Fecir | Konular | Kitaplar

İslâm'ın Eğitim Metodu

İslâm



İslâm'ın Eğitim Metodu:

 
Burada Kur'an'ın, İslâm'ın ve
hikmet sahibi yüce Allah'ın eğitim metodunun bir özelliği dikkatimizi çekiyor.
Bu eğitim metodu İslâm'ın birçok yasal düzenlemesini, birçok farzını ve birçok
direktifini incelerken somut biçimde meydana çıkıyor. Biz burada içki ve
kumardan sözederken bu eğitim metodunun kurallarından birine işaret etmek
istiyoruz.
Eğer emir ya da yasak imana
dayalı düşünce ile, yani inanç sistemi ile ilgili isé İslâm o konuda kesin
hükmünü, o konuda söyleyeceğini daha baştan ortaya koyuyor. Fakat eğer emir ya
da yasak bir alışkanlıkla, bir gelenekle veya karmaşık bir sosyal uygulama ile
ilgili ise o zaman İslâm işi ağırdan alıyor; konuya yumuşak, tedrici ve kolaylık
gösterici bir tarzda yaklaşıyor, uygulamayı ve itaati kolaylaştıracak pratik
şartlar hazırlıyor. Meselâ İslâm, "Tevhid mi, yoksa şirk mi?" sorunuyla karşı
karşıya kaldığı zaman kararlı ve kesin bir darbe ile daha baştan emrini
yürürlüğe koydu; Bu konuda hiçbir tereddüde, hiçbir duraksamaya, hiçbir
hoşgörüye, hiçbir tavize; hiçbir orta yolda buluşma beklentisine yer vermedi.
Çünkü burada mesele düşüncenin temel ilkesidir, onsuz ne iman olur ve ne de
İslâm ayakta durabilir.
Ama İslâm içki ve kumar
meselesine gelince, bu bir alışkanlık ve adet meselesidir. Alışkanlıklar ise
ancak tedavi yolu ile bıraktırılabilir. Bu yüzden İslâm, müslümanların
vicdanlarını ve şeriat mantıklarını uyarmakla işe başladı; Bu amaçla içkinin ve
kumarın günahını, yararından daha büyük olduğunu belirtti. Bu demektir ki, bu
alışkanlıkları bırakmak onları sürdürmekten daha iyidir. Arkasından Nisa
suresinin şu ayeti ile ikinci adım atıldı: "Ey mü'minler, sarhoşken ne
dediğinizi bilecek duruma gelinceye kadar namaza yaklaşmayın." (4/Nisâ, 43)
Bilindiği gibi günde beş vakit
namaz vardır ve bu namaz vakitlerinin çoğunluğu kısa aralıklıdır, bu aralıklar
sarhoş olup arkasından ayılmak için yeterli değildir. Burada içki alışkanlığının
pratiğe aktarma imkanını daraltma ve içki alma periyodları ile ilgili olan
alışkanlığın sürekliliğini kırma girişimi ile karşı karşıyayız. Çünkü içki ya da
uyuşturucu madde tutkunlarının alışkanlık haline getirdikleri vakit gelince bu
maddeleri kullanma ihtiyacı duydukları bilinen bir şeydir. Eğer bu vakit, bu
maddeler kullanılmadan geçiştirilir ve bu geçiştirme birkaç kez
tekrarlanabilirse alışkanlık zayıflamaya başlar ve alt edilmesi mümkün hale
gelir.
Bu iki adım atıldıktan sonra
içki ve kumarın haram olduklarını belirten son ve kesin yasaklama hükmü geldi:

"Ey müminler, içki, kumar,
dikili taşlar ve fal okları kuşkusuz Şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan uzak
durun ki, kurtuluşa eresiniz."  (5/Mâide, 90) (Fî Zılâli'l Kur'an, 2/Bakara,
219. âyetin tefsiri)
Gerçekten de içki, kumar, anıt
taşları ve fal okları cahiliye hayatının en önemli özellikleriydi ve cahili
toplumun en köklü gelenekleri arasında yer alıyorlardı. Pratik uygulamaları ve
bu toplumun en önemli geleneklerini, alışkanlıklarını oluşturmaları açısından;
birbiri ile köklü bağları bulunan bir demeti oluşturuyorlardı. Cahiliye Arapları
alabildiğine aşırı şekilde içki tüketiyorlardı. Toplantılarında fazla içki
tüketmeleri ile övünüyor ve bunu bir övünç kaynağı olarak görüyorlardı.
Şiirlerinde ve övgülerinde; içkiyle iftihar etmek, önemli bir odağı
oluşturuyordu! İçki meclislerinde hayvanlar kesiliyor, içki içenlere, içki
dağıtanlara, bu mecliste kahramanlık gösterileri yapanlara, bu toplantıya
katılanlara ve etrafında toplananlara sunulmak üzere etler kızartılırdı! Bu
hayvanlar, anıt taşları üzerinde kesilirdi. Anıt taşları Arapların, hayvanlarını
üzerinde kestikleri ve kanlarını kendilerine sürdükleri putlardı. (Tanrılara
yani tanrıların papazlarına kurban olarak sunulacak olan hayvanlar da bu taşlar
üzerinde kesilirdi). İçki meclisleri ve benzeri sosyal nitelikli kesimlerde fal
okları yolu ile kumar da oynanıyordu. Fal okları, Arapların, hayvanları
aralarında paylaşırken başvurdukları bir oran ölçeğiydi. Herkes kendi okuna
düşen orana bağlı olarak, hayvandan bir pay alıyordu. Okunda "üstün" yazılı
olan, hayvanın en büyük payını alırdı. Bu sıralama okuna hiçbir pay düşmeyene
kadar, aşağıya inerdi. Payına hiçbir şey düşmeyen adam, hayvanın sahibi de
olabiliyordu. Bu durumda hayvanı tümden kaybetmiş olurdu!
Böyle sosyal içerikli gelenek
ve alışkanlıkların birbiri ile kenetlendiği ortaya çıkmakta; bunların,
cahiliyenin pratiği ve itikadi düşüncelerine paralel bir biçimde seyrettiği
gözlemlenebilmektedir. İslam nizamı ilk etapta, bu gelenekleri ortadan
kaldırmaya kalkmadı. Çünkü İslâm, bu geleneklerin bir takım yanlış inançlardan
kaynaklandığını biliyordu. Bu problemin temeline inmeden meseleyi yüzeysel
olarak halletmeye kalkmak, boşuna bir çabadan başka bir anlam ifade edemezdi.
İlahî nizam, böyle bir metoda başvurmaktan uzaktı! İslâm ise, her şeyden önce,
insanın gönlündeki düğümden, inanç sistemi düğümünden başlamıştır. Cahili
inançların ve düşüncelerin hepsini kökünden söküp atmak, bunun yerine sağlam
İslâm düşüncesini yerleştirmekle işe başlamıştır. İslâm'ın sarsılmaz düşüncesi,
fıtrata dayalı olan kaidenin derinliklere yerleştirmekle yola koyulmuştur.
İnsanlara, ilahlara ilişkin düşüncelerinin bozukluğunu açıklamış ve onları
gerçek ilaha iletmiştir. Bu gerçek ilahı tanıdıktan sonra, bu gerçek ilahın
sevdiği ve hoşlanmadığı şeylere kulak vermeye başlamışlardır. Ondan önce bu
direktiflere kulak veremezlerdi! Bir emre, bir yasağa bağlılık gösteremezlerdi.
Bu yasak ne kadar kendilerine hatırlatılırsa, ne kadar nasihat edilse de, onlar
kendilerini cahiliye alışkanlıklarından koparamazdı. İnsan fıtratının ilk bağı,
akide bağıdır. Herşeyden önce, bu akide bağı oluşturulmadıktan sonra, insanın
fıtratında bir ahlâka, bir eğitime, sosyal bir inkılâba yol açmak mümkün olamaz.
İşte insan fıtratının anahtarı buradadır. Bu fıtrat, kendi özel anahtarı ile
açılmadığı sürece, hazineleri kapalı kalacak, yolları doğrulmayacaktır. Ne zaman
bir pencere açılsa, bir başka pencereler kapanacak, bir taraf aydınlansa, öbür
taraflar karanlıkta kalacak, bir düğüm çözülse, pek çok düğümler kapalı
kalacaktır. Ne zaman bir geçit açılsa, bir çok geçitler ve yollar
kapanacaktır... Ve bu hal sonsuza kadar devam edip gidecektir...
Bu nedenle İslâm nizamı,
cahiliyenin bir sürü rezilliklerinden ve sapıklıklarından sadece bir bölümünü
oluşturan bu rezilliklerinden ve sapıklıklarından tedaviye başlamamıştır. Bunun
yerine akideden işe başlamıştır. Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet etmekle
işe başlamıştır. "Allah'tan başka ilah yoktur" ilkesinin yerleştirilmesi zaman
olarak öyle uzun bir dönem kapsadı ki, bu zaman dilimi onüç seneyi buldu. Bu
esnada, bu gayeden başka hiç bir gaye yoktu! İnsanlara geçek ilahlarını tanıtma,
onları bu ilaha kul yapma, insanları onun otoritesine bağlama gayesi... Neticede
insanlar kendilerini Allah'a adadılar. Artık insanlar, Allah'ın kendileri için
seçtiğinden başka hiçbir seçenek olmadığını idrak etmişlerdi. İşte tam bu
sırada, ibadet nitelikli semboller de dahil olmak üzere yükümlülükler gelmeye
başladı. Bu esnada, cahiliyenin sosyal, ekonomik, psikolojik, ahlâkî ve günlük
hayata ilişkin kalıntılarının temizlik işlemi başladı... Bu yükümlülükler,
Allah'ın emrettiğinde, kulların tartışmasız itaat edeceği bir zaman dilimine
denk getirilmişti. Çünkü onlar, artık her ne olursa olsun Allah'ın bir emri veya
yasağı karşısında hiçbir seçenekleri olmadığını kavramışlardı!
Başka bir ifade ile: Emirler ve
yasaklar "İslâm"dan sonra, teslim oluştan sonra... Müslümanın içinde tereddüt
kalmadıktan sonra... Allah'ın emrine rağmen kendisinin herhangi bir görüşü ve
seçeneğinin olabileceğini düşünmez duruma geldikten sonra başlamıştı. Veya üstad
Ebu'l Hasan en-Nedvi'nin "Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti" adlı
eserinde, "Büyük Düğüm Çözüldü" başlığı altında değindiği gibi:
"... En büyük düğüm. Şirk ve
küfür düğümü... Çözüldü... Ardından bütün düğüm(er çözüldü. Peygamber (salât ve
selâm üzerine olsun) onlara karşı ilk cihadını yaptı. Fakat her emir ve yasağın
beraberinde yinelenen bir cihada ihtiyaç duymadı. İslâm, ilk savaşta cahiliyeye
karşı bir zafer elde etti. Artık her savaşta zafer onların oluyordu. Onlar
kalpleriyle, gönülleriyle, ruhlarıyla ve bütün varlıklarıyla toptan İslâm'a
girmişlerdi. Doğru olan kendilerine açıkladıktan sonra, peygambere zorluk
çıkarmıyorlardı. O'nun verdiği hükme karşı gönüllerinde herhangi bir burukluk
duymuyorlardı. Emrettikten veya yasakladıktan sonra kendilerine seçenek yoktu.
Nefislerinin kendilerini aldattığı şeyleri Peygambere anlatıyorlar ve cezayı
gerektiren bir suç işlediklerinde vücutlarını korkunç azaba teslim ediyorlardı.
İçkinin yasaklama emri geldiğinde, içkiyle dolup taşan kadehler onların
elindeydi. Allah'ın emri, onların ıslak dudakları ile yanık yürekleri arasına
girdi. Şarap fıçıları kırıldı ve Medine sokaklarına döküldü"
Bununla beraber içkinin ve buna
bağlı olarak kumarın yasaklanışı, aniden meydana gelen bir olay değildi.
Psikolojik, gelenek ve alışkanlıklar birtakım ekonomik yönleri de bulunan bu
köklü sosyal hastalığın tedavisinde, bu kesin yasaktan önce birkaç adım atılmış,
bir kaç aşama kat edilmişti. İslâm nizamında içki probleminin tedavisinde bu
ayetler, üçüncü ya da dördüncü merhaleydi.
Birinci merhale, hedefe atılan
ilk oku oluşturuyordu. Allah, Mekke'de indirilen Nahl sûresinde buyuruyor bize,
"Hurmaların ve üzümlerin meyvelerinden sarhoşluk veren bir nesneyi ve güzel bir
rızkı elde ediyorsunuz" (Nahl Suresi, 67) Bu müslümanların duygularını harekete
geçiren ilk uyarıydı ve burada şeker (sarhoş veren madde), güzel rızkın karşıtı
olarak zikrediliyordu. Sanki bu bir şey, güzel rızık başka bir şeydi.
İkinci merhale, müslümanların
gönlünde, yasama uzandığı yolu ile dini duyarlılığı harekete geçirmeye
yöneliktir. Bakara sûresinde yeralan bir ayetti bu: "Sana içki ve kumar hakkında
soru soruyorlar. De ki; onların ikisinde de büyük günahlar vardır. İnsanlara
bazı yararları varsa da günahları yararlarından büyüktür." (Bakara Suresi, 219)
Burada onlar! terk etmenin daha iyi olacağına işaret ediliyor. Zira günahının
yararından büyük olduğu belirtiliyor. Yoksa hiçbir yararı olmayan şeyler çok
azdır. Bir şeyin helal oluşu veya haram oluşu zararının veya yararının ağır
basmasına bağlıdır.
Üçüncü merhale, içki
alışkanlığını kırıyor ve bununla namaz farizası arasında bir bağdaşmazlığı
gündeme getiriyordu. Nisa sûresindeki bu ayette şöyle deniyordu. "Ey müminler,
sarhoş iken ne dediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın". Beş vakit namaz
çoğunlukla bir birbirine yakındır. Bu vakitler arasında sarhoş olup ayılmaya
yeterli bir zaman yoktur. Bu uygulama pratik olarak içki alışkanlığını
sürdürmenin alanını daraltmaktaydı. Özellikle "Subuh" adı verilen sabalı içkisi
ile, "Gabuk" adı verilen ikindi veya akşam içkisi gibi cahiliye gelenekleri
kaldırılıyordu. Ayrıca bu, belli seanslarla içki almayı gerektiren tiryakilik ve
alışkanlık halini sürdürmeyi engelliyordu. Öte yandan müslümanların gönüllerinde
özel bir ağırlığı bulunan bu emir, namaz farizasını zamanında yerine getirme
ile, içki alışkanlığını zamanında karşılamak arasında, bir çelişki ortaya
çıkarıyordu!
Sonra dördüncü merhale olan,
son ve kesin noktaya gelindi. Artık gönüller buna tam anlamı ile hazırlanmış
bulunuyordu. Bundan sonra yasağın gelişinden, insanların anında itaati ve boyun
eğişinden başka bir şey kalmamıştı.
Ömer b. Hattab (Allah ondan
râzı olsun) dedi ki; "Allah'ım içki konusunda içimizi rahatlatacak bir açıklama
yap" (Herhalde Hz. Ömer'in (r.a), insanın içini rahatlatacak bir açıklama
arzusunu kamçılayan Nahl suresinin ayetidir. Kendisinin de belirttiği gibi Ömer,
cahiliye döneminde içki içen bir adamdı. Bu da içki kullanma alışkanlığının
cahili toplumda, köklü bir alışkanlık, olduğunu göstermektedir.) Bunun üzerine
Bakara sûresinin şu ayeti gönderildi: "Sana içki ve kumar hakkında soru
soruyorlar. De ki, onların ikisinin de büyük günahı vardır. İnsanlara bazı
yararları varsa da günahları yararlarından büyüktür." Ömer çağırıldı ve
kendisine bu ayet okundu. Ömer yine: "Allah'ım içki konusunda içimizi
rahatlatacak bir açıklama yap". dedi. Ardından Nisa sûresindeki şu ayet
gönderildi: "Ey müminler, sarhoş olduğunuz halde namaza yaklaşmayın." Ömer yine
çağırıldı ve kendisine bu ayet de okundu. Bu sefer de Ömer: "Allah'ım içki
konusunda içimizi rahatlatacak bir açıklama yap" dedi. Arkasından Maide
sûresindeki şu ayet indi. "Şeytan, içki ve kumar yolu ile aranıza kin ve
düşmanlık tohumları ekmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister.
Artık bunlara son veriyorsunuz değil mi?" Bunun üzerine Ömer: "Son verdik, son
verdik" diye, bu ilahi çağrıya içtenlikle katıldığını dile getirdi. (Ashâbus
Sünen)
Hicretin üçüncü senesinde, Uhud
savaşından sonra indirilen içkiyi yasaklayıcı ayetlerden sonra, Medine
sokaklarında dolaşıp: "Ey ahali,artık içki haram kılınmıştır" diye,
bağırılmasından başka bir şeye ihtiyaç kalmamıştı... Bunun üzerine, elinde
bardağı olan onu kırdı, ağzında bir yudum içki olan onu geri tükürdü. Şarap
fıçıları kırıldı, içki şişeleri kırıldı. Böylece sarhoşluk ve içki kullanımı
yokmuş gibi halledildi!
Şimdi de Kur'an'ın sunuş
tarzına; eğitim ve yönlendirme yöntemini kapsayan metoduna bir göz atalım:
"Ey müminler, içki, kumar,
anıt taşları ve fal okları şeytan işi iğrençliklerdendir, bunlardan uzak durunuz
ki, kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumar yolu ile aranıza kin ve düşmanlık
tohumları ekmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık
bunlara son veriyorsunuz değil mi? Allah'a ve peygambere itaat edin, Onlara
karşı gelmekten sakının. Eğer bu direktife sırt çevirirseniz, bilin ki,
Peygamberimizin görevi sadece açıkça duyurmaktır." (5/Mâide, 90-92)
Bu âyetler, bu bölümün
alışılagelen hitap şekliyle başlıyor: "Ey müminler..." Bir taraftan
müminlerin kalplerini harekete geçirmek, öbür taraftan bu imanın zorunlu sonucu
olan, bağlılık ve itaat eylemini hatırlatmak için...
Bu etkili hitaptan sonra, net
ve açık bir biçimde ifade edilen kesin bir hüküm yer alıyor: "İçki, kumar,
anıt taşları ve fal okları şeytan işi iğrençliklerdendir." Bunların hepsi,
Allah'ın helâl kıldığı "tertemiz nimetler" sıfatıyla uyuşmayan kirli işlerdir.
Ve bunlar şeytan işidir... Şeytan ise insanın tarihi düşmanıdır. Müminin, bir
işten duygusal olarak nefret etmesi, psikolojik olarak tiksinmesi, fıtrat olarak
ondan ürküp kaçması, korkarak ondan uzaklaşması ve ondan sakınması için, bu işin
şeytan işi olduğunu öğrenmesi yeterlidir!
İşte bu esnâda, kurtuluş umudu
ile birlikte yasak konuyor. Bu aynı zamanda, derin psikolojik duyguları harekete
geçiren bir dokunuştur: "Bunlardan uzak durunuz ki, kurtuluşa eresiniz."
Bundan sonra âyet-i kerime, bu pisliğin gerisinde bulunan şeytanın planını
açıklamaya geçiyor: "Şeytan içki ve kumar yolu ile aranıza kin ve düşmanlık
tohumları ekmek sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister." Böylece
müslümanın gönlünde; şeytanın hedefi, tuzağının amacı, iğrençliğinin yolu
aydınlanmış oluyor... Bu hedef, içki ve kumar yolu ile müslümanların arasında,
kin ve düşmanlık tohumlarını ekmektir. Aynı şekilde, "iman edenleri" Allah'ı
anmaktan ve namazdan alıkoymaktır bu. Öyleyse bu, ne korkunç bir hile...
Şeytanın güttüğü bu hedefler,
birer realitedir. Müslümanlar bu gerçekleri, gerçeğin kendisi olan ilahi
ifadeler aracılığıyla tasdik ettikten sonra, realiteler dünyasında da onları
görebilirler. Şeytanın, içki ve kumar yolu ile insanlar arasına kin ve düşmanlık
tohumunu nasıl ektiğini görmek için, uzun bir araştırmaya gerek yoktur. İçki,
insanın aklını başından alır, etini ve kanını bir sel gibi harekete geçirir,
şehevi arzu ve isteklerini alevlendirir. Çoğunlukla içkiye arkadaş olan kumar
ise, insanın gönlünde binbir çeşit kin ve hüsran duygusu bırakır. Çünkü, kumarda
kaybeden kişi, gözlerinin önünde malını elinden alana ister-istemez kin
besleyecektir. Malını bir ganimet olarak alıp götüren kumarcıya, kaybeden adam,
elbette ki kahrolacaktır. Bu işlerin yapıları gereği olarak, kin ve düşmanlığı
harekete geçirmesi normaldir. Meseleye oldukça yüzeysel olarak bakan birtakım
kimselerin, bu tür biraraya gelişleri; dostluk ve mutluluğun bir parçası olarak
algılamaya çalışmaları boşunadır. Zira bu işler, birbirine dost olan imanları
çatışma ve patlama alanlarında karşı karşıya getirmektedir.
Allah'ı zikredip anmaktan ve
namazdan alıkoymaya gelince; bunların ikisi üzerinde düşünmeye bile gerek
yoktur. İçki herşeyi unutturur. Kumar da alıkoyar. Kumarcılara göre, kumarcının
aklı ile sarhoşun aklı arasında fark yoktur. Kumarcının alemi de sarhoşun alemi
gibi, içki masalarını, kadehleri ve kumar oyununu aşmaz!
Şeytanın iğrenç hedefini
belirten bu işaret, amacına ulaşıp, "iman edenlerin" kalplerini uyarmak ve
onları harekete geçirmek istediğinde bir soruya yer veriliyor. Bu öyle bir
sorudur ki, onu, Hz. Ömer'in bu ayeti dinlediği sırada verdiği cevaptan başka
biçimde cevaplamak mümkün değil: "Artık bu işlere son veriyorsunuz değil mi?"
Ömer hiç beklemeden cevap verir: "Son verdik, son verdik"