Fecir | Konular | Kitaplar

Cezânın Usûl ve Miktarı

Cezânın Usûl ve Miktarı

Cezânın Usûl ve
Miktarı:


Kadın meşrû bir sebeple dövülebilirse de bu, en
son baş vurulacak yoldur. İlk önce, serkeşliği sebebiyle nasihat edip,
tatlılıkla ondan vazgeçirme yolu aranacak. Bu müessir olmazsa yatağı ayrılacak.
Bu iş, arkasını dönmek ve konuşmamak sûretiyle gerçekleştirilir. Ayrı bir
yatakta yatılır da denmiştir. Bu cezâ da müessir olmazsa dayak meşrû hâle
gelmektedir. İslâm burada da yenilik getirerek dayağın derecesini belirtmiş "çok
acı verici olmaması"nı emretmiştir.

Şu halde, İslâm, her devirde mevcûdiyetini
fiilen dünyanın her köşesinde muhâfaza etmiş beşerî bir realiteyi ciddî
kayıtlara bağlayarak kadınlar lehine ıslah etmiş, asgarî seviyeye, en az zararlı
bir hâle getirmiştir.

Elmalılı Hamdi Efendi, dayakla ilgili yukarıda
temas ettiğimiz âyet-i kerîmenin açıklamasını yaparken bir dipnot düşüyor.
Buraya aynen kaydını uygun buluyoruz: Burada, kadın dövülür mü, diye bir soru
vârid olabilir. Evet dövülmez, fakat bu ifâdede kadın demek nâşize (serkeş),
âsiye (isyankâr) karı demek olmadığı da unutulmamak lâzım gelir. Sırasına göre
insanca olmak üzere birkaç tokat, hissî isyan ile sukuta doğru giden hırçın bir
kadına kadınlık şeref ü terbiyesini bahşetmek için güzel bir ders olabilir. Şair
Ziya Paşa merhum: "Nush ile yola gelmiyeni etmeli tekdir, / Tekdir ile
uslanmayanın hakkı kötektir." demiştir. Zamanımızda Kur'ân'ın bu "onları
dövün" emrini sû-i tefsir ederek dillerine dolamak isteyen Avrupalılar
görüyoruz. Fakat ne garib bir tesadüftür ki, biz bu âyetin tefsîriyle meşgul
olduğumuz sırada bir Fransız mahkemesinin, kocası tarafından dövülmüş olan bir
Fransız karısına ikame ettiği dâvâya karşı "hırçınlık edip kocasını tehevvüre
getiren bir kadının yediği dayaktan dolayı talâk (boşanma) dâvâsı ikamesine
hakkı olmadığına" hükmettiğini gazeteler ilan ediyordu" (Elmalılı, Hak Dini
Kur'an Dili, Eser Y. Cilt 2, s. 1351).

Erkeklerin maddî ve
mânevî durumları ile ve özellikle ekonomik rolleri, onların âile reisi -sorumlu
yönetici- olmalarını tabiî kılmıştır. Âile küçük bir toplumdur; toplum düzenle
yaşar. Düzen ise, bir reisi, bir idâreciyi zarûri kılar. İslâm'da devlet
başkanından âile reisine kadar her idâreci, İlâhî tâlimâta göre hareket etmek,
İslâmî kurallara göre ve istişâreye uyarak yönetmek mecbûriyetindedir. Şu halde
onlara itaat, bu tâlimâta itaat demektir. İdâre eden veya edilen kimse bu
tâlimatın dışına çıkar, meşrû kurallara itaatsizlik ederse yaptırım uygulanır.
Burada bahis konusu olan, zevcenin itaatsizliğidir. Çare olarak önce öğüt
vermek, sonra yatak boykotu ve daha sonra da dövme tavsiye edilmiştir. Kur'an'ı
bize tebliğ eden Hz. Peygamber (s.a.s.) hiçbir zaman kadın dövmediği gibi
"kadını eşek döver gibi dövüp de günün sonunda onu koynunuza alıp yatmanız
olacak şey midir?" buyurarak ümmetini uyarmıştır. Ayrıca bu yaptırım
kullanıldığı takdirde, kadının canını yakmayacak ve vücudunda iz bırakmayacak
şekilde misvak, kurşun kalem gibi bir cisimle vurmak -ki, acı vermekten çok,
psikolojik cezâ unsuru olarak- uygulamak gerektiğini de ifâde buyurmuştur. Şu
halde bu dövme yaptırımı, ahlâksız bazı kadınlar için en son çare olarak
başvurulacak zarûrî bir yol olup, kayıtlara ve şartlara bağlıdır. Ayrıca kadının
da kocasından şikâyetçi olması halinde hakem ve hâkime başvurma, hakkını arama
imkânı vardır. (İ. Canan, Kütüb-i Sitte Terc. ve Şerhi)

Âilede karı koca
arasında bir anlaşmazlık çıkması durumunda bunun nasıl halledileceği meselesi
önemli bir problem teşkil etmektedir. Burada kadının âile içindeki konumunu
yakından ilgilendiren nokta, böyle durumlarda kocanın karısı üzerinde ne gibi
bir yetkisinin bulunduğu hususudur. Koca, âile reisi olduğuna göre, bu yetkinin
aşırı kullanımının bir taraftan âile birliğini, diğer taraftan kadının
kişiliğini etkileyeceği açıktır. Kur'ân-ı Kerim de, kocasına karşı itaatsizlik
ve ahlâksızlık/sadâkatsizlik (nâşize) durumuna düşen kadının önce nasihatle
yola getirileceği, ardından yatakların ayrılacağı, bunun da etkili olmaması
halinde dövülebileceğinin (darb) belirtilmesi (4/Nisâ, 34) üzerinde en fazla
tartışılan konuların başında gelmektedir. Âyette geçen "darb" kelimesinin yaygın
anlamı olan "dövme"den başka bir anlam taşıyıp taşımadığı günümüzde çok
tartışılmaktadır. Burada, İlâhî mesaja, doğru mânâ verilmesi açısından âyette
sadece darb kelimesinin değil; "nâşize"nin de ne anlamda ve hangi kapsamda
kullanıldığının belirlenmesi gerekmektedir.

Genel olarak
"itaatsizlik" mânâsına gelen "nüşûz" kelimesi, âilenin huzurunu bozan basit bir
davranıştan iffetsiz yaşamaya kadar geniş bir alanı içine almaktadır. Huzuru
bozan her davranışın ağırlığına denk bir yaptırımla karşılanması, hem âilenin
birliğini koruma noktasından hem de fiil ve yaptırım arasında, gözetilmesi
gereken denge açısından önemlidir. Kur'an'ı yorumlamada birinci kaynak olan Hz.
Peygamber'in uygulamaları bu konuya da ışık tutacak niteliktedir. Hadis
kitapları ve Rasûl-i Ekrem'in hayatından bahseden eserler, Onun eşlerini
dövdüğüne dâir herhangi bir olaydan asla söz etmemektedir. Hz. Âişe,
Rasûlullah'ın eşlerini ve hizmetçilerini asla ve hiçbir zaman dövmediğini
söylemektedir (İbn Mâce, Nikâh 51). Ayrıca Hz. Peygamber, kendisine karşı
olumsuz davranışından ötürü Hz. Âişe'nin babası tarafından cezâlandırılmasına da
rızâ göstermemiştir. Şu halde basit uyuşmazlık durumunda şiddete başvurulması,
önerilen bir yöntem değildir. Rasûl-i Ekrem Vedâ hutbesinde kadınlara iyi
davranılmasını öğütlemekte, bunun yanında "yataklarını herhangi bir kimseye
çiğnetmemeleri"nin (zinâ etmemelerinin) kocaların eşleri üzerindeki hakkı
olduğunu söylemekte, aksi takdirde hafifçe dövülebileceklerinden bahsetmektedir
(Müslim, Hac 47; Ebû Dâvud, Menâsik 56; Tirmizî, Tefsîr 9). Âyette geçen "nüşûz"un
hangi davranışları içermesi halinde dövme cezâsının uygulanabileceğini
göstermesi bakımından Vedâ hutbesindeki bu ifâde dikkat çekicidir.

Kadını dövme meselesi,
bugüne kadar ve günümüzde de İslâm düşmanlarının, özellikle feministlerin
kullandığı önemli noktalardan biri olduğu gibi, bazı müslümanların da şartları
gözetmeden mutlak biçimde meşrûlaştırdığı bir konu olmuştur. Konuyla ilgili Nisâ
sûresi 34. âyette, öncelikle sâliha kadınların "görünmeyeni koruyanlar"
olarak tanımlanması ve devamında da dövme olayından bahsedilmesi, bir
nâmussuzluk olayını çağrıştırmaktadır. Ancak metinde "nüşûz" kelimesinin
geçmesi, olayın sadece nâmussuzluk ile sınırlandırılamayacağını göstermektedir.
Kelime olarak isyan, başkaldırı, geçimsizlik hali anlamlarına gelen "nüşûz" ile
âile içinde sürekli problem çıkarma, dikkafalılık, huysuzluk, geçimsizlik
gösteren, yani olgun bir kişiliğe ulaşamamış kadınlar anlaşılmaktadır. Bu âyet,
sürekli bu fiilleri yapma eğilimini taşıyan kadınların terbiye metodunu
göstermektedir. Nüşûz hali gösteren kadınların âile huzurunun yeniden elde
edilmesi konusunda âyet bir metod göstermektedir. Bu metodda erkek, kadının
işlediği fiile göre tavır takınmalıdır. Anca yine de kadının davranışlarında bir
düzelme değil de; aksine bir bozulma görülürse, bu bozulmaya karşılık erkeğin
tedrîcen daha sert tedbirler olarak en son dövme olayına başvurması, âilenin
kurtarılması açısından son bir çâre olabilir. Âile huzurunu tek taraflı bozan
kadın, dövülme gibi onur kırıcı bir olayla karşılaştığında âile saâdetini
kurtarma konusunda daha sıhhatli düşünebilir. Bayılıp kendinden geçmiş bir
hastayı uyarmak için doktorun hastanın yüzüne tokat atması gibidir bu.

Ancak, şu
unutulmamalıdır ki, "dövme" sınırları belli özel bir durum için sözkonusudur.
Başka bir deyişle âyet, âile içinde tüm kadın-erkek ilişkileri için
genelleştirilemez. Çünkü âile ortamında esas olan eşler arasında sürekli
istişâreyle saygı ve sevgi unsurunun temellendirilmesidir. Sözkonusu âyet, dövme
olayını, bu saygı ve sevgi unsurunu tek yönlü olarak bozan ve istismar eden,
şirret kadınlar için sınırlandırmıştır. O halde, özel şartlar için geçerli olan
dövme olayını "erkek, eşini dövebilir" şeklinde genelleştirmek kişinin kendi
zâlimliğini Kur'an'a âlet etmek olacaktır.

Burada şu soru akla
gelebilir: Âile huzurunu bozan kişinin kadın değil de; erkek olduğu zamanlarda
problem nasıl çözülecektir? Kadın, erkeğin âile içindeki geçimsizliklerine,
sorumsuzluklarına katlanmak zorunda mıdır? Elbete ki kadın da eşini düzeltme
yönünde bazı girişimlerde bulunup öğüt verebilir. Ancak kadının erkeği dövmesi,
kadının yapısı gereği üstlenemeyeceği bir davranış olduğu gibi, çoğunlukla
vâkıaya da tekabül etmediğinden erkek yüzünden bozulan ve boşanma noktasına
yaklaşılan bir durumda ise, kadının yapacağı âileler arası (kadın ve kocanın
yakınlarından veya temsilcilerinden oluşan) hakem heyetine veya meşrû mahkemeye
başvurarak problemin çözülmesi yönündeki talebi olacaktır.

Kişiliğini
oluşturamamış, şirret, laftan anlamayan, huzursuzluk çıkarıp âilenin işleyişini
tek taraflı bozan kadınlar için boşanma öncesi önerilen bu metodu, âilenin
saâdeti için çalışan, sorunlara yaklaşımda ölçülü, vakarlı kadınlar için de,
onların belki haklı olarak karşı gelmelerine teşmil etmek Kur'an'a aykırıdır.
Rasûlullah'tan gelen haberlerde birçok problemlerine rağmen hanımlarının
hiçbirini dövmemiş olduğunu görüyoruz. Bu da bizim için önemli bir veridir.

Dövme, hangi suçun veya
suçların karşılığı olacaktır? Âyette bu suçla ilgili "nüşûz" kelimesi
kullanılıyor. Bazıları bu kelimeye "huysuzluk, geçimsizlik, dikbaşlılık" anlamı
vermiştir. Aslında nüşûz, bu anlamlardan daha büyük bir suçtur. Râgıb el-İsfahanî
şöyle der: "Nüşûz; kadının kocasına kin tutması ve ona saygıdan uzaklaşıp
başkasına göz koymasıdır." Âsım Efendi, el-Kamusu'l-Muhît tercümesinde şu
açıklamayı verir: "Nüşûz; hâtun, zevcine buğz ve adâvet idüp isyan ile muâmele
eylemek mânâsınadır." Yani "nüşûz; hanımın, kocasına düşmanlık ve kinle isyan
etmesidir." Bu lügatçıların açıklamalarına göre nüşûz; düşmanlık, başkasına göz
koyma, kin tutma, sadâkatsizlik sonucu kocaya karşı bir isyanın başlatılmasıdır.
Kısacası, bir iffetsizlik ve sadâkatsizlik sözkonusudur.

Ayrıca, Kur'an'da geçen
"fa'dribûhunne" emrindeki "darb" kelimesinin âyetlerde sadece
dövme anlamında değil, çok farklı anlamlarda kullanıldığından yola çıkılarak,
Zuhruf sûresi 5. âyette olduğu gibi, bu âyette de uzaklaştırmak, uzakta tutmak
anlamında olabileceğini iddia edenler de vardır. O takdirde bu âyetteki "fa'dribûhunne"
emri "dövün" anlamında değil; "onları bulundukları yerden uzaklaştırın!"
mânâsındadır. Yalnız, bu yorum, şâz bir yorumdur, müfessirler ve âlimlerin
cumhûru bu yoruma katılmazlar.

Aslında, klasik dönemin
bazı âlimleri de dövme yetkisine çok ihtiyatla yaklaşmışlardır. Hz.
Peygamber'in, müslümanların en hayırlılarının eşlerine en iyi davrananlar
olduğunu ve kendisinin bu konuda örnek teşkil ettiğini söylemesini, eşlerini
ancak kötü kimselerin döveceğini ifâde ederek onlara böyle davranılmamasını
emretmesini gözönüne alan bazı âlimler, kadının dövülemeyeceğini veya fazîletli
davranışın onlara böyle bir cezâyı uygulamamak olduğunu belirtmişlerdir (Bkz.
Abdülkerim Zeydân, el-Mufassal fî Ahkâmi'l-Mer'e ve'l-Beyti'l-Müslim, Beyrut,
1993, c. 7, s. 316-317). Fakat tatbikatta her zaman Rasûlullah'ın bildirdiği bu
esaslara göre davranıldığını söylemek mümkün değildir. Bunların büyük çoğunluğu,
kadınlarını dövme yetkisini Kur'an'dan değil; nefis ve hevâlarından, câhilî örf
ve âdetten almakta, Rasûlullah'ın ifâdesiyle leîm/kötü koca sıfatını hak
etmektedir.