Fecir | Konular | Kitaplar

HESAP VE ALLAH'IN HESABA ÇEKMESİ Hesap; Anlam ve Mâhiyeti

HESAP VE ALLAH

HESAP VE ALLAH'IN HESABA ÇEKMESİ

Hesap; Anlam ve Mâhiyeti

Hesap: Mükellef insanların
dünyadaki inanç ve davranışlarından dolayı âhirette hesaba çekilmeleri anlamında
bir terimdir. Sözlükte "saymak, hesap etmek", ayrıca hesaba çekmek mânâsında
masdar olan hesap (hisâb) kelimesi, "sayma, sayım" anlamında isim şeklinde de
kullanılır. Terim olarak, insanların hesaba çekilecekleri âhiret safhalarından
birini ifâde eder.
Kur'ân-ı Kerim'de hemen her
zaman terim anlamında kullanılmıştır. Kur'an terminolojisinde hesap, genellikle
kötü davranışların dünya (65/Talâk, 8) ve özellikle âhiretteki yansımaları ve
sahiplerinin cezalandırılması mânâsına gelmektedir. Bununla birlikte, iyi
davranışların âhirette mükâfatlandırılması anlamı da vardır. Kıyâmet gününde
insanların Allah tarafından hesaba çekileceğini haber veren âyetler genellikle
hesap konusunun mânevî-ahlâkî olacağını ifâde eder. Kur'ân-ı Kerim'in ilk sûresi
olan Fâtiha başta olmak üzere, on üç âyette tekrarlanan "yevmü'd-dîn" (ceza
günü) tamlaması da hesap kavramını pekiştirmektedir. "Hükmetmek, bilgisi ve
mahâretiyle son hükmü vermek" anlamındaki hüküm (hukm) kavramı da çeşitli fiil
ve isim sıgalarıyla kırk iki âyette Allah'a izâfe edilmiştir.
Kur'ân-ı Kerim'de âhiretin
vukuunu tasvir eden âyetler, ilgili hadislerin de yardımıyla bir sıralamaya tâbi
tutulduğu takdirde bir sual-kitap-mîzan-hesap tertibinin ortaya çıkabileceğini
söylemek mümkündür. Buna göre önce peygamberler İlâhî tebliği ulaştırıp
ulaştırmamaktan, bütün mükellefler de onu benimseyip benimsememekten sorguya
çekilecek, ardından herkese kitabı (amel defteri) verilecek, kitapta kayıtlı
iyilik ve kötülükler değerlendirilecek (mîzân), böylece mükellefin hesabı
görülmüş olacaktır (7/A'râf, 6-9; 17/İsrâ, 13-14). Bununla beraber, kıyâmetteki
bu hesaplaşma işlemi uzun sürmeyecektir. Çünkü "Allah hesabı çok süratli
olandır." (2/Bakara, 202)
"Gönlünüzde olanları açığa
vursanız da gizleseniz de (farketmez), Allah onunla sizi hesaba çeker, sorgudan
sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye kaadirdir."
(2/Bakara, 284) meâlindeki âyet ashâb döneminden itibaren âlimleri
düşündürmüştür. Müfessir Taberî'nin konuyla ilgili olarak naklettiği dört
görüşün ilkine göre bu İlâhî beyan, şâhitlikle ilgilidir. Zira bir önceki âyette
anlatıldığı gibi bir konuda bilgisi ve görgüsü bulunan kişinin bunu gizlemesi
kalbinin günahkâr olmasına sebep teşkil eder. Birçok taraftarı bulunan ikinci
telakkiye göre, âyetin hükmü, şâhitliğe münhasır olmayıp umûmîdir; fakat aynı
sûrenin son âyetinde yer alan, "Allah her kişiyi, ancak gücü yettiğiyle
mükellef kılar o kadar sorumluluk yükler." (2/Bakara, 286) beyanıyla hükmü
kaldırılmıştır. Üçüncü telakkiye göre, samimi mü'minlerin zihninde ve gönlünde
sürekli olarak bulunan fakat eylem haline gelmeyen, ayrıca küfür ve nifak
dışında kalan duygu ve düşünceler de kıyâmet gününde hesaba tâbi tutulacaktır.
Ancak bu hesaba çekme işi, çeşitli hadis rivâyetlerinde belirtildiği üzere
bizzat Allah tarafından gizli olarak yürütülecek ve kul tarafından itiraf
edildikten sonra affa mazhar olacaktır. Küfür, nifak ve dinin temel hükümleri
hakkında beslenen sürekli şüphe af kapsamına girmediği gibi, böyle bir İlâhî
lütuftan kâfirlerin faydalanması da sözkonusu değildir. Bu âyet hakkında öne
sürülen dördüncü anlayışa göre ise İlâhî beyanda yer alan hesaba çekilme hükmü
mensuh olmayıp geçerlidir. Ancak özellikle Hz. Âişe'den gelen ve Rasûlullah'a
nisbet edilen rivâyete göre, hesaba çekme işi dünya gerçekleşmektedir. Şöyle ki,
bu tür duygu ve düşüncelere sahip bulunan mü'minlerin dünyada hissedecekleri
vicdan azâbı, pişmanlık, karşılaşacakları maddî ve mânevî sıkıntılar onların
muhâsebesini sağlayacak ve fiil haline gelmeyen günah işleme duygusunun
doğurduğu günaha keffâret olacaktır. Taberî bu dört görüşü sıraladıktan sonra
âyette nesih olmadığını, Allah'ın mü'minleri niyetlerinde sakladıkları
günahlardan dolayı da hesaba çekeceğini söyler. Ancak bu niyetler fiil haline
dönüşmediğinden cezaya konu teşkil etmeyecek ve yukarıda üçüncü şıkta
anlatıldığı üzere affa mazhar olacaktır (Kurtubî, Câmiu'l-Beyân, III/94-100).
Âhiret hallerinden biri olara
nasslarda açıkça yer alan hesabın, fiil haline gelip amel niteliği taşımayan
duygu ve düşünceleri de kapsadığı Bakara Sûresindeki âyetle (2/284) sâbittir. Bu
hükmün neshedilmiş olduğu iddiası isâbetli görünmemektedir. Zira bu husus neshin
sözkonusu olamayacağı akaid esaslarındandır. Aynı âyetin devamında, Allah'ın
böylelerinden dilediğini affedip dilediğini cezalandıracağını beyan eden kısım
da nesih ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. İnsanın zihninde bulunan şey, eğer
hukuku ilgilendirdiren bir bilgi ise bunun gizlenmesi günahtır ve cezayı
gerektiricidir. Bu nitelikte olmayan duygu ve düşünceler, yukarıda üçüncü ve
dördüncü şıklarda anlatılan şekillerden biri statüsünde affa mazhar
olabilecektir. Nitekim Fahreddin er-Râzî ile Kurtubî'nin de kanaatleri bu
çerçevededir.
Bazı Şiî ve Mu'tezilî
kelâmcıları dışında hemen hemen bütün İslâm âlimleri, âhiret hallerinden biri
olan hesabın gerçekleşeceğine iman etmenin her müslümana farz olduğu görüşünü
benimsemişlerdir. Zira hesap kitap, sünnet ve icmâ ile sâbit olduğu gibi,
aklen de mümkün, hatta gereklidir. Bununla birlikte hesabın keyfiyeti, süresi
ve kimleri kapsadığı hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. İlk dönem
âlimleri, bazı hadis rivâyetlerinin zâhirine bakarak (İbn Kesir, II/113-117)
hesabın hayvanları da kapsayacağını söylerken müteahhir dönem âlimleri hisabın
mükellef tutulan yaratıklarla sınırlı olduğu görüşündedir. Dirilişten sonra
mahşerde bekleme, amel defterinin verilmesi, sorguya çekilme, her kula âit
organların, amellerin işlendiği mekânların ve meleklerin şâhitlikte bulunması
ile amellerin tartılıp sonucunun belirlenmesi safhalarından oluştuğu kabul
edilen geniş anlamıyla hesap; Kurtubî, Âlûsi, Reşid Rza gibi âlimlere göre bütün
mükellefler için aynı anda gerçekleşecek ve bizzat Allah tarafından
yürütülecektir. Zira Allah'ın bir kulunu hesaba çekmesi aynı zamanda
başkalarının hesabını görmesine engel teşkil etmez. Bu görüşü savunanlara göre
hesap, göz açıp kapayıncaya kadar veya yarım günden az bir sürede tamamlanır.
Bir grup âlime göre Allah kâfirleri değil; sadece mü'minleri hesaba çekecektir.
Başka bir gruba göre ise her mükellefi Allah adına bir melek hesaba çeker. Çünkü
hesabı bizzat Allah yürütecek olsaydı kâfirlerle de konuşması gerekirdi. Halbuki
bu husus Kur'an'da yer alan bilgilere aykırıdır (bz. 2/Bakara, 174; 3/Âl-i İmrân,
77).
İbn Teymiye, hesabı iki kısma
ayırır. Birincisi, kullara âit bütün amellerin tesbit edildiği sayfaların
sahiplerine verilmesi şeklinde olup mü'min-kâfir herkes için sözkonusudur.
İkincisi, ağır gelen tarafı belirlemek üzere iyilik ve kötülüklerin tartılması
anlamında kullanılan hesaptır. Kâfirlerin kötülükleri iyiliklerini boşa
çıkardığından cennetlik veya cehennemlik olduklarını tesbit etmek amacıyla onlar
hakkında bu tür bir hesap sözkonusu değildir. Bununla birlikte kötülüklerinin
sınırını tâyin edip buna göre cezalandırılmaları için ikinci tür bir hesaba
çekilebileceklerini söylemek mümkündür (Mecmûu Fetâvâ, IV/305-306).
Müslüman filozoflar, insanların
organlarıyla gerçekleştirdikleri fiillerin iyi veya kötü oluşuna göre ruhları
üzerinde etkiler yaptığını, bunların da âhirette herkesçe fark edilebileceğini
öne sürerek hesap esnâsında organların dile gelmesinin bundan başka bir anlam
taşımadığını ileri sürmüşlerdir (Fahreddin er-Râzî, XIII/20; XVIII/19).
Âlûsî'nin de
belirttiği gibi, dünyadan farklı bir âlemde gerçekleşecek olan hesabın
mâhiyetini akıl yürütmek sûretiyle belirlemek mümkün değildir. Bu hususta en
isâbetli yol, nassların bildirdiğini kabul etmekten ibârettir. Âdil olan
Allah'ın kullarına asla zulmetmeyeceği gerekçesiyle hesabın gereksizliğini öne
sürenlerin aklî dayanakları bulunmadığı gibi, bu iddiayı hesabın vuku bulacağını
açıkça bildiren nasslarla bağdaştırmak da mümkün değildir. Hesapta, bütün
kulları sorguya çekip yaptıklarını onlara ikrar ettirmek, peygamberleri,
melekleri ve diğer bazı varlıkları şâhit tutarak ileri sürülebilecek mâzeretleri
ortadan kaldırmak, Allah'ın iyi kullarına karşı lütufkârlığını gösterip
affediciliğini fiilen ispat etmek, cezalandırdığı kullarına karşı ise âdil
davrandığını ortaya koymak, bu vesile ile itaat eden kullarını aziz kılıp
isyankârları zelil kılmak, böylece yaratıkları bekleyen âkıbete dikkat çekerek
dünyada yararlı işler yapmaya teşvik edip kötülükten sakındırmak gibi
hikmetlerin bulunduğu unutulmamalıdır. Hesabın alenî bir şekilde yapılmasında,
tartışmacı bir karaktere sahip bulunan (18/Kehf, 54) insana dünyada işlediği
amelleri açıkça gösterip onun itirazda bulunmasına imkân vermemek, ayrıca
göreceği ceza veya mükâfatta herhangi bir haksızlığa uğratılmayacağını,
dünyadakinin aksine âhiretteki muhâsebede hiçbir ihmalin sözkonusu olmayacağını,
hiç bir tesir altında kalınmayacağını ortaya koymak gibi başka hikmetler de
düşünülebilir.[1]



[1]
Emrullah Yüksel, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 17, s. 240-242.