Fecir | Konular | Kitaplar

Kur'an'da İbâdet

Kur




Kur'an'da İbâdet:                              



 

İbâdet kavramı, Kur'an'da en çok kullanılan
kavramlardan birisidir. Bu kavram, Kur'an'da isim, fiil ve masdar şeklinde 275
defa geçer. Genel olarak, Allah'a veya Allah'tan başkalarına ibâdeti ifade
etmekte kullanılmıştır. Sadece Allah'a ibâdet emredilirken, O'na ortak koşmak ve
başkalarına ibâdet etmek, Kur'an'da şiddetle yasaklanmıştır.

Kur'an'da ibâdet kelimesi, daha çok nefislerin
sadece Allah için başka kayıtlardan kurtarılması, yalnız O'nun ibâdetine tahsis
edilmesine işaret etmektedir. Yani insan, sevgide, korkuda, ümit ve tevekkülde,
itaat edip boyun eğmede Allah'a hiçbir varlığı ortak koşmayacaktır. Çünkü
ibâdet, sevginin, bağlılığın ve korkunun en güzel ifadesidir. Nitekim dinin
bütününü de bu esaslar oluşturur. İbâdet terimi, bu açıdan incelendiğinde,
kulun, ibâdet ettiği ilâh (Allah)'ı kemâl derecesinde sevmesi ve tevâzu
göstermesi ve bütün bunların ancak Allah için olması gerekmektedir. 

Fâtiha sûresinin 5. âyetinde "iyyâke na'budu:
Ancak Sana İbadet ederiz" ifadesinde "iyyâke" zamir ve tümleçtir.
Tümleçlerin, Arapça cümle kuruluşunda aslında fiilden sonra gelmesi gerekir. Bu
tümleç görevi yapan zamir, fiilden sonra gelseydi, anlam şöyle olurdu:
"na'büdüke (sana ibâdet ederiz)." Başa geçtiği için sınırlama ifade eder:
"Ancak Sana..." Dolayısıyla bu ifade, iki cümle yerine kullanılmıştır. Bu
cümlelerden biri, Allah'a ibâdet, O'na teslimiyet ve kulluk;  ikincisi,
Allah'tan başkasına ibâdet etmemek, teslim olmamak, kulluk yapmamak. Tevhid,
özetle bu iki ifadeden ibarettir. Fâtiha'nın, Kur'an'ın bir özeti olduğu gibi;
Kur'an'ın en önemli konusu olan tevhidin özetini de bu "iyyâke na'budu"
ifadesi karşılamaktadır. İman; kabul ve reddir; sevgi ve buğzdur. Tâğutu
reddetmek ve Allah'a iman etmektir.[1]
Tevhidî iman; Lâ ilâhe illâllah'ın bir açılımıdır. İşte "iyyake na'budu"
bütün bunları içerir, tevhidin özünü vurgular.

"Ancak Sana ibadet ederiz" 
ifadesiyle anlamaktayız ki tevhid, sadece fikir ve görüşten ibaret, hatta salt
inançtan ibâret değildir. Tevhid, ibâdettir; sadece Allah'a ibâdet ve bütün
şekil ve muhtevâsıyla ibâdet. Tevhid, insanın pratik hayatını kuşatmalı,
kalbinde başlayıp tüm kalıbına yön vermeli ve hayata yansımalıdır. İbâdet
halinde pratize edilemeyen, etkisiz bir şekilde kafa veya kalbe hapsedilen bir
düşünce ve duygu değildir tevhid; Sadece Allah'a kulluktur, ibâdettir. Hayat da
ibâdetten ibârettir.

"Ancak Sana ibadet ederiz."
"ederim" değil; "ederiz". Cemaata işaret vardır bu ifadede. Aynı Rabbın kulu
olan, O'nun kanunlarına boyun eğen ve O'na tesbih ve ibâdet eden tüm tabiatla,
tüm yaratıklarla ortak dili konuşmak, vahdete ermek, beraberce ibâdet etmek var
bu ifadede. Kendi iç dünyamızla, tüm organlarımızla, inanç, düşünce ve
eylemlerimizle beraber ibâdet etmek var bu ifadede. Tevhid, ancak muvahhid bir
toplum içinde gerçek anlamını bulur. Tevhidî bir toplumla beraber hareket
edilerek olgunlaşılır, insan olunur. Tevhid kafilesinden ayrı hareket etmekle,
güzel olan hiçbir yere varılamaz.

Fâtiha'nın bundan önceki âyetlerinde Allah'ın
sıfatları özetlendi. Allah, bu âyete kadar kendini bize tanıttı. "Peki, böyle
özelliklere sahip Allah'a karşı nasıl davranmamız gerekir?" sorusuna bu âyet
cevap vermiş oluyor: "Sadece Allah'a ibâdet".  Fâtiha'da bundan önceki âyetler,
sanki bize bu âyetteki ifadeyi söyletmek içindir. Ayrıca, Allah'ı bu âyete kadar
anlatılan isim ve vasıflarıyla tanıyıp O'nu tek ilâh ve tek rab kabul eden
kuluna Allah, senli-benli ifade kullandırıyor; Allah'ın vasıflarını tanıyıp O'na
ibâdet, Allah'la samimiyeti ve sıcak bir bağı oluşturuyor: "Ona kulluk ederiz"
değil;  "Sana..."  Bu âyete kadar üçüncü tekil şahıs ifadesi ve zamiri
kullanılırken, burada ikinci tekil şahıs ifadesi kullanıyoruz.

Önce ibâdet, sonra istiâne. İlk adım öncelikle
kuldan başlamalı. Sünnetullah, ilk başlangıcı bizden bekliyor.  Allah'ın kanunu
böyle istiyor. Bu konuyla ilgili Kur'ân-ı Kerim'den bolca örnekler sunmak
mümkün. ("Allah'a yardım ederseniz, Allah da size yardım eder.", "Bana bir
adım yaklaşana Ben bir arşın yaklaşırım.", "Allah'tan sakınırsanız, sizin için
furkan kılar.", "Allah'tan korkanlara Allah çıkış yolu verir.", "Sözünüzde
durursanız, Ben de...", "İman edip salih amel işlerseniz...") Önce bizden
duâ, sonra Allah'tan icâbet, önce kul sebebe yapışacak, sonra Allah verecek.



Hakkıyla ve ölünceye dek ibâdet için Allah'ın
yardımına ihtiyacımız olacak. Her an yaşantımızı ibâdet halinde değerlendirmek
için "...sadece Sen'den yardım isteriz." (Fatiha:
1/5)                         

"Sadece Sana ederiz, kulluğu, ibadeti..."
(Fatiha: 1/5) meâlindeki âyette, kulun, ibâdeti sadece Rabb'ına ait
kılıp, nefsini ancak Allah'a teslim etmesinin gereği vurgulanmaktadır. Allah'tan
başkasına gösterilen "itaat ve kulluk", o varlığı sahte bir ma'bud yapar. Bu
ma'bud ya şeytandır, ya da kendilerini tâğut kılan azgın kişilerdir. Yahut da
Allah'ın kitabını hiçe sayarak insanları icad ettikleri hayat düsturlarına ve
yaşayış tarzlarına sevkeden önderlerdir. İslâmî anlamda ibâdet ise, Allah'a
kayıtsız şartsız itaat etmek demektir. Şeytana ibâdet etmeyi yasaklayan Allah,
insan ve cin şeytanlarına kayıtsız şartsız itaatin onlara kulluk/ibâdet demek
olduğunu belirtmiş oluyor. 

İnsanların, şeytanın teşviki ile yapageldikleri
ibâdetlerinin yönü olan putlar ve hayalî/sanal kuvvetler, yani Allah'tan başka
tapınılan tüm varlıklar, birer sahte ma'buddur. Çünkü Kur'an, Allah'tan başka
hiçbir hak ma'bud olmadığını en açık bir şekilde bildirirken; insanların,
Allah'tan başkasına tapmalarını ve onları ilâh kabul etmelerini de, şirk ve
büyük günah sayıyor.

[2]

 

 





[1]
2/256.





[2]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.