Fecir | Konular | Kitaplar

Niyet Terbiyesi

Niyet Terbiyesi

Niyet
Terbiyesi


Yeryüzünde dini Allah Teâlâ'ya has
kılmak, müslümanların âzad kabul etmez ödevlerindendir. Dini bütünüyle Allah'a
has kılmak, Allah'a kul olmanın vazgeçilmez rüknüdür. Dini bütünüyle Allah'a has
kılmak için de, hâlis bir niyete sahip olmak lâzımdır. Allah için hâlis bir
niyetle yola çıkmayanlar, dini Allah'a has kılamazlar. İslâm'ı hayata âmir kılma
konusunda mü'minden istenen ilk şey, niyettir. İslâm'a niyet etmeyenin, İslâm'a
teslim olup İslâm'ı yaşaması mümkün değildir.

Müslümanın niyeti, müslümanlığının
mukaddimesidir. Müslüman, dinini niyetinde özetleyen insandır. Onun hayatı,
İslâm'a niyet eden insanın hayatıdır. Dolayısıyla hayatımızdaki boşluk ve
bereketsizliğin sebebi, sözlerimizdeki ve davranışlarımızdaki
niyetsizliğimizdir. Tüm insanlar gibi, müslüman olduğunu iddia edenler de, Allah
yolunda niyetleriyle sınanmaktadır. "Amellerin niyetlere göre olduğunu" belirten
hadis-i şerife göre, nasıl amel edeceğimiz kadar, nasıl niyet edeceğimiz de
önemlidir. Nitekim Süfyân-ı Sevrî (r.a.) şöyle diyor: "Selef, nasıl amel
edeceklerini öğrendikleri gibi, nasıl niyet edeceklerini de öğrenirlerdi."
Niyet, kalbin amelindendir. Onun düzelmesiyle kalp düzelir; kalbin düzelmesi ile
de bir bütün olarak beden düzelir. Hz. Ömer (r.a.) bu konuda şöyle diyor:
"Amellerin en faziletlisi, Allah'ın farzlarını edâ, haramlardan kaçınmak ve
Allah katında sâdık niyettir."

Niyeti sâdık hale getirmek, niyetin
aslından daha zordur. Niyet, amelin özüdür. Daha doğrusu, amelin yöneleceği yönü
ve alanı tesbit etme irâdesidir. Bu irâde, imandan gelirse, amel, sâlih olur;
imandan gelmezse gayr-ı sâlih olur. Dolayısıyla Allah Teâlâ'nın rahmetine ve
yardımına mazhar olmamız, niyetimizin sahihliği ve doğruluğu ile doğru
orantılıdır. Niyet, Allah Teâlâ'nın rızâsını kazanma irâdesidir. Niyet terbiyesi
ise, müslüman olarak Allah Teâlâ'nın rızâsını kazanma irâdesini bir bütün olarak
hayatımızın muharrik gücü haline getirmektir.

Allah yolunda bileklerin kuvvetli ve
bereketli olması, kılıçları hızlı sallamak ile değil; kılıçların kavislerine
Allah rızâsını ve sevgisini yüklemekledir. Yani niyetlerin düzelmesiyledir.
Niyet terbiyesi; amelin îfâsı esnâsında hazır olan imanın ve aklın kişiye
kazandırdığı psikolojik şuurun adıdır. Başka bir ifadeyle işlenen ameli, "sâlih
amel" seviyesine yükseltmek için gösterilen her türlü çaba ve gayretin
ifâdesidir. Amelin mevcûdiyeti ile birlikte kemâli ve İlâhî adâlet terâzisinde
tartılması ve değerlendirilmesi için gerekli olan şartları yerine getirenler,
niyet terbiyesine sahip olanlardır.

Niyet terbiyesi; İslâm'ın öngördüğü
çerçeve içinde her söz ve davranışımıza Allah rızâsını ve sevgisini kazanma
irâdesini yüklemektir. Niyet terbiyesi; Allah yolunda dökülen terlerden, çekilen
çilelerden, dünyevî hesapları, nefsî tortuları, kavmî saplantıları süzüp
arındırma mahâretine sahip olmaktır. Allah Teâlâ'nın dediği yere değil;
ganîmetin bulunduğu yere koşanlar, Allah yolunda niyet terbiyesine sahip
olmayanlardır. Günümüz İslâm coğrafyasında müslümanlar tarafından sürdürülen
İslâmî hizmetlerde menfaat kavgasına zaman ve zemin arayanlar ve ayıranlar,
niyet terbiyesini kaybedenlerdir. İslâmî hizmetlerde niyetlerini Allah için
hâlis kılamayanlar, hedefe varmadan yolun yarısında sen-ben kavgasına tutuşmaya
mahkûmdurlar.

Niyet terbiyesi; kalbin, yüzünü
dünyadan âhirete çevirmesidir. Yüz çevirmek de istek ve irâdeden ibârettir.
Dünya kalbe hâkim olursa, kalp, yüzünü dünyaya çevirir; ilgisi, arzusu dünyaya
olur. Çünkü insan, yaratılışının başlangıcında dünyaya yöneliktir. Kalbin Allah
Teâlâ'ya olan eğilimi ve isteği gâlip olunca kalbin sıfatı değişir, kurtuluşa
döner ve âhiret yönüne yüz tutar. O halde bütün amellerden maksat, kalbin Allah
tarafına, doğruluk yönüne yönelip değişmesidir.

Bütün ibâdetlerin niyeti, iyilik
istemektir. Yani dünyaya meyletmekten yüz çevirip âhirete yüz tutmaktır. O
niyetle amel işlemek, bu istek ve irâdeyi kuvvetlendirir, sağlamlaştırır. O
halde gerçi amel, niyetten doğuyorsa da, niyeti kuvvetlendirmek içindir. Hal
böyle olunca, niyetin amelden hayırlı olduğu meydana çıkar. Zira niyetin kalbin
kendisinde, amel ise kalbe geçmek için başka uzuvlarda olur. Eğer kalbe geçerse
işe yarar, geçmezse gaflet olur.

Kalp hangi tarafa eğilirse, amel de o
tarafa eğilir. Mevki, makam sevdâsında olan kimsenin teveccühü insanlara olur.
Kalbinde Allah'ın rızâsından başka düşüncesi olan kimse, insanlara gösterdiği
ibâdette yalancı olur. Niyette terbiyeyi kaybetmek, insanlardan kabul görmek
hevâsı ve arzusundandır. İnsanlardan kabul görmek yerine; Allah Teâlâ'dan kabul
görmeyi hayatlarının vazgeçilmez amacı haline getirenler, niyette terbiyeyi
yakalayanlardır.

Toplumda zararlı alışkanlıkların
yayılması ve hayatı bağlayan birer teâmül haline gelmelerinin ana sebeplerinden
birisi, "niyetim iyidir", "kalbim temizdir" mâzeretinin arkasına sığınma
çabasıdır. "Niyetim sağlamdır" bahanesinin arkasına sığınarak kötülükleri devam
ettirip yayanlar, niyet terbiyesini kaybetmiş, o yüzden "terbiyesiz" vasfını hak
etmiş kimselerdir. Şer'an zararlı ve çirkin sayılan bir şeyi, "iyi niyet"
faydalı ve mubah hale getiremez. Niyet terbiyesini kaybedenler, iyi niyet
tuğlalarıyla cehenneme giden yolu döşeyenlerdir. Yani "iyi niyet" bahanesinin
arkasına sığınıp günah işleyerek zararlı alışkanlıklarını sürdürenlerdir.

Davranışlarda, alışkanlıklarda Allah
Teâlâ'ya karşı sevgi ve saygı hususunda kusur etmemek, bir niyet terbiyesidir.
Niyet terbiyesi, kalpte din cephesini gâlip kılmak, İslâm ile dolu dolu
yaşamaktır. Zararlı alışkanlıklara, çirkin davranışlara, mekruh ve haramlara
karşı savaşmaya hazır olanlar, İslâm'la dolu dolu yaşayanlardır. Yani
niyetlerinde İslâmî olmayan hiçbir şeyi taşımayanlardır. İnsanlara sağlam imanı
ve güzel ahlâkı, ihlâsı kazandırmak için, her şeyden önce onlara niyet
terbiyesini kazandırmalıyız. Niyet terbiyesine sahip olamayanlar, kazanmışlardan
değil, kaybedenlerden sayılır.[1]

"Muhakkak ki iman edip sâlih amel
işleyenler, yaratıkların en hayırlısıdırlar."
(98/Beyyine, 7). Allah'ın emirlerini
uygulayıp bunları kendi nefislerinde yaşayarak toplumda yerleşmesi için çalışmak
amel-i sâlihtir. En hayırlı yaratık olmanın şartı budur. Amel-i sâlih, ister
istemez ihlâsı çağrıştırır; işin sâlih olması, ancak Allah'ın rızâsının mutlaka
gözetilmesi ile gerçekleşir. Amel, Allah rızâsı için olacak ve insan bu amelinin
karşılığını yalnız Allah'tan isteyip yalnız ondan bekleyecektir. İnsanların
hoşnutluğunu ve beğenisini kazanmak için yapılan ameller asla amel-i sâlih
değildir. Zira buradaki niyet bozukluğu insanı ihlâssızlığa/riyâya götürür. Riyâ
ile yapılan amellere ise Cenâb-ı Hak iltifat etmez ve karşılığını da vermez.

Amel-i sâlih, Allah'ın rızâsı
gözetilerek yapılmış bir amel olursa, kişinin duâsının kabul olunmasına sebep ve
vesîle olabilir. İnsan, sıkıntı anlarında daha önceden yapmış olduğu sâlih bir
amelden dolayı Allah'ın izniyle sıkıntıdan kurtulabilir. Bu hususta müttefekun
aleyh olarak nakledilen hadis meşhurdur. Pek uzun olan bu hadiste kısaca şu olay
anlatılır: "Üç kişi, yağmurdan korunmak için bir mağaraya girerler ve
mağaranın ağzına bir taş yuvarlanıp mağaranın kapısı kapanır. Duâdan başka
çareleri yoktur. Onlardan birisi, ana-babasına hürmette en ufak bir kusurda
bulunmadığını, diğeri çalıştırdığı işçinin hakkına son derece riâyet ettiğini ve
kendi uhdesinde kalmış olan işçinin hakkını yine onun nâmına çalıştırıp büyük
bir meblâğ olarak yıllar sonra ona verdiğini, öbürü ise, her türlü imkân ve
uygun bir ortam mevcut olduğu halde zinâ etmediğini, bütün bunları da sadece
Allah rızâsı için yaptıklarını söyleyerek o sıkıntının giderilmesini dilerler.
Sonunda Allah'ın izniyle taş yuvarlanıp gider ve onlar da kurtulur."
(Buhârî, Edeb 5; Müslim, Zikir 100). Bu hadiste birçok ibret mevcuttur. Kişi
sıkıntıya düşebilir. Böyle bir durumda Allah'a duâ ederken, zikretmesi gereken
amel-i sâlihi bulunmalı, o güne kadar kişi, amel defterine bu türden ameller
kaydettirmelidir. İhlâsla yapılan amel, inciye benzer. Ne kadar küçük olursa
olsun o yine de çok kıymetlidir. Allah, kendisine ulaşmamız için vesîleler
aramamızı emreder (5/Mâide, 35). "Vesîle" kelimesinin akla getirdiği esas mânâ
ise, Allah'ı râzı edecek sâlih amel vb.dir. (İbn Kesir, Tefsir, 2/563).[2]

"Benzer erbâb-ı riyânın hâli ol
kâşâneye,

İçyüzü vîrân, dışı mâmur şeklin
gösterir."

"Gizli yapılan ameller, âşikâre
yapılan amellerden yetmiş derece üstündür." (Hadis-i Şerif rivâyeti)

"Din ile dünyanın saydına (avına)
çıkılmaz."

"Amel ve ibâdetler, birtakım şekil ve
sûretlerdir. Bu sûretlerin ruhu ise kendilerinde mevcut olan ihlâsın sırrıdır."

"Dinde ihlâs üzerinde olursan, amelin
az olsa da sana yeter."

"İhlâslı olmanın en aşağı mertebesi,
kendine yapılan medih ve zemmi müsâvi görmektir."

"Senin hakkında sende olmayan iyiliği
söyleyen kimse, senin hakkında sende olmayan kötülükleri de söyler."

"İnsanlar arasında kendisini zemmeden
kimse, hakîkatte kendisini övmüş olur. Bu ise, riyâ alâmetlerindendir."

"Riyâkâr dosttan doğru sözlü düşman
yeğdir." (Atasözü)

"Yap iyiliği at denize; balık bilmezse
Hâlık bilir." (Atasözü)

"İhlâs ile edilen her duâ peşinen
kabul edilmiş ve her tevbe, günahlarını sildirmiştir."

"Fikir, hakikate bakan göz; ihlâs da
onun ışığı. Göz, görülecek şey ve ışık olmadan ne yapabilir?"

"Riyâkâr, yalanı vicdânına söyleyen ve
onu kandırmaya bakan bir kandırılmıştan başkası değildir. Kandırmaya çalışan bir
kandırılmış..."

"Ey ihlâs! Senin olduğun yerde hiçbir
şey eksik değildir!"



[1]
Mustafa Çelik, Ribat, Mart 2001


[2]
Orhan Çeker, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 128