Fecir | Konular | Kitaplar

Robin Hood'luk İslâm'da yoktur.

Robin Hood



Robin Hood'luk
İslâm'da yoktur.

 

Yani Batılı ve (ne kadar yerli olduğu
tartışılabilecek) Türk filmlerinde biraz sosyalizm, biraz halk tipi eşkıyâlık
propagandası kokan, kahramanın zenginden çalıp fakirlere dağıtması rolünü İslâm
onaylamaz. Yani, hırsızın malını çalmak da hırsızlıktır. Hırsızdan hırsızlık
yapana had uygulanıp uygulanmaması İslâm mezhepleri ve müctehidler arasında
ihtilâflıdır. Ama kesinlikle ta'zîr de olsa bu tür hırsızlık yapana cezâ
verilir. Hırsızlık suçsa, kötüyse hırsızın malını çalmak da aynı suçu
işlemektir, aynı kötülüğü yapmaktır. Bu ilk hırsızın şahıs, kurum, devlet,
müslüman veya kâfir olması, hükmü değiştirmez.

Hırsızlığın en büyüklerinden biri, umûma, halka
ait malları çalmaktır. Bu, bazen devlet malı zannedilerek yapılır.
Devlet, aslında soyut bir kavramdır, varlığı kâğıt üzerindedir. Devlet malı,
aslında halkın malıdır. Yöneticiler âdil bir müslüman ve yönetim İslâmî ise,
Allah'ın hükmüne göre adâletli bir şekilde halkın malını halkın en önemli
ihtiyaçlarından başlayarak halka harcar. Bu vasıflardan birine sahip değilse,
halka zulüm ve halkın malına ihânet sözkonusu olur. Bazıları şöyle der: "Herkes
çalıyor. Biz de aslında devletteki kendi hakkımızı almış oluyoruz!" Farkında
olmasalar da, bu tavır, tüm halkı soymak, meşhur deyimle tüyü bitmemiş yetimin
hakkına el uzatmaktır. Bir kişinin malını çalan kimse, onunla helâllaşma
imkânına sahiptir. Mümkün ki, o kimse onu affeder. Ama umuma/kamuya ait mallar
bütün müslümanların, bütün halkın mülküdür. Allah'tan korkmayanların yaptığı,
onlara gerekçe olacak bir neden değildir. "Bir kavimde gulûl (denen devlet
malından hırsızlık) zuhûr ederse, Allah o kavmin kalplerine korku atar. Bir
kavim içinde zinâ yayılırsa orada ölümler artar. Bir kavim, ölçü ve tartılarda
(hile yaparak) miktarı azaltırsa Allah ondan rızkı keser. Bir kavmin
(mahkemelerinde) haksız yere hükümler verilirse, o kavimde mutlaka kan dökme
yaygınlaşır. Bir kavim ahdinden dönüp gadre yer verirse, Allah onlara mutlaka
düşmanlarını musallat eder." (Muvattâ, Cihad 26, h. no: 2, 460)

Bazı insanlar, müslüman olmadıklarından dolayı
kâfirlerin mallarının ve İslâmî bir devlet olmadığı, tâğûtî bir düzen olduğu
için devlet malının çalınmasının câiz olduğunu ileri sürerler. Devletin olduğu
varsayımıyla elektrik, su, belediye otobüsü vb. kullanımlarda sahtekârlık ya da
hile ile de olsa bu tür hırsızlıkta sakınca olmadığını iddiâ ederler. Bu anlayış
ve tavır, doğru da değildir, İslâmî de. Savaşla normal hali, ganimetle
hırsızlığı karıştırmaktır. İslâm'ı da, sosyal yapıyı da bilmemektir. Dâvâya da
büyük zarar sözkonusudur. Toplum ve yöneticiler açısından; "güvenilmez, hırsız,
halkın malına zarar veren bir kimsenin dini ve dâvâsı da hak olamaz" denilir. Bu
birkaç kişinin müslüman vasfından dolayı, tüm müslümanlar bu anlayışta ve bu
tavırda kabul edilir. Tebliğ ve dâvetin önü kesilmiş olur. Peygamberimiz'in
Mekke'de kâfirlerin mallarına karşı tavrı nasıl olmuştu? Müşriklerin onca zulüm
ve baskılarına, müslümanların mal ve canlarına saldırılarına rağmen, hicret
esnâsında Rasûlullah müşriklerin kıymetli para ve mallarından oluşan
emânetlerini sahiplerine iâde etmek için yeğeni Ali'yi sûikast yapılacak
yatağına yatırma riskini tercih etmişti. Mallarının gasbedilmesi câiz olan
kâfirler ve devletler, müslümanlarla fiilen savaş halinde olanlardır. Mevcut
şartları savaş olarak değerlendirmek İslâm hukukuna da, genel değerlendirmeye de
uygun değildir. Yoksa, savaş dışında kâfirlerin kendileri, şirketleri,
kurumları, malları ganimet kapsamına girmez. Filistin gibi işgal güçlerine karşı
fiilî savaş durumunu yaşayan insanlar için elbette cihad hükümleri, ganimet
durumu sözkonusudur.