min, mü'mine hanıma buğz
etmesin. Onun bir huyunu beğenmezse, başka bir huyunu beğenir." (Müslim,
Radâ 61; Müsned II, 329) "Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı en hayırlı
olanlarınızdır." "Kadınlarınıza karşı hayırlı olmayı birbirinize tavsiye edin."
(Müslim, Radâ 62; Tirmizî, Radâ 11) "Kıdınlarınız konusunda Allah'tan korkun.
Çünkü siz onları Allah'tan emanet olarak aldınız." (Ebu Dâvud, Menâsik 56;
İbn Mâce, Menâsik 84)

Erkek, gözünü harama bakmaktan, ırzını ve
nâmusunu zinâ yapmaktan koruyacaktır (Bkz. 24/Nûr, 30; 70/Meâric, 29-30).
Erkeğin bu hareketi, kendini haram işlemekten koruduğu gibi; karısının hukukuna
da riayetin bir gereği olmaktadır.     

"Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine
üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler,
kadınlar üzerinde kavvâmdırlar. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır."
 (4/Nisâ, 34). Âyette geçen "kavvâm"
kelimesini 'hâkim' diye tercüme etmek yanlıştır. Eğer Allah'ın muradı bu
olsaydı, yine Arapça olan "hâkim" kelimesini kullanırdı; ama  "kavvâm" 
kelimesini kullanmış. Bu kelime, Türkçedeki kayyim kelimesiyle aynı köktendir.
Kayyim, tayin edildiği kurumu keyfine göre yönetmez. Hakimin gösterdiği
doğrultuda yönetir. İşte evi üzerinde "kavvâm"  olan erkek de âileyi
kendi keyfine göre yönetemez; Allah'ın koyduğu kuralları yürürlükte kılar.
Erkekler, kadınların kavvâmı, yani Allah'ın hükümleri çerçevesinde onların
yöneticisi  ve koruyucusudur.  

Kayıtsız şartsız hâkimiyet, ancak Allah'ındır
(Yusuf suresi, 40). Âilede uyulması gereken ilahî kurallara muhatap olmada
kadınla erkek eşit statüye sahiptir. Âilede Allah'ın koyduğu kuralları
yürürlükte kılma yetkisi kocaya verilmiştir. Evin reisi, Allah'ın koyduğu
kurallara göre âileyi yönetecek ve Allah'ın hükmüne zıt bir emir ve yasak
koymayacaktır. Eğer ilahî emir ve yasakları çiğneyen bir istekte bulunursa,
hanım bu isteğe itaat etmeyecektir. "Allah'a isyanı emreden kişiye itaat
olunmaz." (Buhari, Ahkâm 4; Müslim, Cihad 40) Kadının kocasına itaati,
mutlak değil; helal ve meşrû konularda, Allah'ın hükmü doğrultusundadır ve
itaat, daha çok kocanın cinsî konulardaki istekleriyle ve temel dinî hususlarla
ilgili olarak değerlendirilmelidir.

Her konuda İslâm'la câhiliyye arasında büyük
farklar vardır. İslâm, vahiy kaynağından ilham almayan kanunlar ve geleneklerden
farklı olarak âile kurumunu değerlendirir. Âileyi, içinde Allah'a ibâdet edilen
bir mâbed olarak tanıtır. Öyle mâbed ki, orada yapılan her müsbet iş, ibâdettir.
Erkeğin, âilesinin nafakasını temin etmesi, hanımına ve çocuklarına şefkat
göstermesi büyük bir ibâdet olarak vasıflandırıldığı gibi; kadının itaati, sevgi
dolu bir bakışı da bir ibâdet olarak takdim edilmiştir. En doğal bir davranış
olan cinsî ilişkiler dahi, hayırlı bir amel, yani bir sevap olarak kabul
edilmiştir. Hele çocuk dünyaya getirmek ve o çocukları İslâm'ın istediği gibi
güzel terbiye ile yetiştirmek, çok büyük ecir ve mükâfatla karşılık verilecek
olan büyük bir ibâdettir.

Âile yuvası kuran nice insan, batı tarzı bir
yaşayışın ve propagandanın etkisiyle çocuk istememekte veya bir, ya da ikiden
fazlasını yanlış görmektedir. Bu davranış, meşrû bir mâzerete dayanmadıkça
dinimizin hoş görmediği bir anlayıştır. Çocuk, dünya nimetleri içinde çok önemli
bir yer tuttuğu, evin neşe ve huzurunu temin ettiği gibi, ahiret saâdetine de
sebep olabilir. Yuvanın temelini sağlamlaştırdığı gibi, özellikle anneleri evine
bağlar. Ev kadınının ulu orta çarşı-pazarı sıkça dolaşıp, başkalarını fitneye
düşürmesine engel olur. Batılı  ve batıya özenen hanımlar, eğlenceye engel
olduğu, gönüllerince gezip tozmaya, lüzumsuz işlerle veya televizyon karşısında
vakit öldürmeye, nefislerini azgınlaştıran başı boşluğa engel olduğu için çocuk
istememektedir. Yine batılılar, kendi ülkelerinde vatandaşlarına çocuk başına
extra para verip çocukların artmasını teşvik ederken; özellikle müslümanların
yaşadığı ülkelere doğum kontrolünü ve az çocuğu teşvik etmektedir. Azıcık aklı
olanlar, bunun emperyalizmin bir oyunu olduğunu hemen anlarlar ve oyuna
gelmezler. Boşanmanın ve geçimsizliğin önüne geçmede çocuğun rolünü dikkate
alırlar. Hanımların eve bağlanıp hayırlı işlerin en önemlilerinden olan insan
yetiştirmeye çalışmalarının kıymetini ve ecrini bilirler.

İslâm'da çocuk sahibi olmak, büyük sorumluluk
gerektiren bir durum olarak değerlendirilmiştir. Çocuğun dünya ve âhiret
mutluluğunu gözetmek, onu dünyaya getiren insanların önemle üzerinde durmaları
gereken bir konudur. İslâmiyet, bu hususta birinci derecede babayı sorumlu
tutar. Anne de bu sorumluluğa ortaktır. Âilenin iç düzeniyle birlikte çocukların
bakım ve yetiştirilmesi, onun sorumluluk alanına girmektedir (Bkz. Buhâri, Rikak
17; Müslim, İmâre 5). Bu sorumluluğun çocuk açısından sonucu, onun ana baba
üzerinde bazı haklara sahip olmasıdır.