Fecir | Konular | Kitaplar

Hadis-i Şeriflerde Allah'ın Hesaba Çekmesi ve Sorumluluk.

Hadis

Hadis-i Şeriflerde Allah'ın Hesaba
Çekmesi ve Sorumluluk

Hesap kelimesi, çeşitli hadislerde sözlük ve terim anlamıyla zikredilmiştir.
Cibrîl hadisi diye bilinen hadisin bazı rivâyetlerinde Hz. Peygamber iman
esasları içinde âhireti zikrettikten sonra hesabı ayrıca vurgulamış (Ahmed bin
Hanbel, I/27, 28; IV/129, 164), diğer bir hadiste de akıllı kimsenin, kıyâmette
hesaba çekilmeden önce dünyada kendini hesaba çekmesini bilen ve davranışlarına
ölümden sonrasını göz önünde bulundurarak yön veren kimse olduğunu bildirmiştir
(Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 25). Dünyanın bir iş görme (amel), âhiretin ise
karşılık bulma (ceza) yurdu olduğu şüphesizdir. Karşılık, yapılan işin türüne
göre nimet veya azap şeklinde olacak, bunun da tesbiti hesap ilkesi çerçevesinde
yapılacaktır. Kur'an'da yer alan hesap kavramına ve hadislerin açık ifadesine
göre kıyâmet gününde inceden inceye hesaba çekilecek kimse hüsrâna ve azâba
mâruz kalacaktır (Buhârî, İlim 35, Rikak 49; Müslim, Cennet 79, 80). Çünkü
yaratana karşı kulluk görevini, yaratılmışlara karşı insanlık vazifesini
hakkıyla yerine getirip bunun hesabını vermek imkânsız denecek kadar zordur.

Bununla birlikte gönlü Allah'a bağlı olup genel yönelişi hak çizgisi üzerinde
bulunan bir mü'minin yaşı ilerledikçe rûhen erginlik kazanıp Allah'a
yaklaşacağı, elli ile yetmiş yaşları arasında kalbindeki İlâhî muhabbet ateşinin
alevlenip Allah'ın kendisini seveceği ve hasabını kolaylaştıracağı Enes bin
Mâlik'ten rivâyet edilen bir hadiste belirtilmiştir (Ahmed bin Hanbel, II/89,
III/217-218). Bütün mükelleflerin hesabını görme yetkisi şüphesiz ki hesap
gününün mâliki olan Allah'a âittir. Allah kulların hesabını çabuk görecektir.
Ancak hadiste de belirtildiği üzere (Müslim, İman 327) kıyâmet gününde hesap
öncesi bekleyiş uzun sürecek ve insanlar bundan büyük bir ıstırap duyacaktır.
Nihâyet son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)'in niyazı üzerine başlayacak olan
hesaba onun ümmeti çağrılacaktır (Ahmed bin Hanbel, I/282, 296; İbn Mâce, Zühd
34). Birçok hadis rivâyetinde Muhammed ümmetinden yetmiş bin kişinin hesaba tâbi
tutulmadan cennete gireceği haber verilmiştir. Bu rivâyetlerin bazılarında yer
alan ve her bin kişi ile birlikte bin kişinin daha bulunacağı, hatta bunun da
ilâvelerinin olacağı tarzındaki nakillere bakılırsa bu ifadelerin çokluktan
kinâye olup gerçek sayının bilinmediği anlaşılır. Hesaba tâbi tutulmayacak veya
hesabı hafif geçecek olan kişilerin başında Allah yolunda savaşıp şehid düşenler
gelir (Ahmed bin Hanbel, V/287). Buna karşılık zenginlerin çetin bir muhâsebeden
geçirileceği ifâde edilir (Ahmed bin Hanbel, V/259, 427). İslâm dininde namaz,
en çok tekrar edilen, bu sebeple de îfâsı sürekli azim ve irâde isteyen, dinî
hayatın en belirgin göstergesi konumunda bulunan bir ibâdet niteliği taşıdığı
için olmalıdır ki, imandan sonra en değerli amellerden kabul edilmiş (Müslim,
İman 140) ve kıyâmet gününde hesabın namazdan başlayacağı haber verilmiştir (Ahmed
bin Hanbel, II/290, 475; Tirmizî, Salât 188; Ebû Dâvud, Salât 145).

"Akıllı kimse, nefsini muhâsebe eden ve ölümden sonrası için çalışandır. Âciz
de, nefsini hevâsının peşine takan ve Allah'tan temennide bulunan kimsedir."
(Tirmizî, Kıyâmet 26, hadis no: 2461)

Açıklama: Akıllı diye tercüme ettiğimiz
keyyis, "işlerini iyi çeviren", "işlerini rıfkla, tatlılıkla yürüten", "hayra
ulaşmakta en iyi kararı veren" gibi mânâlara da gelmektedir. Şu halde nefis
muhâsebesi bu vasıflara uyan bir davranış olmaktadır. İbn Arabî der ki:
"Büyüklerimiz, konuştuklarını ve yaptıklarını bir deftere yazarak, yatsıdan
sonra kendilerini muhâsebeden geçirirlerdi. Deftere bakıp kendilerinden sadır
olan söz ve fiil hepsini gözden geçirirlerdi. Bunlardan tevbe gerekenler için
tevbe, istiğfar gerekenler için de istiğfar, şükür gerekenler için de
şükrederlerdi. Onlar bu muhâsebeyi yaptıktan sonra uyurlardı. "Acizin Allah'tan
temennisi bazı kuruntulardır. Yani, nefsine uyup, günahlarda ısrar ettiği, tevbe
edip dönüş yapmadığı halde, Allah'ın kendisini affedeceği, cennetine koyacağı
hususundaki temenni ve ümiddir.

"Biz, ümmetlerin sonuncusuyuz ve hesabı ilk görülecek olanlarız. Orada: 'Ümmî
ümmet ve peygamberi nerededir?' denilir. Bilesiniz, biz sonuncu olan ilkleriz
(yani, dünyaya gelişte sonuncuyuz, kıyâmet günü hesabı verip cennete girmede
ilkleriz.)" (Kütüb-i Sitte, Terc. ve
Şerhi, c. 17, s. 604)

Zübeyr bin Avvâm, şöyle der: "O gün, naîmden (dünyada kazanıp harcadığınız,
yediğiniz nimetlerden) hesâba çekileceksiniz." (102/Tekâsür, 8) âyeti indiği
zaman dedim ki: "Ey Allah'ın Elçisi, biz hangi nimetten sorulacağız? Elimizde
olan şu iki siyah: Hurma ile su'dur (başka nimetimiz yoktur). Buyurdu ki:
"İşte o olacaktır (onlardan sorulacaktır)." (Tirmizî, Tefsir b. 89, sûre
102, hadis no: 3357)

"Kıyâmet gününde, kula sorulacak ilk nîmet sorusu şöyledir: 'Biz senin bedenine
sağlık vermedik mi, sana su içirmedik mi?"
(Tirmizî, Tefsir b. 89, sûre 102, hadis no: 3357)

"Kıyâmet günü şu dört şeyden sorulmadıkça kul bırakılmaz: Ömrünü ne işte
geçirdiği, malını nereden kazandığı, nereye harcadığı ve ne iş yaptığı sorulur."
(Tirmizî, Kıyâmet 1)

"Allah, sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz; fakat kalplerinize ve
amellerinize bakar." (Müslim, Birr 32; İbn
Mâce, Zühd 9; Ahmed bin Hanbel, II/285, 539)

"Kötülük yapmak isteyen bir kimse, onu yapmazsa (içindeki kötülük dürtüsünü
uygulamayıp içinden atarsa), ona bir iyilik yapmış gibi savap yazılır."
(Buhârî, Rikak 31)

"Dikkat edin, vücutta bir et parçası vardır ki o düzeldimi bütün vücut düzelir.
O bozuldumu bütün vücut bozulur. Dikkat edin, o kalptir."
(Buhârî, İman 39; Müslim, Müsâkat 107; İbn Mâce,
Fiten 14; Dârimî, Büyû' 1)
Bir gece, Allah'ın Elçisi
(s.a.s.), evinden çıktı. Ebû Bekir ve Ömer'e rastladı: "Sizi bu saatte
evinizden çıkaran nedir?" dedi. "Açlık yâ Rasûlallah" dediler. "Nefsimi
elinde bulunduran hakkı için sizi çıkaran şey, beni de çıkardı, kalkın!"
dedi. Birlikte ensârdan bir adamın (Ebu'l-Heysem Mâlik bin Teyyehân (r.a.)'ın
evine vardılar. Ebu'l-Heysem: "El-hamdü lillâh, bugün benden daha şerefli
konukları olan yoktur!' dedi. Gidip onlara, üzerinde yeni kızarmış, yarı ve tam
olgunlaşmış hurmalar bulunan bir hurma dalı getirdi: "Buyurun, bundan yiyin"
dedi. Bıçağı aldı, Peygamber (s.a.s.) ona: "Sakın sağılı hayvan kesme!"
dedi. Ensârlı onlara (bir koyun veya oğlak) kesti. Koyundan ve hurmalardan
yediler, su içtiler. Yemekten doyup suya kanınca, Rasûlullah Ebû Bekir ve
Ömer'e: "Nefsimi elinde bulunduran hakkı için kıyâmet gününde size bu
nîmetlerden sorulacaktır. Açlık sizi evlerinizden çıkardı, bu nîmet size
erişmeden dönmediniz." Buyurdu. (Müslim, Eşribe 140, hadis no: 2038; Muvattâ,
Sıfatu'n-Nebî 28, h. no: -2, 932; Tirmizî, Zühd 39, h. no: 2370). Ardından da şu
âyeti okudu: "O gün, muhakkak bütün nimetlerden hesaba çekileceksiniz"
(102/Tekâsür, 8).
"Dünya nimetlerinden
istifadeyi nasıl düşünebilirim ki, İsrâfil sûru eline almış, Cenâb-ı Hakk'ın
emrini beklemektedir. Böyle bir durumda olan insan, gelişigüzel, dünya
nimetlerinden nasıl istifâde eder ki?" (Tirmizî, Kıyâme 8; Ahmed bin Hanbel,
I/36; III/7)

"Kim hidâyete/doğru yola çağırırsa, kıyâmet gününe kadar o yola gidenlerin
savapları kadar sevap alır. Ötekilerin sevâbından da bir şey eksilmez. Kim de
sapıklığa çağırırsa kıyâmet gününe kadar o yola gidenlerin günahları kadar günah
alır. Ötekilerin günahından da bir şey eksilmez."
(Müslim, İlim 6, 16; Buhârî, İ'tisâm 15; Ebû Dâvud,
Sünnet 6; Tirmizî, İlim 15; İbn Mâce, Mukaddime 14; Ahmed bin Hanbel, II/397;
Dârimî Mukaddime 44)
"Allah, yanılarak, unutarak
yaptıkları veya zorla kendilerine yaptırılan şeyleri ümmetimden affetti."
(İbn Mâce, Talâk 16)
"Kalem üç kişiden
kaldırılmıştır (artık onlar yaptıklarından sorumlu değildirler): Büluğa erinceye
kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, şifâ buluncaya kadar bunamıştan."
(Ebû Dâvud, Hudûd 16, h. no: 4399, 4400, 4401, 4402)
Açıklama:
1- İslâm fıkhında büyük
bir ehemmiyet taşıyan bu hadis, bütün fukahâca benimsenmiştir. Bu hadis, kişiyi
fiilinden sorumlu kılmada aklı ve irâdeyi vazgeçilmez bir şart kabul eder. Aklî
kemâle ermeyen çocuğun hukuka ehil olmaması, onlar hakkında himâye edici pek
büyük bir rahmet olmuştur. Çağlar boyu Avrupa dahi, bütün cemiyetlerde çocuklar
ezilirken, İslâm dünyasında hukukî ehliyetsizlik sebebiyle büluğ çağına kadar
sorumlu sayılmamış, mal ve can yönüyle velînin himâyesine tevdî edilmiştir.
İslâm âleminde çocuklar
mahkemeye bile nadir hallerde ve belli yaşlardan sonra celbedilirken, Batı'da,
işlenen suç sebebiyle büyüklerle aynı cezaya çarptırılarak gerekiyorsa idam
bile edilmiş, büyüklerle birlikte aynı hapishanelere atılmıştır. Bu durumun
çocuk fıtratına uygun gelmediğini Batı, ilk defa 19. asrın sonlarında anlamaya
başlamış, çocukların hukukî ehliyetsizliği, ayrı mahkemelerde muhakemesi,
hapisten ziyâde ıslah evlerine, koruyucu ailelerin yanına verilmesi gibi fikir
ve müesseseleri geliştirmiş ve bu paralelde bir hayli yol almıştır. Oradan bize
de "çocuk mahkemeleri" fikri gecikerek geçmiştir.
2- Âlimler, bu hadise
dayanarak çocukların şer fiillerinin yazılmadığını kabul ederken, başka
hadislerden hareketle hayırlı fiillerin yazıldığını, bu fiillerin, hem çocuğun
terbiyecileri durumundaki anne ve babasına ve hem de kendisine uhrevî faydalar
sağlayacağını belirtirler. Nitekim Rasûlullah (s.a.s.), "çocuğun haccının
makbul olduğunu, ona hacc yaptıran annesine de sevab geleceğini" beyan
etmiştir. Keza bir başka hadiste "Çocuklara namazı emredin"
buyurulmuştur. Kısacası çocuklar hakkında hayır kaleminin yazmaya başladığını
gösteren rivâyetler mevcuttur. (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları:6/223-224)

"İnsanlar kıyâmet günü öylesine ter akıtırlar ki, bu terler yerin içinde yetmiş
zira'lık derinliğe kadar iner ve bu ter (yer üstünde de birikerek insanları
konuşamaz hale getirmek üzere ağızlarına) gem vurur ve kulaklarına kadar
ulaşır." (Buhârî, Rikak 47; Müslim,
Cennet 61, hadis no: 2863)

Açıklama: Kıyâmet günü, hesap verme
esnâsındaki ahvalle ilgili olarak muhtelif hadisler gelmiştir. Bunların birkısmı
ter hâdisesi ile ilgilidir. Sadedinde olduğumuz hadis, insanların, hesap
vermenin sıkıntısıyla yerin dibine yetmiş arşın inecek ve yerin üstünde de
kulaklara kadar yükselip insanları konuşamaz hale getirecek bir derya teşkil
edecek kadar çok terleyeceklerini ifade etmektedir. Âlimler, bu ter herkesin
kendi teri midir, müşterek terleri midir, bu konuda ihtilâf ederler. İyâz:
"Bundan kişinin müşâhede ettiği korkunç haller nisbetinde salacağı terin
kastedilmiş olması muhtemel olduğu gibi, hem kendi, hem başkasının teri
kastedilmiş olması da muhtemeldir. Böylece bir kısmına çok şiddetli, bir kısmına
daha hafif sıkıntı verir. Bütün bunlar, insanların izdiham ve birbirlerine
sıkışmasından terin yerin altına yetmiş arşın nüfuz etmesinden sonra, yer
üstünde akıp birikmesinden meydana gelir. Tıpkı suyun toprak tarafından
emilmesinden sonra bir vadide akması gibi" der.İbnu Hacer, bu terleme
hâdisesini, bir başka hadisin yardımıyla daha güzel açıklar. Hadis şudur:

"Kıyamet günü güneş arza (bir mil kadar] yaklaşır. İnsanlar terlerler. Kimi
vardır, teri ökçesine kadar yükselir, kimi vardır ayağının yarısına kadar
yükselir; dizine kadar yükselenler, uyluğuna kadar yükselenler, böğrüne kadar
yükselenler, omuzuna kadar ve hatta ağzına kadar -ve eliyle işaret eder-
yükselenler, vardır. Ağzına kadar yükselen ter, sahibine gem vurmuş olur.
Bazılarını ter tamamen bürür -ve bunu söylerken elini başının üzerine vurur.-"

Bazı
rivâyetlere göre hesap gününün sıkıntısı o kadar şiddetlidir ki, insanlar: "Ey
Rabbimiz, cehenneme giderek de olsa bizi bundan kurtar!" diye talepte
bulunurlar. Müslim'in bir rivâyetinde tere batmanın, kişinin ameliyle mütenâsip
olacağı belirtilmiştir.
Bir
başka hadiste bu bekleme müddetinin kırk yıl olacağı; bir diğerinde bir günün
yarısının, dünya zamanına göre elli bin yıl olacağı, ancak mü'mine bu günün,
güneşin batma anı gibi hafif geleceği belirtilmiştir. Beyhakî'nin bir hadisinde
bu sıkıntılı halin kâfirlere mahsus olduğu açıklanmıştır.

"O günün sıkıntısı kâfire çok şiddetlenir. Öyle ki ter onu gemler!"

Denildi ki:
"Ey
Allah'ın Resulü mü'minler nerede olurlar?" Buyurdular ki:

"Onlar altın kürsüler üzerindedirler, onlara bulutlar gölge yapar."

Bazı
rivâyetlerde de "amelleri gölge yapar", bazı rivâyetlerde de "güneşin,
insanların başlarına iki yay boyu yaklaşacağı" ifade edilmiş ise de, (imanda
kemal sahibi) mü'minlere bu harâretin zarar vermeyeceği belirtilmiştir.

Özetle, hesap günü uzun bir müddettir, sıkıntısı çok büyüktür. Ancak mü'minler,
amellerine göre o günün sıkıntısını az veya çok az bir derecede
atlatacaklardır. İbn Ebî Cemre: "Sadedinde olduğumuz hadis bu sıkıntının bütün
insanlara şâmil olacağını ifâde ederse de; başka hadisler, bunun onlar çoğunluk
da olsa birkısım insanlara mahsus olduğunu açıklar; peygamberler, şehidler ve
Allah'ın diledikleri bundan istisnâ edilmiş, en şiddetli ter sıkıntısının da
kâfirlere, sonra kebâir (büyük günah) ehline, sonra bunları tâkip edenlere
olacağı, mü'minlerin kâfirlere nisbetle az oldukları belirtilmiştir. "İbn Ebî
Cemre, bu hadislerden akla gelebilecek: "İnsanlar muhtelif bazda oldukları halde
hepsi nasıl kulaklarına kadar tere banar, bu arada ter bir kısmının ayağını
bürümez...?" gibi sorulara: "Bunlar uhrevî, gaybî ihbarlardır, aklî izahı
yoktur, kuvvetli iman sahipleri tasdik eder..." mânâsında cevap verdikten sonra
der ki: "Bu durumu haber vermenin maksadı dinleyenleri uyarmak, mü'minleri bu
korkunç hallere düşmekten koruyacak amellere teşvik etmek, günahlardan tevbeye
sevketmek, kerim ve bağışlayıcı olan Rab Teâlâ'ya ilticâ etmeye, bu hallerden
ve ateşten koruyup, rahmet ve cennetine dâhil etmesini talep etmeye bir
sevktir."

"Kimin üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka bir şey sebebiyle hak varsa,
dinar ve dirhemin bulunmadığı (kıyâmet ve hesaplaşmanın olacağı) gün gelmezden
önce daha burada iken helâlleşsin. Aksi takdirde o gün, sâlih bir ameli varsa,
o zulmü nisbetinde kendinden alınır. Eğer hasenâtı (sevapları) yoksa,
arkadaşının günahından alınır, kendisine yüklenir."
(Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48; Tirmizî, Kıyâmet 2, hadis no: 2421)

Açıklama: Hadis, mü'minleri, mü'min
kardeşine karşı haksızlık yapmamaya, şayet yapmış ise helâlleşmeye tevşik
etmektedir. Bu haksızlık, "ırz"la ifade edilen mânevî varlığına karşı olabilir.
"Başka bir şey" tâbiriyle de "bütün çeşitleriyle mal", "yaralama", hatta
"tokat"a varıncaya kadar her şey kastedilmiştir. Nitekim Tirmizî'nin rivayetinde
"ırz ve mal nevinden..." denmiştir. Müslim'de bu mânâ bir başka üslûpla ifâde
edilmiştir: "Ümmetimden müflis olan o kimsedir ki: Kıyamet günü namazı, orucu
ve zekâtı olduğu halde gelir. Ancak birine küfretmiş, diğerinin kanını dökmüş,
bir diğerinin de malını yemiştir. Hasenâtı, buna, öbürüne, diğerine dağıtılır.
Üzerindeki borçlar bitmeden hasenâtı tükenmişse öbürlerinin günahlarından
alınır, üzerine yüklenir ve böylece ateşe atılır." Bu hadis, "Bir
günahkârın günahı diğerine yüklenmez" (6/En'âm 164) âyetine muhâlif düşmez.
Zira bu kimse, kendi fiili ve zulmü sebebiyle cezalandırılmıştır. Çünkü
hasenâtı, Allah'ın kullar hakkındaki adâleti gereği, seyyiâti mukabilinde
alınmıştır. Humeydî, Kitabu'l-Muvâzene'de demiştir ki: "İnsanlar üç kısımdır:
Hasenâtı seyyiâtına üstün gelenler. Seyyiâtı, hasenâtına üstün gelenler.
Hasenâtı ve seyyiâtı eşit olanlar.

Birinciler, Kur'an'ın nassı ile kurtuluşa ereceklerdir. İkinciler, sevâbından
fazla olan günahı sebebiyle, nefhadan (İsrafil' in sûra üflemesinden) ateşten
çıkanların sonuncusuna kadar, şerrinin azlığı çokluğu nisbetinde azap
edilecektir. Üçüncüler, a'raftakilerdir (A'raf cennet ve cehennem arası bir
yerdir). "Bu görüşü bazı âlimler: "Allah'ın azâb etmeyi murad ettikleri" diye
kayıtlaması, keza üçüncü kısım için de: "Üç görüşten en kuvvetli olanı" diye
açıklaması gerekirdi diye tenkit etmişlerdir. Ayrıca Humeydî, "Seyyiâtı
hasenâtına galebe çalanlar da iki kısımdır: "Azap çekip şefaatle ateşten
kurtulanlar, günahı affedilip, hiç azap çekmeyenler" demiştir.

"Kıyâmet günü hak sahiplerine haklarını mutlaka edâ edeceksiniz. Öyle ki kabış
(boynuzsuz) koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacak, taşa (niye bir başka)
taş üzerine yüklenip kaldığından; adamın adamı niye yaraladığından sorulacak."
(Râvî Ebû Hureyre) der ki: "Biz şunu da işitirdik: "Kıyâmet günü, kişiyi
tanımadığı birisi yakalar ve der ki: "Sen beni hata ve münker işlerken
görüyordun, fakat ondan men etmiyordun!" (Müslim, Birr 6, hadis no: 2582;
Tirmizî, Kıyâmet 2, h. no: 2422)

Açıklama: Nevevî, hadisi açıklama
sadedinde der ki: "Bu hadis, hayvanların da kıyâmet günü haşredileceği ve tıpkı
teklif ehli insanların, çocukların, delilerin ve kendilerine tebliğ
ulaşmayanların iadesi (yeniden diriltilmesi) gibi, onların da iade edileceği
hususunda bir açıklamadır. Bu hususta Kur'an ve sünnette deliller mevcuttur.
Âyet-i kerimede Rab Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Vahşi hayvanlar haşredildiği
zaman" (81/Tekvîr, 5). Âyet ve hadiste gelen bir kelimenin zâhirini esas
almaya aklî veya şer'î bir engel yoksa onu zâhirine hamletmek vâcip olur.
Âlimler derler ki: "Kıyâmet günü, yeniden diriltilme ve haşredilmek için
mücazât, mükâfat veya sevap şart değildir. Boynuzlu keçinin kabış/boynuzsuz keçi
için kısas olması, teklif kısası değil, mukabele kısasıdır."
Hz.
Âişe (r.a.) anlatıyor: "Rasûlulullah (s.a.s.): "Âhirette kimin hesabı
münâkaşa edilirse, azaba mâruz kalacak demektir!" buyurmuşlardı. Ben: "Nasıl
olur? Allah Teâlâ (meâlen): "O vakit kimin kitabı sağ eline verilirse; kolay
bir hesabla muhâsebe edilecek ve ehline sevinçli olarak dönecek" (84/İnşikak
7-9) buyurmadı mı, (bu hesap münâkaşası değil mi)?" dedim. "Hayır!
buyurdular, bu (münâkaşa değil) arzdır. Kıyâmet günü hesâba çekilen herkes
mutlaka helâk olmuş demektir!" (Buhârî, İlim 35, Tefsir, İnşikak 1; Rikak
49; Müslim, Cennet 80, h. no: 2876; Ebû Dâvud, Cenâiz 3, h. no: 3093; Tirmizî,
Kıyâmet 6, h. no: 2428)

Açıklama: Burada geçen münâkaşatü'lhesâb
tâbiri, hesâbın tahkik ve tedkikini ifâde eder. Zemahşerî, Fâik'te "hesap
münâkaşası"nı "hesapta zorluk çıkarmak, az çok hepsini ortaya dökmek, sayıya
dâhil etmek" şeklinde açıklar. Kişinin helâk olması, burada "yapılan ince hesap
sonucu, fazla gelen günahları sebebiyle azap çekmesi"dir.

Rasûlullah'ın arz diye ifade buyurduğu âyet-i kerime, inceden inceye yapılan bir
hesabın sonucunu bildirmemiş olmakta, amelin arzını ifade etmektedir. Tîbî der
ki: "Hadiste geçen "bu arzdır" ifadesinin mânâsı şudur: "Âyette mezkür olan
hesap, kulun eksikliklerine rağmen Allah'ın dünyadaki lütfunu ve bu
eksikliklerin âhiretteki affını bilmesi için mü'minin amellerinin bir arzıdır.
"Rasûlullah, bu hadislerinde "hiçbir kimsenin ameliyle cennete
gidemeyeceğini" ifade ettiğine göre, ebedî cennet, insanların dünyada
yaptıkları amellerin neticesi değildir. Şu halde inceden inceye, amellerimiz
üzerine yapılacak hesabın sonucu olarak cennete gitmek mevzûbahis olamaz.
Cennet, lutf-u İlâhînin neticesidir. Allah'ın lütfu tecelli edenlerin
kitapları sağından verilmiş olacaktır. Şüphesiz ki, İlâhî rahmetin tecellîsinde
amel defterinin muhtevâsı etkendir.

"Kıyâmet günü, kişi amelleri arasında önce namazın hesabını verecek. Bu hesap
güzel olursa kurtuluşa erdi demektir. Bu hesap bozuk olursa, hüsrana düştü
demektir. Eğer farzında eksiklik çıkarsa Rab Teâlâ: ‘Bakın, kulumun (defterinde
yazılmış) nâfilesi var mı?' buyurur. Böylece, farzın eksikleri nâfile
(namazları) ile tamamlanır. Sonra, bu tarzda olmak üzere diğer amelleri hesaptan
geçirilir." (Tirmizî, Salât 305, h. no:
413; Nesâî, Salât 9, h. no: 1232)

Açıklama: Hadis, kişinin Allah'a karşı
borçları arasında en mühiminin namaz olduğunu ifade etmektedir. Bu hadis,
insanlar arasında kıyâmet günü hesabı görülecek ilk şeyin kan olacağı
hususundaki hadise ters düşmez. Çünkü bu ikinci hadis, insanlar arasındaki
hukuktan; öbürü ise Allah'a karşı olan hukuktan bahsetmektedir. Âlimler bu iki
hukuktan hangisi öncelik kazanır, sorusu üzerinde de durmuş ve önceliğin Allah'a
karşı olan hukuk olduğunu belirtmiştir. Deliller bunu göstermektedir.

Hadis, hesap sırasında farzlarda çıkacak eksikliklerin, kulun sünnet ve nâfile
nevinden kılmış bulunduğu namazlarla tamamlanacağını, onların da hesaba
gireceğini belirtiyor, yeter ki kişinin amel defterinde bu çeşitten ibâdetler
yapılmış olsun. Farzdaki eksiklik nedir, sorusu farklı ihtimaller getirmiştir;
Bir ihtimale göre, bununla farz namazların miktarca noksanlığı değil, farz
namazlarda yerine getirilmesi gereken huşû, zikirler, duâlar gibi farz sevabını
artıran bazı sünnetler ve meşrû heyetlerin noksanlığı kastedilmiş olabilir. Bu
duruma göre, kişi bu sünnetleri farzda ihmal etmiş ve fakat tatavvu (nâfile)
namazlarda yerine getirmişse, burada oraya aktarma sûretiyle oradaki eksiklik
tamamlanılacak demektir.

Yine; "bu ifade ile, farz namazların farzları ve şartlarında ortaya çıkacak
eksikliklerin kastedilmiş olması da muhtemeldir" denmiştir. "Bizzat farz
namazlarının terki ile hâsıl olan eksikliğin sünnetlerle telâfi edileceği de
kastedilmiş olabilir" de denilmiştir. Öyleyse, hadiste, diğer farzlarda bu
muhtevâda yapılacak eksiklikler, nâfilelerle tamamlanacaktır. Cenâb-ı Hak vaad
edince, o, yerine mutlaka gelir. Rasûl-i Ekrem'i de, O'nun nâmına haber verir.

"Kıyamet günü, insanlar arasında hükmedilecek ilk şey kandır."
(Buhârî, Diyat 1, Rikak 48; Müslim, Kasâme 28, h. no: 1678; Tirmizî, Diyât 8, h.
no: 1396; Nesâî, Tahrîm 2, h. no: 7, 83)
Bu
hadis, insanlarla ilgili hukukta ilk hesaba çekilecek meselenin "kan"la ilgili
meseleler olduğunu ifade etmektedir. Bir önceki hadiste ise, ilk hesabın
namazla ilgili olduğu belirtilmiştir. Zâhirde bir zıtlık görülür ise de, aslında
yoktur. Çünkü biri Allah hakkına ait meselelerde ilkle; diğeri ise kul hakkına
ait meselelerde ilkle ilgilidir. Nitekim Nesâi'de gelen bir rivayet ikisini
birlikte zikretmektedir: "Kulun ilk hesaba çekileceği şey namazdır. İnsanlar
arasında (cereyan edenlerden) ilk hesabı yapılacak şey de, kandır." İbn
Hacer: "En mühim olanla başlamak, prensip olması sebebiyle, bu hadis, kan
meselesinin ehemmiyetini nazarlarımıza arzediyor" der. Bazı âlimler: "Kazâ
(hüküm) insanlara hastır, hayvanlarla ilgili olarak kazâ yoktur" demiş ise de,
İbn Hacer, "Bunun hatalı olduğunu, hadisin insanlar arasındaki kazânın
önceliğinden bahsettiğini; bu ifadede, meselâ insanlar arasındaki hükümden
sonra hayvanlar arasında da hüküm olacağının nefyedilmediğini" belirtir. Yeri
gelmişken kanın ehemmiyetini ifade eden bir başka hadis daha kaydetmek isteriz:
"Dünyanın zevali, Allah indinde mü'min bir kulun (haksız yere)
öldürülmesinden daha hafif kalır" veya "Mü'minin katli Allah indinde
dünyanın zevalinden daha büyük (bir cürüm)dür." Dünyanın zevâlinde, pek çok
mü'minin helâki de bulunması sebebiyle hadisin ifadesinde müşkillik bulunduğu
ifade edilmiş ise de, daha önce de açıklandığı üzere, burada "Allah nazarında"
tâbiri meseleyi halleder: Hadislerde Allah nazarında sinek kadar değeri olmadığı
belirtilen dünya, ehl-i hevânın dünyasıdır, dünyanın isyanlarla, cinâyetler ve
haksızlıklarla dolu olan yönüdür, nefs-i emmâreleri tatmin eden yönüdür. Bu
yönüyle dünyanın Allah nazarında sinek kanadı kadar değeri yoktur. Öyleyse
hadiste, Cenab-ı Hakk'ın esmâsının tecelligâhı veya âbid kullarının ibâdet
edip, âhiret için ekim yaptıkları dünya maksud değildir.

"Kıyamet günü, dört şeyden sual edilmedikçe, kulun ayakları (Rabbinin
huzurundan) ayrılamaz: Ömrünü nerede harcadığından, ne amelde bulunduğundan,
malını nerede kazandığından ve nereye harcadığından ve vücudunu nerede
çürüttüğünden." (Tirmizî, Kıyâmet 1, h.
no: 2419)

Açıklama: Bu hadis, başka tariklerden de
gelmiştir. Yine Tirmizî'de gelen bir başka veçhine göre "Kişiye beş şey
sorulacaktır: Ömrünü nerede tüketti, gençliğini nerede çürüttü, malını nerede
kazandı, nereye harcadı ve bildiği ile ne derece amel etti?" Bu rivâyette,
gençliğin ayrıca mevzubahis edilmesi, insan hayatı içerisinde onun ayrı bir
ehemmiyet taşıdığını ifade eder. Ehemmiyetlidir, çünkü ibadet vs.yi yapmada güç
kuvvet bulunan bir devredir. Bu devrede yapılan ibadetler daha kıymetlidir.
Yine
Tirmizî'nin bir hadisi, kişinin Allah huzurunda tek başına hesap vereceğini
daha açık olarak ifade eder: "Sizden herbirinize mutlaka, arada herhangi bir
tercüman bulunmadan Rabbi, kıyâmet günü konuşacaktır. Kişi sağına bakacak,
hayatta göndermiş olduğu (sâlih) amelden başka bir şey göremeyecek. Sonra soluna
bakacak, yine dünyada iken gönderdiği (kötü) amelden başka bir şey görmeyecek.
Sonra karşısına bakacak, ateşin kendisini beklediğini görecek." Rasulullah
(s.a.s.) bu noktada şu tavsiyede bulunur: "Sizden her kim kendini ateşe
karşı, bir yarım hurmayla da olsun, koruyabilirse onu yapsın."

"Kıyâmet günü kul (hesap vermek üzere huzûr-ı İlâhî'ye) getirilir. Allah Teâlâ:
‘Ben sana kulak, göz, mal ve evlat vermedim mi? Sana hayvanları ve ekimi
musahhar kılmadım mı? Seni bunlara baş olmak, onlardan istifade etmek üzere
serbest bırakmadım mı? Acaba, Benimle bugünkü şu karşılaşmanı hiç düşündün mü?'
diye soracak. Kul da: ‘Hayır' diyecek. Allah Teâlâ: ‘Öyleyse bugün Ben de seni
unutacağım, tıpkı senin (dünyada) Beni unuttuğun gibi!' buyuracak."
(Tirmizî, Kıyâmet 7, h. no: 2430)

Açıklama: Hadis, sayılan nimetlere mazhar
olan bir kimsenin, nimetlere şükürle mukabele etmemesi halinde kıyamet günü,
Cenâb-ı Hakk'ın da onu nisyâna (unutulmaya) mahkûm edeceğini bildirmektedir.
Allah'ın kulu unutması, onu azâba terketmesi, rahmetini tecelli ettirerek
azabtan kurtarmaması demektir.
Ebu
Hureyre (r.a.) anlatıyor: "(Ashâb, Rasûlullah'a): ‘Ey Allah'ın Rasûlü! Kıyâmet
günü Rabbimizi görecek miyiz?' diye sordular. Allah'ın Rasûlü: "Bulutsuz bir
günde, öğle vaktinde güneşi görme hususunda bir itişip kakışmanız olur mu?"
diye sordu. Ashab: ‘Hayır!' deyince: "Bulutsuz (dolunaylı) gecede ayı
görmekte itişip kakışmanız olur mu?" diye tekrar sordu. Ashab yine: ‘Hayır!'
deyince: "Nefsim yed-i kudretinde olan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun,
Rabbinizi görme hususunda da hiçbir itişip kakışmanız olmayacak. Tıpkı güneş ve
ayı görmede itişip kakışmanız olmadığı gibi. Böylece kul, Rabbiyle karşı karşıya
gelecek. Rab Teâlâ: ‘Ey filan! Ben sana ikram etmedim mi? Seni efendi yapmadım
mı? Sana zevce vermedim mi? Atı, deveyi sana musahhar (hizmetçi) kılmadım mı?
Reislik yapmana, ganimet malından dörtte bir almana müsaade etmedim mi?' diye
soracak. Kul: ‘Evet ey Rabbim!' diyecek. Rab Teâlâ: ‘Benimle karşılaşacağını hiç
düşünmedin mi?' diyecek. Kul bu soruya: ‘Hayır!' karşılığını verecek. Rab Teâlâ
da: ‘Öyleyse şimdi de ben seni unutuyorum. Tıpkı (dünyada) sen beni unuttuğun
gibi!' diyecek. Sonra ikinci kul Allah'ın karşısına çıkar. Rab Teâlâ ona da aynı
şeyleri söyler. Sonra üçüncüye de birinciye söylediklerinin aynısını söyler.
Kul: ‘Evet! ey Rabbim!' der. Rab Teâlâ da: ‘Benimle karşılaşacağını hiç aklından
geçirdin mi?' diye sorar. Kul: ‘Ey Rabbim, sana, kitaplarına ve peygamberlerine
inandım. Namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka verdim!' der ve elinden geldiğince
(Hak Teâlâ hakkında) hayır senâda bulunur. Rab Teâlâ: "Bu hususta lehine
şehadet edecek biri var mı?" diye soracak. Kul: ‘Hayır, yok!' diyecek. Rab
Teâlâ: ‘Şimdi senin aleyhine bir şahit gönderilecek!' der. Kul kendi kendine:
‘Benim aleyhime şâhitlik yapacak da kim?' diye içinden düşünür. Kulun ağzı
mühürlenir. Uyluğuna: ‘Haydi konuş!' denir. Uyluğu , eti, kemiği konuşup, onun
amelini haber verirler. Bu, onun kendisi için bir özür aramaması içindir. Bu
kimse, Allah'ın gadabına uğrayan münâfıktır." (Müslim, Zühd 16, h. no: 2968)

"Mü'min Rabbine yaklaştırılır. Öyle ki, (Allah onun) üzerine himâyesini indirir
ve günahlarını itiraf ettirir. Ona sorar: ‘Şu şu günahlarını biliyor musun?'
Mü'min kul, iki kere: ‘Evet ey Rabbim, biliyorum!' der. Rab Teâlâ da: ‘Dünyada
iken bunları örterek seni teşhir etmemiştim. Bugün de onları senden
affediyorum!' buyurur. Sonra ona hasenât defteri verilir. Ama, kâfirlere ve
münâfıklara gelince, bunlarla ilgili olarak, bütün mahlûkatın huzurunda:
‘Bunlar Allah namına yalan söylemişler (böylece büyük bir zulümde
bulunmuşlardır). Haberiniz olsun! Allah'ın lâneti zâlimleredir' diye nidâ
olunur." (Buhârî, Mezâlim 2, Tefsir, Hûd
4, Edeb 60, Tevhid 36; Müslim, Tevbe 52, h. no. 2768)

Açıklama: Daha önce de temas edildiği
gibi, her kul Allah'ın karşısına çıkarılıp, birer birer hesaptan
geçirilecektir. Bu muhâsebede Allah mü'min kuluna bir rahmet olarak hususi
şekilde hitap edecek, kusurlarını, başkaları duymayacak şekilde sayıp
dökecektir. İşte bu hitap necva kelimesiyle ifade edilmiştir. Necvâ, fısıldamak,
başbaşa konuşmak, gizli konuşmak gibi mânâlara gelir. Kirmânî: "Bu hitaba necvâ
denmesi, kâfire olan hitabın alenî olması sebebiyledir" der.

Hadiste, kişinin gizli yaptığı günahları başkasına açmamasına bir telmih
mevcuttur. Çünkü, Cenâb-ı Hak dünyada gizli kalan günahları kıyamet günü
affettiğini ifade etmektedir. Bu ifadenin mânâ-yı muhâlifinden, alenî yapılan
veya aleniyet kazanan günahların affı hususunda garanti olmadığı mânâsı çıkar.
Şârihler bu sadedde gelen hadislere dayanarak, kıyâmet günü âsi mü'minlerin iki
kısım teşkil edeceğini söylemişlerdir.

Birinci kısım: Günahı kendisi ile Rabbi
arasında kalanlar. İbnu Ömer hadisi, bunların da iki kısma ayrıldığını ifade
eder:

1- Günahı dünyada örtülenler, Allah
kıyamet günü bu günahları onlara karşı örtecektir.

2- Günahları âşikâr olanlar. Hadis
bunların kıyâmet günü öncekilerin hilâfına muâmele göreceğini ifade eder.

İkinci kısım: Günahı kendisi ile kullar
arasında olanlar. Bunlar da iki kısımdır:

1- Günahları, sevaplarına galebe çalanlar:
Bunlar ateşe girerler, şefaatle tekrar çıkarlar.

2- Günah ve sevapları eşit olanlar: Bunlar
da aralarında kısaslaşmadan cennete giremezler.
Hz.
Aişe (r.a.) anlatıyor: "Bir adam gelerek: ‘Ey Allah'ın Rasûlü! Benim kölelerim
var, bana yalan söylüyorlar ve bana ihânet ediyorlar, bana isyan ediyorlar. Ben
de onlara şetmediyor ve dövüyorum. Onlar yüzünden (Allah yanında) durumum ne
olacak?' diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.): "Kıyâmet günü onlar, sana olan
ihânetleri, isyanları ve yalanları sebebiyle muhâsebe olacaktır. Senin onlara
verdiğin ceza ise, eğer cezan onların günahları nisbetinde ise, başabaştır; ne
lehine ne de aleyhine olur. Eğer onlara verdiğin ceza günahlarından az ise bu
senin için bir fazilet olur. Eğer onlara verdiğin ceza günahlarından çok olursa,
bu fazla kısım sebebiyle onlar lehine sana kısas yapılır" buyurdular. Bunun
üzerine adam huzurdan çekildi, ağlamaya ve dövünmeye başladı. Bunun üzerine
Allah'ın Rasûlü dedi ki: "Sen Allah'ın kitabını okumuyor musun? (Bak ne
diyor!) (Mealen): "Biz kıyamet gününe mahsus adalet terazileri koyacağız. Artık
hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. (O şey) bir hardal
tanesi kadar bile olsa, onu getiririz (mizana koyarız). Hesapçılar olarak da Biz
yeteriz" (21/Enbiyâ, 47). Adam tekrar: ‘Allah'a yemin olsun, ey Allah'ın
Rasûlü! Ben hem kendim ve hem de onlar için, ayrılmalarından daha hayırlı bir
şey göremiyorum. Seni şâhid kılıyorum, hepsi hürdür, (âzâd ettim)' dedi."
(Tirmizî, Tefsir, Enbiyâ, h. no: 3163)
Hz.
Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) (bir gün) güldüler ve: "Neye
güldüğümü biliyor musunuz?" buyurdular. Biz: ‘Allah ve Rasûlü daha iyi
bilir!' dedik. "Kulun Rabbine olan hitabından!" buyurdular ve şöyle
devam ettiler: "Kul şöyle der: ‘Ey Rabbim, Sen beni zulümden korumadın mı?'
Rab Teâlâ: ‘Evet korudum' buyurur. Kul da: ‘Fakat ben bugün, kendime, kendimden
başka bir kimsenin şâhit olmasını asla istemiyorum' der. Rab Teâlâ: ‘Bugün sana
tek şâhid olarak nefsin, çok şâhid olarak da kirâmen katibîn kâfidir' buyurur.
Rasûlullah devamla dedi ki: "Ağzına mühür vurulur ve diğer organlarına:
‘Konuş!' denilir. Onlar adamın amelini haber verirler. Sonra konuşma hususunda
serbest bırakılır. Adam organlarına: ‘Yazıklar olsun size! Buradan defolun! Ben
sizin için mücâdele etmiştim' der." (Müslim, Zühd 17, hadis no: 2969

"Aziz ve celil olan Allah (kıyâmet günü), ümmetimden bir adamı mahlûkatın
üstünden seçer ve onun için doksan dokuz büyük defter açar. Her defter, gözün
alabildiği kadar büyüktür. Rab Teâlâ adama sorar: "Bu defterde yazılı olanlardan
bir şey inkar ediyor musun? Muhafız katiplerim (olmadık şeyler yazarak sana)
zulmetmişler mi?" Kul: "Ey Rabbim! Hayır! (Hepsi doğrudur!)" der. Rab Teâlâ
sorar: "(Bunları yapmada beyan edeceğin) bir özrün var mı?" Kul der:"Hayır! Ey
Rabbim!" Aziz ve celil olan Allah: "Evet! Senin bizim yanımızda (makbul, büyük)
bir de hasenen var. Bugün sana zulüm yapmayacağız!" buyurur. Hemen bir etiket
çıkarılır. Üzerinde "Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden
rasûlallah (şehâdet ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur ve şehâdet ederim ki
Muhammed Allah'ın elçisidir)" yazılıdır. Sonra, Rab Teâlâ der: "Ağırlığını (yani
amellerinin ağırlığını) hazırla!" Kul sorar: "Ey Rabbim! Bu defterlerin
yanındaki bu etiket de ne?" Rab Teâlâ der: "Sana zulmedilmeyecek! Hemen
defterler Mizan'ın bir kefesine konur, etiket de diğer kefesine. Tartılırlar.
Sonunda defterler hafif kalır, etiket ağır basar. Esasen Allah'ın ismi yanında
hiçbir şey ağır olamaz." [Tirmizî, İman
17, (2641).]
Ebu
Mes'ud el-Bedrî (r.a.) anlatıyor: "Ey Allah'ın Rasûlü, dendi, biz câhiliye
devrinde yaptıklarımızdan hesaba çekilecek miyiz?" Şu cevabı verdiler:
"Müslüman olduktan sonra iyi olana, cahiliye devrinde yaptıklarından
sorulmayacaktır. Kötü amel işleyene, hem İslam'daki ameli hem de önceki ameli
sebebiyle hesap sorulacaktır." (Buhârî, İstitâbe 1; Müslim, İman 189, hadis
no: 120)

Açıklama: Hadis, daha önceleri kâfir iken,
sonradan Müslüman olan bir kişinin daha önceki hayatından suale mâruz kalıp
kalmama meselesine kayıtlı ve şartlı olarak cevap getirmektedir. İslâm olduktan
sonra amel-i sâlih sahibi ise sual yok, değilse var. Hattâbi der ki: "Bu hadisin
zahiri, ümmetin icma ettiği "İslam, öncesini siler" hükmüne muhalefet eder.
Allah Teâlâ: "Habibim, o küfredenlere söyle ki: Eğer (sana düşmanlıktan)
vazgeçerlerse geçmiş (günahları) affedilecektir" (8/Enfâl, 38) buyurmuştur."
Hattâbî devamla der ki: "Bu hadisin mânâsı şöyle olmalıdır: "Kâfir, Müslüman
oldu mu geçmişinden muaheze olunmaz. İslam'da çok fazla günah işler ve
Müslümanlığına devamla birlikte, aşırı, şiddetli masiyetlere girerse, İslam'da
işlediği cinayeti sebebiyle muaheze olunur ve küfür sırasında yaptığı başına
kakılır. Sanki şöyle denir: "Sen şu kötü işleri kâfirken yapmadın mı?
Müslümanlığın seni bunlardan men etmedi mi?" İbn Hacer, bu görüşü: "Önceki
amelinden yapılacak evvelki muâheze, başa kakma sûretiyle, sonraki günahların
muahezesi, cezalandırma suretiyle olacaktır" diye özetler. Hadiste geçen "isâe"
(günah, kötülük) kelimesinden murad küfürdür, çünkü "küfür", "isâe"nin nihayeti,
günahların en şiddetlisidir. Adam irtidat eder ve küfrü üzerine de ölürse, sanki
Müslüman olmamış gibidir ve hayatı boyunca yaptığı bütün amellerden muaheze
olunur. Buhârî, bu hadisi "Büyük günahların en büyüğü şirktir" hadisinden
hemen sona zikretmek sûretiyle, bu söylediğimiz açıklamaya işaret etmiş
olmaktadır."

"Bir kimseyi (küfür veya günah gibi) bir şeye çağıran hiç kimse yok ki kıyâmet
günü, o çağırdığı şeyle birlikte tevkif edilmemiş olsun. Mutlaka onunla ayrılmaz
şekilde beraberdir. Bir adam bir adamı (bir şeye) davet etmiş olsa dahi!"
Sonra şu âyeti okudu. (Meâalen): "Onları hapsedin, çünkü onlar mes'uldürler"
(37/Sâffât, 24; Tirmizî, Tefsir Saffat, hadis no: 3226)

Açıklama: Burada kişinin, propagandasını
yaptığı şeyden sorumlu olduğu ifade edilmektedir. İnsanları, bir kişi bile olsa
her neye davet etmişse ondan ayrılmayacak ise, kötülüğe çağıran kimse,
kötülüklerin yer aldığı cehennemde olacak demektir. Âyetteki "mes'uldürler"
ifâdesini müfessirler, "akidelerinden, sözlerinden ve hareketlerinden" diye
açmışlardır.
Ebu
Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ey
Allah'ın Rasûlü dedim, Kevser havzının kapları nedir?" Şu cevabı lutfettiler:

"Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, onun kapları açık ve
karanlık bir gecede gökteki yıldızlardan daha çoktur. Cennetin kaplarından kim
içerse artık ömrünün sonuna kadar hiç susamaz. Havzın cennetten çıkan iki oluğu
gürül gürül akar. Genişliği uzunluğuna denktir. Bu da Amman'dan Eyle'ye olan
mesâfe kadardır. Suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır."
[Müslim, Fezâil 36, l hadis no: 2300; Tirmizî,
Kıyâmet 16, hadis no: 2447)
İbn
Mes'ud (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki:

"Ben havzın başına sizden önce geleceğim. Bana sizden bazı kimseler yükseltilip
(gösterilecek). O kadar ki, eğilsem onları tutarım. Ama hemen geri
çekilecekler."Ey Rabbim! bunlar benim ashabım!" derim. Ama bana:"Senden sonra
bunların ne bid'alar yaptıklarını sen bilmezsin!" denilir. Ben de:"Dini benden
sonra değiştirenler rahmetten uzak olsun, rahmetten uzak olsun!" derim."
(Buhârî, Rikak 53, Fiten 1; Müslim, Fezâil 32, hadis no: 2297)

Müslim'in bir diğer rivayetinde Ebu Hureyre'den şöyle rivayet edilmiştir:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ümmetim havzın başında
yanıma gelecek. Ben, tıpkı devesinden başkasının devesini kovan bir kimse gibi,
havzımdan (bazı) insanları kovarım!" Yanındakiler:"Ey Allah'ın Resulü! Bizi
tanıyacak mısınız?" dediler."Evet buyurdu. Sizin, başkasında olmayan bir
alâmetiniz olacak. Sizler yanıma alın ve abdest uzuvlarında, abdestin eseri olan
bir nurla geleceksiniz. Ancak sizden bir grup benden engellenecek, onlar bana
ulaşamayacaklar. Ben: "Ey Rabbim onlar benim ashabım, onlar benim ashabım!"
diyeceğim. Ama bir melek bana cevap verip:"Senden sonra onlar ne bid'alar
ortaya çıkardılar biliyor musun?" diyecek." (Müslim, Tahâret 37, hadis no:
247). Bir diğer rivâyette şöyle buyrulmuştur: "Havuzum Eyle ile Aden
arasınaki mesâfeden daha geniştir. Onun rengi kardan daha beyaz, baldan daha
tatlıdır. Onun maşrabaları yıldızlardan daha çoktur."

Yezid İbn Erkam (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Siz
(ashâbım), havzın başında yanıma gelenlerin yüz bin cüzünden sadece bir cüzünü
teşkil edeceksiniz!" Yezid'e: "O gün siz ne kadardınız?" diye soruldu da:
"Yedi yüz veya sekiz yüz kadardık!" diye cevap verdi." [Ebu Davud, Sünnet 26,
(4746).]

Açıklama: Hadisin Ebû Dâvud'daki aslında
şu ziyâde var: "Biz (bir seferde) Rasûlullah (s.a.s.)'la beraber idik. Bir
yerde mola verdik. (Bu sırada) buyurdular ki: "...Kaydedilen bu ziyade, Yezid
İbn Erkam'ın "Kaç kişi idiniz?" sorusuna verdiği cevaptaki isabetlilik hususunda
kanaat verir. Aksi takdirde: "O sıralarda bütün Müslümanların sayısı ne
kadardı?" gibi bir muhtevada anlamak gerekir ki, buna verilen cevap daha az
yakin hasıl eder. Ancak Rasûlullah (s.a.s.)'ın burada rakamın hakikatını değil
de, kesrette mübâlağa kasdetmiş olması da muhtemeldir.
Son
hadisler, âhiretteki havuzla ilgili farklı bilgiler sunmaktadır. Havuz, Kevser
havzı diye de adlandırılır. Kur'an-ı Kerim'de Kevser Sûresinde bahsedilen
kevserle de bu havzın kastedildiği kabul edilmiştir. Kevser, mütevatir denecek
kadar çok sayıda sahâbî tarafından zikredilmiş gaybî bir hakikattır, inanılması
şarttır. Bazı tahkiklerde kevserle ilgili rivâyette bulunan sahabilerin sayısı
elliden fazladır. Rasûlullah (s.a.s.), Kevser sebebiyle de diğer peygamberlere
bir üstünlüğe sahip olacaktır. Rivayetler, cennetteki kevserin, cennet
kapılarının yanında ve el'an mahluk olduğunu ifade eder. Makbul görüşe göre iki
adet kevser mevcuttur. Biri cennetin içindedir, diğeri sırattan öncedir ve
mahşer yerindedir. Bir hadis, her peygamberin bir kevseri olduğunu belirtiyor.
Ancak onlar Rasûlullah'ın kevseri kadar büyük değildir.

Kevser, sırattan sonra ümmetin bir toplanma yeridir. Resulü Ekrem'le bir
buluşma, görüşme yeridir. Resulullah, oraya kadar gelebilen bir kısım
kimselerin oradan kovulacağını belirtmiştir. Bu kovulanlar kimlerdir, bu
hususta ihtilaf vardır. Bunlara: "Münafıklar ve mürtedler" diyen olmuş.
"Rasûlullah zamanında mü'min olup da sonradan irtidat edenler" diyen olmuştur.
Ancak Hattâbî: "Ashâb-ı Kiram'dan irtidat eden yoktur, irtidat edenler çöl
Araplarıdır" demiştir. Bazıları: "Bunlar, mü'min olarak ölen büyük günah
sahipleri ile bid'atları küfür derecesine ulaşmayan ehl-i bid'attır" demiştir.
Bunların cehenneme gitmeleri kat'î değildir. Günahları, kusurları sebebiyle
havzın yanından kovulmuş olsalar da, Allah'ın rahmetine mazhar olarak cennete
girmeleri de muhtemeldir. İbn Abdilberr: "Havuzdan kovulacaklar zümresini,
ehl-i bid'at ile dinde bid'at çıkaranlar, zulümde ileri gidenler, haksız yere
mal yiyenler, günah-ı kebireyi alenî işleyenler teşkil edecek" der. Bunların
havza kadar yaklaşmalarının, kıldıkları namazların tesiriyle, abdest uzuvları
ve alınlarında zuhur eden nur ve parlaklık sayesinde olduğu belirtilmiştir.
Hz.
Âişe (r. anhâ) anlatıyor: "Ateşi hatırlayıp ağladım. Rasûlullah (s.a.s.):
"Niye ağlıyorsun?" diye sordu."Cehennemi hatırladım da onun için ağladım!
Siz, kıyâmet günü, ailenizi hatırlayacak mısınız?" dedim."Üç yerde kimse
kimseyi hatırlamaz: Mizan yanında; tartısı ağır mı geldi hafif mi öğreninceye
kadar, sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi defterini nereye düşecek, öğreninceye
kadar: Sağına mı soluna mı; yoksa arkasına mı? Sıratın yanında; cehennemin iki
yakası ortasına kurulunca; bunu geçinceye kadar." [Ebû Dâvud, Sünen 28,
hadis no: 4755)

Açıklama: Gaybî olan hakikatlerden biri
mizandır. Ahirete imanın bir cüz'üdür. Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat, bi'l-icmâ
"Mizan haktır" demiştir. Hadislerden başka, Kur'an'la da sâbittir. Âyet-i
kerimede: "Biz kıyâmet gününe mahsus adâlet terazileri koyacağız. Artık
hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. (O şey) bir hardal
tanesi kadar bile olsa onu getiririz (mizana koyarız). Hesapçılar olarak da Biz
yeteriz" (21/Enbiyâ 47) buyurulmuştur. Mizan, kıyâmet günü kurulur.
Kulların amellerinin yazılmış olduğu defterler mizanda tartılır. Bu mizanın
iki kefesi vardır; biri hasenatın tartılması için, diğeri de seyyiatın. Hasan
Basrî'den gelen bir rivayete göre mizanın bir de dili vardır. (Kütüb-i Sitte,
Terc. ve Şerhi, c. 17, s. 604)