Fecir | Konular | Kitaplar

Hıyânet, Hâinlik.

Hıyânet



Hıyânet, Hâinlik



 

Emânetlere, kendisine güvenilip geçici bir süre
kontrolüne bırakıldığı şeye karşı hıyânet etmek, o emânetin sahibinin zarar
görmesine kasıtlı olarak sebep olmak da bir çeşit hırsızlıktır. Hıyânet diye
dillendirdiğimiz anlam, İslâmî literatürde daha çok "gadr" kelimesiyle ifade
edilir. Gadr: Vefâsızlık, ihânet, verilen sözü yerine getirmemek, ahdi bozmak
demektir. Arapça'da "gadîr veya gaddâr adam" denilince, sözüne hiç güvenilmeyen
kişi anlaşılır. Mağdûr da gadr'e uğramış, haksızlığa mâruz kalmış, zarar ve
ziyan görmüş kişi demektir. Gadr veya gaddarlık Türkçe'de Arapça'daki
mânâlarından daha değişik anlamlarda kullanılmıştır. Dilimizde gadr; "zulüm,
merhametsizlik", gaddâr da; "hiç merhameti olmayan, zâlim, merhametsiz,
insafsız" şeklinde anlaşılır. Kurân-ı Kerim'de;  "...Allah hâinleri sevmez"
(8/Enfâl, 59) buyrulur. Hadis-i şerifte şöyle buyrulur: "El, aldığı şeyden
onu geri verinceye kadar sorumludur." (Ebû Dâvud, Büyû' 88; İbn Mâce,
Sadâkat 5)

Emânet: Birisinin koruması için bırakılan maddî
ve mânevî hakka denir. Aynı zamanda emânet; emniyet edilip inanılan şeydir.
Peygamberlerde bulunan sıfatlardan biri de "emânet"tir. Rasûlullah, hicretten
önce, kendisinde bulunan emânetleri sahiplerine iade etmişti. Çünkü kâfirler ona
"el-emin" olarak mallarını emânet ediyorlardı. Hz. Peygamber "emânete ihânetin
münâfıkların alâmetlerinden olduğunu" söylemiştir (Buhârî, İmân 64; Müslim, İmân
106). Emânet, mü'minlerin de temel vasıflarından biridir (23/Mü'minûn, 8).
İhânet edilmemesi gereken en önemli emânet Kur'an ve Sünnet'tir. Bu kaynaklara
sahip çıkmayan büyük hâindir. Vedâ Hutbesi'nde Rasûlullah şöyle buyurmuştur:
"Size bir emânet bırakıyorum ki, ona sarıldıkça sapıklığa ve dinsizliğe
düşmezsiniz. Bu emânet Allah'ın kitabı Kur'ân ve benim sünnetimdir" (Buhârî,
Tecrid, 1654). "Emânet sahibi olmayan kişinin gerçek imânı yoktur." (Ahmed
bin Hanbel, Müsned, III/135)

"Emin": "Bir şeyi koruyan, güvenilen, itimatlı
adam, hâin olmayan" anlamındadır. "Emin, mü'min ve emânet" kelimelerinin
kendinden türediği "emn", her türlü korku ve şüpheden uzak olmak, bütünüyle
tatmin ve huzura kavuşmuş olmak demektir. "El-Emîn"; güvenilir, mûtemed anlamına
geldiği gibi, bazan da emniyet içerisinde olan, emniyetli mânâlarına gelir. Bu
şekilde Emâneti yerine getirene emin kişi denir. "Emîn" vasfı, tüm Rasullerin
ortak vasıflarından biridir (26/Şuarâ, 107, 125, 143, 162, 178, 193).
Peygamberler emîn/güvenilir vasıfları ile Allah'ın dinini tebliğ ediyorlar ki,
insanlar kendilerine inansın. 12/Yûsuf, 54 âyetinde belirtildiği gibi,
peygamberlerin emin'lik vasfını toplum da kabul etmek zorunda kalıyordu. Son
Nebî ve Rasûl olan Hz. Muhammed (s.a.s.) de daha risâlet görevine başlamadan
önce "Muhammed'ül-Emîn" olarak tanınmıştı. O da risâlet görevini kendinden
öncekilerden geniş ve özde aynı emîn bir peygamber olarak Mekke şirk toplumunda
yerine getirdi. Tarihin hangi döneminde olursa olsun, bir kimse topluma bir dâvâ
ile gelip onları dâvet ettiğinde, toplumun ona inanması için o kimsenin "emîn"
vasfına sahip olması lâzımdır. Günümüz İslâm dâvetçileri de başarılı
olabilmeleri için, peygamberlerin bu en temel vasıflarına sahip olmaya
çalışmalıdırlar.

Bir kimsenin "emîn" sayılabilmesi için o
kimsenin dâvâsında samimi olduğunda güvenilir olması, dâvâyı yüklenmeye güç
yetirebilmede güvenilir olması ve her türlü zorluğa o uğurda katlanacağı
hususunda güvenilir olması gerekir. Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de "bir işi
yapabilme gücüne sahip" mânâsında da kullanılmaktadır "emîn" kelimesi.

Emin olma; sırf doğru olma, güvenilir olma, bir
işi yapabilme gibi mânâlarda kullanılmaz. Kur'an-ı Kerîm'de emîn kavramının bir
de azâbdan, korkudan, kendi kendinden "emîn olma" gibi anlamları vardır.
"Korkudan, (azaptan), "emîn" olma (hakkı), iman eden ve imanlarını bir zulme
bulaştırmayanlara âittir. Ve doğru yolu da bulmuş olanlar onlardır" (6/En'âm,
82). "Emîn" olanlar emâneti yüklenip iman edenler, sâlih amel işleyenlerdir.
Allah azaptan emîn olacak olanların bunlar olduğunu belirtiyor.