Fecir | Konular | Kitaplar

İlim ve İslâm

İlim ve İslâm

İlim ve İslâm

Kur'an'a göre yaratılış amacı, Allah'a
kulluktur. Allah'a kulluk, bir tavrı ve bir tutumu ifade eder. Tutumlar, durup
dururken oluşmaz. Bir bilgi birikimine, bir gözleme, bir araştırmaya ve bunların
sonunda duygusal bir eğilime, en sonunda da irâdî bir eyleme dayanırlar. Bir
tutumun oluşmasında sosyal psikoloji açısından üç temel ögeye ihtiyaç vardır:
1- Bilişsel (zihinsel) öge, 2- Duygusal öge, 3- Davranışsal öge. Kur'an
eğitiminin boyutları da bu üç temel ögeden oluşmaktadır: Bilgi boyutu, duygu
boyutu ve amel (icrâ) boyutu. Buna zihnî, kalbî ve amelî boyut da diyebiliriz.
Bu üç öge, ne kadar güçlü ve dengeli ise inanç veya kulluk o kadar güçlü; ne
kadar zayıf ve dengesiz ise o kadar zayıftır. Hepsini ayrı ayrı, ama
birbirleriyle dengeli biçimde beslemek, güçlendirmek gerekir. Bilgisiz, duygusuz
ve amelsiz bir kul, İslâm'da ne kadar hoş karşılanmazsa; bilgili, duygulu ve
güzel davranışlara sahip bir kul da o kadar hüsn-i kabul görür. Bilgisiz bir
ibadet ne kadar anlamsızsa, duygusuz bir ibadet de kupkurudur. Yaşanmayan bir
dini düşünmek bile mümkün değildir. Bütün inanç sistemlerinde şu veya bu oranda
bu üçlü anlayışa rastlamak mümkündür. İlim olmadan ideal anlamda müslüman olmak
mümkün değildir. Cehalete alternatif olarak gelen bir dinin mensupları câhil
olamazlar. Olurlarsa perişan olurlar ve onlar adına faturayı din öder. Bunun
hesabı ve vebali ise çok ağırdır.

Kendisinden önceki dönemin adını
"câhiliyye dönemi" olarak açıklayan İslâm inancı, câhilliği temelinden
reddetmiş, kendi çizgisinde yürüyen insanları bilgilendirmiş, bununla yetinmeyip
insanlara öncelikle ilim tahsilini emretmiştir.

İlim rehberdir; hedeflere onunla
varılır. İlim ışıktır; karanlıklar onunla aydınlanır. İlim şifadır; bütün
hastalıklar onunla tedavi edilir. Yeterli ilimden yoksun olan inançlar,
hurâfelere boğulur. Sağlıklı ilimle beslenmeyen tutum ve tavırlar bir sarsıntıda
yıkılıp giderler. Atasözlerindendir: "Câhilin sofusu, şeytanın maskarasıdır."
"Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder." (5)

İlmin, sıradan bir algılama olayı
olarak kalmaması, kişiye maledilmesi, hazmedilip özümsenmesi gerekir. Aynen
maddî gıdaların hazm edildiği gibi, zihnî gıdaların da varsa posalarının
atılması, fıtrata ve bünyeye uygun hale getirilmesi gerekmektedir. Hazmedilen
bir tavuk eti, artık tavuk eti olmaktan çıkıp bünyeye yararlı hale gelmektedir.
Arı, her çiçekten bal özü alır ama o hazmedilmiş, artık çiçek olmaktan çıkmış,
kendine has bir bal olmuştur.

Kur'an da zihinde dondurulmuş ölü
bilgiler istemiyor. Muhammed Kutub bu konuda şunları söyler: Zihinde kalan,
aksiyon haline gelmeyen, donuk, ölü fikirlerin İslâm nazarında hiç kıymeti
yoktur. İslâm'ın ve Kur'an'ın istediği ilim, kalpten kalbe geçen, vicdanları
harekete geçiren, pratiğe dönük faydalı bilgidir. (6) Bilgi kırıntılarının ilim
olabilmesi için, güncelleştirilmesi, özümsenmesi, benimsenip hayata geçmesi
gerekmektedir. Kur'an'da müşriklerin "yağmuru kim yağdırıyor, gökleri ve
yeri yaratan kimdir, sorularına "Allah" diye cevap verdikleri ifade edilir.
Demek ki gökleri ve yeri Allah'ın yarattığını biliyorlardı. Fakat bu bilginin
onlar için pratikte hiçbir faydası yoktu; Yaratıcıyı kabul etmenin özümsenen,
benimsenip uygulanan, yani bu bilginin ilim ve iman olması için gereken işlem
yoktu. Bu nedenle Kur'an, o bilgiye değer vermiyor ve sahiplerini "cahiller",
"bilmeyenler" olarak tanıtıyor.

Elbette Ebu Cehil, zır cahil değildi,
toplumda sözü geçerli olan, devleti ve orduyu yönetecek bilgilere sahipti. Ama
İslâm, onun bildiği doğru kırıntıları ile mutlak doğru arasında bağlantı
kuramadığı için, ve esas bilinmesi gerekeni bilemediğinden, bildiklerinin ilim
olmadığı hükmünü vurarak, ona "cahillerin atası" "atacâhil = cahil baba" ismini
verdi. Kur'an, dünya hayatının sadece zahirî bilgilerine sahip olanlar için
şöyle buyuruyor: "Onlar, dünya hayatının görünen kısmını bilirler. Onlar,
âhiretten habersizdirler." (30/Rûm, 7)