Fecir | Konular | Kitaplar

c- Haram Malın Verileceği Yer

c



c- Haram Malın
Verileceği Yer:

 

Tevbe edenin, mal varlığından ayırdığı haram
malı sahibine ve ehline vermesi de ona düşen bir vazifedir. Kime, nereye, nasıl
vereceğine gelince karşımıza yine çeşitli ihtimaller ve şıklar çıkmaktadır:



1- Haram malın sahibi belli ise malı kendisine
verilecektir. Sahibi ölmüş ise hak, vârislerine âittir. Malın, sahibi kaybolmuş
ise -Fıkh'ın mefkud bahsinde açıklanan müddet geçinceye kadar- beklenecek, bu
arada meydana gelen artışlar da sahibi adına muhâfaza edilecektir.

2- Malın sahibi belli olmakla beraber
bulunmasından ümit kesilmiş, vâris bırakmadan ölmüş olabilir veya gizlice
alınan, zimmete geçirilen ganimet malında olduğu gibi- hak sahipleri pek çok
olabilir ve bunları bulup, teker teker haklarını kendilerine teslim etmek mümkün
olamaz (Çünkü ganimetin beşte biri çıkarıldıktan sonra geri kalan, bütün
gâzilerin hakkıdır). Bu takdirde haram malın fakirlere tasadduku söz konusudur.
Haram malın, fakirlere sadaka olarak verilmesinin câiz olup olmadığı
tartışılmıştır. İslâm âlimlerinden bir grup, haramın mülk olmadığını veya temiz
bir mal olmadığını göz önüne alarak fakirlere, sadaka olarak verilemeyeceği
görüşünü benimsemişlerdir.

 

Gazzâlî bu görüş ve açıklamayı da -yerine göre
uygun ve tutarlı bulmakla beraber- nakil ve kıyas delillerine dayanarak aksi
görüşü; yani haramın tasadduk edilebileceği görüşünü benimsiyor. Delillerine
gelince:

Naklî delil: Hz. Peygamber (s.a.s.) bir cenâze
defninden dönerken bir Kureyşli kadının verdiği ziyâfete dâvet edilmiş, önüne
konulan kızartılmış koyun, "haram olduğunu" bildirince "bunu kaldırın ve
esirlere yedirin" buyurmuştur. Bu esirlerden maksadın, muhtaç mahpuslar
(hapiste yatanlar) olduğu açıklanmıştır (Tirmizî, Savm 3). Bizans'ın İran'a
gâlip geleceğini bildiren Kur'an haberini (30/Rûm, 1-5) müşriklerin yalanlayıp
alaya almaları üzerine Hz. Ebû Bekir onlarla iddiâya girmiş, Kur'an haberi
tahakkuk edince iddiâya bağlı develeri karşı taraftan almıştı. Ancak bu arada
kumar haram kılındığı -mezkûr iddiâ kumar hükmünde olduğu- için Rasûlullah
(s.a.s.) bunları tasadduk etmesini emretmiştir. Sahâbe ve tâbiûndan bu konuda,
aynı hükmü destekleyen başka nakiller de vardır.

Kıyas delili: Haram malın sahibi bulunmadığına
göre, geriye iki ihtimal kalmaktadır: Ya imhâ etmek, örneğin denize atmak ya da
fakirlere vermek. Denize atılırsa bunun ne adama, ne malın sahibine ve ne de
fakirlere faydası olacaktır. Halbuki fakirlere verildiği zaman bunun hem onlara
faydası dokunacak, hem de duâlarından malın sahibi faydalanacaktır. Karşı
tarafın "biz ancak helâl ve temiz olanı tasadduk edebiliriz" sözü yerinde
olmakla beraber, buraya uymamaktadır. Çünkü haramı yemeyip fakire veren kimse bu
işten kendisi için ecir ve sevap beklemiyor; yalnızca haramdan kurtulmak
istiyor; bunu da malı zâyi ederek değil; fakirlere vererek yapıyor. "Kendimiz
haramı nasıl yemiyorsak fakirlere de yedirmeyiz" sözüne de Gazzâlî şu cevabı
veriyor: Bu mal, haram yoldan kazanana haramdır; ancak yukarıda verdiğimiz
nakiller bunun fakirlere helâl olduğunu ifâde etmektedir. Şu halde fakir için
harama değil; helâle râzı olmak söz konusudur. (Bize göre, günümüzde böyle bir
haram mal, temiz paraya karıştırılmadan vergi vb. yollarla devlete verilecek
giderler için kullanılır. Haram mülk olmadığından aynı miktar temiz para Allah
yolunda infak edilir. Bunun iki sebebi vardır: Bir; o haram para, kişinin kendi
malı değildir; o olmasaydı, nasıl olsa temiz parasından giderini karşılayacaktı.
İki: Ceza, amelin/suçun cinsinden olmalı, bir seyyieyi silmek için kendi
cinsinden bir hasene işlemelidir. Para cinsinden bir suçun silinmesi, para
cinsinden bir sevapla olur. Onun için temiz ve helâl paradan o miktar infak
edilmelidir. Bu yapılınca, sadakanın/infakın sevabına da girmiş veya günahın
keffâreti için bunu değerlendirmiş olacağız, Gazzâlî'nin tavsiyesinin aksine,
maddî kaybımız olmayacak; mânevî kazancımız olacaktır.)  

3- Malın belli bir sahibi yoksa, meselâ devlet
hazinesi veya âmme malından, haksız bir şekilde alınmış, zimmete geçirilmiş ise
helâlleşmek için bu malın âmme menfaatlerine, bütün müslümanların
faydalandıkları hizmet ve hayırlara sarfı gerekmektedir; meselâ yol, köprü vb.
burada örnek olarak zikredilebilir (İhyâ, II/127-132).[1]



 "Kimin
üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın
ve gümüşün bulunmayacağı kıyâmet günü gelmeden önce o kimseyle helâlleşsin.
Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından
alınır, (hak sahibine verilir.) Şayet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı
kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir."
(Buhârî, Mezâlim 10,
Rikak 48)

 



[1]
Hayredddin Karaman, Günlük Hayatımızda Helâller Haramlar, s. 189-193;
Abdulkerim Ünalan, Şâmil İslâm Ans. c. 3, s. 15-16