Fecir | Konular | Kitaplar

Fâiz Soygunu

Fâiz Soygunu



Fâiz Soygunu:



 

Dünyanın kanını emen kapitalizm ve onun gayrı
meşrû çocuğu emperyalizm, müslümanların dinlerini yaşamamasından ve dünyaya
fazla meyletmesinden güç almaktadır. Fâiz haramına rağmen, banka ile iş yapan
müslümanlar, taksitli alışverişlerle boyundan büyük borçlananlar, yorgan devamlı
kısalsa da ayağını uzatmaya çalışanlar, kredi kartı ile harcama yapıp kat kat
fâize aracılık yapanlar, ihtiyaç zannettiği listeyi ha bire artıran tüketme
zevki kurbanı olanlar, sadece kendi haramlarını çekmekle kalmayacaklar, sömürü
düzeni kapitalizmin azgınlaşıp insanları ezmesi olan zulüm düzenlerinin
güçlenmesi vebâline de ortak olacaklardır. Bugünkü şartlarla, helâl yoldan
zengin olmak, istisnâ dışında mümkün değildir. Ama çoğu müslüman bunu
görmezlikten gelecek, hırs ve zenginlik virüsü giren kafasını savunmak için, "müslümanların
zengin olması gerektiği, bunun dine hizmet için şart olduğu" demagojileriyle
dışa lanse edecek, insanları da kendine özendirmeye çalışacaktır. En büyük
hırsızların en büyük zenginler olduğu söylense, aksini kim nasıl ispat edebilir?
Hırsızlığa bulaşmadan, hırsızlarla işbirliği yapmadan, hırsız klübü demek olan
bankalara üye olmadan, soyguncu düzenlerle ortaklaşa çalışıp birbirlerini
beslemeden zengin olmak pek kolay gözükmemektedir. Müslümanca zengin olma ve
zengin kalmanın bu kapitalist düzende çok zor olduğunu ve parayla imtihanın
fakirlikle sınanmadan daha müşkil olduğunu görmezden geliyor, ya da unutuyor
insanımız. İsraf konusunda etrafına kötü örnek olan, Cennet yerine zenginliği
tercih eden, her şartta parayı yücelten kimseler, gönül
fakirleridir.                

Fâizci kapitalist düzenlerin nasıl bir soygun
düzeni olduğu, uluslararası sömürü ve soygunun hangi neticeler doğurduğunu
görmek, büyük hortumlamaların ne yaralar açtığına şâhit olmak, yasal
hırsızlıkların en büyüklerinden olan fâiz örneğiyle çok kolay gözükmektedir.
Ülkenin niye kalkınamadığını, maddî yönden Batı ülkelerinin niçin çok gerisinde
kaldığını bu örnek çok iyi açıklamaktadır: 1993 ilâ 2002 yılı arasındaki son 9
yılda Türkiye Cumhuriyeti, tam 211.4 milyar dolar fâiz ödedi. 9 Yılda fâize
ayrılan 211 milyar dolar yatırıma yöneltilebilseydi, kişi başına millî gelir
2003 yılında 2857 dolar yerine, 3922 doları bulacaktı. 2003 yılında ödenecek
fâiz tutarı tam 40 milyar doları bulmaktadır. Bir başka deyişle her bir saniyede
1078 dolar fâiz parasına gidiyor. Evet, ayda 2 milyar 833,3 milyon dolar, günde
93 milyon 151 bin dolar, sâniyede 1078 Amerikan doları, halkın, fakir-fukaranın
cebinden (ç)alınıp fâize ayrılıyor.

Halkın dertlerine derman olması gereken devlet,
halkın cebine elini uzatıyor, bulduğunu alıyor, bulamadığını borçlandırıyor ve
(ç)aldıklarını fâizcilere sunuyor. 1993 yılında toplam yatırımların dörtte biri
(% 24.1) kadar olan iç ve dış borç fâiz ödemeleri, 2001 yılında toplam
yatırımların % 96.2'sine ulaştı. Bu rakam, 2003 yılında % 91.2 oranında oldu.
Toplam kamu fâiz ödemeleri 1993 yılında 67 katrilyon 873 trilyon lira olarak
belirlendi.

Halktan alarak devletin ödediği ve ödemek
zorunda olduğu fâize ayrılan bu paralarla neler yapılmaz ki! Bunun yanında
devletin; elektrik, su, doğalgaz, telefon, SSK primi ve vergi borçlarına
uyguladığı gecikme fâizleri oranlarının enflasyonun çok üzerinde olduğunu
hatırlamak da gerekiyor. 1997-2002 yılları arasındaki son 6 yılda enflasyonun %
346 artmasına karşılık, devletin vatandaşa uyguladığı gecikme fâizleri, % 929
arttırılmıştır. Kamu kurumlarından aldığı mal ve hizmet karşılığı devlete 100
milyon lira borcu bulunan bir vatandaşın, bu borcu ödeyememesi sebebiyle 2002
yılında 929 milyon lira ödemek zorunda kalmaktadır. Oysa, enflasyon oranlarına
göre, aynı vatandaşın 346 milyon lira ödemesi gerekirdi. Bu şekilde devlet,
vatandaştan 583 milyon lira fazladan fâiz almaktadır.

Bankalardan kredi alarak fâizle borçlanan
çiftçilerin, esnafın durumu tümüyle içler acısıdır. Tüm hayvanlarını ya da evini
barkını satarak fâiz borcundan kurtulmaya çalışan nice insan vardır. Sadece
kumar değildir evi barkı söndüren, aynı zamanda fâiz de depremden büyük hasarlar
ortaya çıkarmaktadır. Bunlar yasa kılıflarıyla hazırlanmış hırsızlıktır,
soygundur. Bu hırsızlar, küçük âdi hırsızlardan olmadığı için devletin
himâyesi/koruması altındadır. Hortumcular, onlarca bankanın içindeki paraları mı
boşalttı? "Halk ne güne duruyor, bindirin vergileri, ödesin!" denilecek, borçlar
halkın sırtına yüklenecektir. (Halka da, "ne yapalım, kanunlar böyle, devlete
itaat etmemiz gerekiyor" demek kalmaktadır.) Bu zulüm ve kandırma düzeninin adı
da demokrasidir. Halk kendi kendini yönettiğini zannederken, rantı yiyenler
yöneticilerle ve düzenle işbirliği yapanlar olmakta, faturayı ödeyenler de halk.
Halka, kendi seçtikleri aracılığıyla kendisinin yönettiği zannettirilen halk
seyrede dursun, devlet halkı soyan hortumcuların yanında yer alacak, onun
soyduğunu halka tekrar doldutturacaktır. Kapitalist düzeni banka düzeni
olduğundan bankadaki paralar devlet güvencesi altındadır çünkü. Halkın iş, geçim
güvencesi mi? O da unutulmaz tabii, yöneticiler onu seçim konuşmalarında gündeme
getirecek, geçen seçimlerde verdikleri sözün bir benzerini tekrar verecektir.
Devlet almayı bilir, vermeye gelince, "söz veriyoruz ya, halk onunla yetinsin!"
denilir. Demokrasi oyunu böyle oynanır bu sahnede. Ver oyunu, gör oyunu. Seçilen
çobanlar gütsün koyunu, düzen düzenler soygunu. 

2004 yılı ocak ayı hesabıyla Türkiye'de kredi
kartı kullanan insan sayısının 21 milyonu geçtiğini belirtirsek, müslüman
geçinen halkın banka ile, fâizle ne kadar içli-dışlı olduğu anlaşılır. Kredi
kartları temerrüt fâizinin % 500 civarında olduğunu, kartla borçlanan kişinin
kısa zaman sonra borcunun 5 katına yükseldiğini, ödemeyi uzattıkça, borcun daha
katlanarak yükseldiğini bilmeyenimiz yoktur. Ne acıdır ki, garibanların
alınterini vampir dişleriyle sömürüp hortumlayan bankalar, müslümanların ve
müslüman geçinenlerin desteğiyle bu zülmü sürdürüyorlar. Namaz kılan müslümanlar
bankalardan paralarını çekse, sadece bankalar değil, bankacı kapitalist sömürü
düzeni de kendiliğinden yıkılacaktır. Müslümanlar Amerikan dolarını boykot
etseler dolar tepetaklak düşecek, ABD çok kolay tarihin çöplüğünde yerini
almanın eşiğine gelecektir.       

Öyle bir sömürü düzeni içinde, öyle bir karanlık
ve fırtınalı câhiliyye döneminde yaşıyoruz ki, kapitalizm din olmuş, para da
kapitalistleşen halk için tanrı, banka tapınak, çek ve hisse senedi kutsal
kitaptır artık.

Düzenin hırsızlığı, kılıfı önceden hazırlandığı
için yasal hırsızlıktır: Haksız vergiler, harçlar, fakirleştirmek, enflasyonla
fakirin cebindeki parayı devamlı eriterek çalmak, tüyü bitmemiş yetimin hakkını
zenginlere peşkeş çekmek, banka boşaltanlara ve diğer hortumculara ceza vermek
yerine, onların boşalttığı bankaları fakir halka vergiler bindirerek
ödetmek...  
İslâm fıkhına
göre câiz olmadığı halde câmilerin bile kapısı kilitlenmektedir. Câmiler,
Allah'ın evi kabul edilen mukaddes mekânlar olduğu halde, hem de "müslüman"
olduğunu iddiâ edenler tarafından içindeki halıları, kıymetli levhaları,
çinileri... çalınabilmekte. Câmi cemaatinin ayakkabıları, özellikle câmide
misafir olarak bulunan Cuma ve Bayram cemaatinin ayakkabıları çalınmakta,
insanların câmiye bir daha uğramamalarına bahane olmaktadır. Bu çeşit
hırsızlıkların bahâne edilerek, tedbir alınacağı yerde, bazı câmilerin namaz
vakti dışında gündüzleri bile kilitlenmesini hiçbir müslüman mantığıyla izah
etmek mümkün değildir. Câmilerdeki hırsızlıktan bahsederken, hadis-i şeriflerde
(meselâ; Dârimî, Salât 78) bahsedilen bir hırsızlık çeşidinin de "namaz
hırsızlığı" olduğunu belirtelim. Kalbinde bulunması gereken takvânın şeytan ve
onun dostları, yardımcıları tarafından çalınmasından dolayı namazla kurtulmayı
değil; namazı kılıverip namazdan, namaz yükünden/borcundan kurtulmayı
düşünenlerin hırsızlığı.