Fecir | Konular | Kitaplar

İmam ve Ümmet Münâsebeti

İmam ve Ümmet Münâsebeti

İmam ve Ümmet Münâsebeti:

Kur'an'da "imam" kavramının
"ümmet" kelimesi ile yakın ilişkisini görmekteyiz. Biri anlaşılmadan ve
gerçekleşmeden, diğerinin de anlaşılması ve gerçekleşebilmesi mümkün değildir.
Zira ümmetin oluşumunda onlara belli bir düşünme, davranış ve yapı kazandıran
imamdır/önderdir. İşte bu sebeple, Allah her topluma, bir imam ve rehber olan
peygamber göndermiştir ki, toplumu karanlıklardan aydınlığa çıkarsın.[1]
Onlara, Kitapla yol göstersin, ışık tutsun, o toplum içerisinde kendisine iman
edenlerin karşılaştıkları problemleri çözümlesin. Tek kelimeyle hakka, hidâyete
yöneltsin; onların dünyalarını mâmur ettiği gibi, âhirette de kurtuluşlarına
sebebiyet verecek aydınlık ve nurlu yolu (sırât-ı müstakîmi) göstersin. Allah,
bozulmaya yüz tutmuş, kokuşmuş câhilî toplumlara peygamberler gönderir.
Ellerinde kılavuz ve rehber (imam) olarak Kitab vardır. Rasüller, toplumlarını o
Kitaba iman etmeye ve onunla amel etmeye çağırırlar. İman edenlere, Kitabı ve
onun hikmetini öğretirler. Onları birtakım kötü davranış ve düşüncelerden,
nefsin kötü arzularından arındırarak onlara rehberlik ederler. Dâvet etmiş
oldukları doğrularla insanları fiilî olarak eğitirler; bu bilince dayalı sahih
davranışlarda bulunan sâlih bir toplumu, müslüman bir ümmeti oluştururlar.
Artık o toplumun önünde imam
olan peygamber ve ellerinde Allah'tan gelen Furkan vardır. O Furkan olan
Allah'ın kitabıyla/hükmüyle hakkı bâtıldan ayırmaya çalışırlar. Zâlim, fâsık,
müşrik ve kâfirleri cehennemle korkutarak, geçmiş toplumların başına gelen belâ
ve musîbetlerin kendi başlarına da gelebileceğini hatırlatarak, kendilerine
yüklenilen dâvet görevini yerine getirmeye çalışırlar. İman edenleri,
ihsanda/güzel davranışlarda bulunmaya ve sorumluluk bilinciyle hareket etmeye
çağırır; hakka, hayra yönelen ve başkalarının da hakka yönelebilmesi için
Allah'a dâvet eden, iyilikleri emredip kötülükleri yasaklayanları cennetle
müjdelerler. Bu görevlerini yerine getirirken, dâveti reddeden bir toplum oluşur
ki; bunların da öncüleri, imamları/önderleri vardır. Bu önderleri, halkı hakka
ve hayra karşı örgütlerler. Bunların bir ideolojileri, ellerinde ise
arzularından kaynaklanan bir kitapları, prensipleri ve ilkeleri vardır. Onunla
düşünce ve davranışlarını ayarlamaya çalışır, örgütlü bir toplum oluşturmaya
çalışırlar. Bu toplumun adı ise "câhiliyye" veya "küfür toplumu"dur.
Günümüzde Kur'an'ı yaşam biçimi
olarak kabullenmeyip başka sistemleri (komünizm, faşizm, kapitalizm, demokrasi,
Kemalizm vs.) onun yerine ikameye çalışanlar ile bazı meselelerde Kur'ân'ı
kabullenip hatta bazı ibâdetleri de şeklen (namaz, oruç, hac gibi) yerine
getirmelerine rağmen, toplumsal yapıyı düzenlemede Kur'an dışı sistemlerden
birini kabullenen toplumlar işte bu câhiliyye toplumu kategorisine girerler.
Örgütlü câhiliyye toplumu, İslâm'a ve müslümanlara, kademeli olarak savaş
başlatır ki; hem kendi sistemini ayakta tutabilsin, hem de kendisini yok etmeye
yönelik tüm düşünce, oluşum ve örgütlenmeleri yok edebilsin.
Ancak, bu mücâdelesinde hassas
davranması gerekir. Eğer o toplumda din, geleneksel anlamda kabul görüyor ve
kısmen yaşanıyorsa, orada ruhban, Bel'am ve Sâmirîleri kullanarak davranışlarını
dine dayandırıyor intibâı vererek topluma dindar gözükmesi gerekir ki,
otoritesini meşrûlaştırabilsin. Âyetleri ruhban, Bel'am ve Sâmirîlerine te'vil
ve tahrif ettirerek, gerçekleri saptırarak, mücâdeleci müslümanları bozguncu ve
bölücü olarak, terörist olarak gösterebilsin. Bunu sağladıktan sonra, oradaki
müslümanlara uygulayacağı işkence, mahkûmiyet veya yargısız infazlarla
mücâdelenin önünü kesebilsin. Kendisinin müsaade ettiği din anlayışını ise
te'vil ve tahrif mantığı ile bu psikolojik ve bedensel işkencenin de verdiği
korku ile toplumda kabul görüp taraftar bulmasını sağlayabilsin.
İşte böyle bir ortamda; âhiret
bilinci kalplerine yerleşmiş olan müslüman dâvâ erleri sabrı kuşanarak, küfür
toplumu içerisinde yeniden bir ümmet oluşturabilmek için sorumluluk bilinci ile
bir araya gelmek zorunluluğu hissederler. Ancak bu şekilde, Allah Teâlâ'nın
rahmeti ortaya çıkmış olur.
"Sabrettikleri ve
âyetlerimize yakînî olarak (kesin bir şekilde) iman ettikleri zaman, onların
içinden, emrimizle doğru yola ileten imamlar/rehberler yaptık." (Secde:
32/24)
Evet, bir yanda câhiliyye
toplumu içerisinde insanları hidâyete, doğru yola dâvet edip yönelten bir imam
veya peygamber; diğer yanda ise peygambere veya muttakî imamlarlarla beraber
Kur'an'a tâbi olanları engellemeye çalışan ateş önderleri, ateşe dâvet eden
imamlar.
"Onları (Firavun ve
askerlerini) (insanları) ateşe çağıran imamlar/öncüler kıldık. Kıyâmet günü
onlar yardım görmeyeceklerdir." (Kasas: 28/41)
Onlar kıyâmet günü yardım
görmeyeceklerdir. Çünkü onlar insanların hidâyeti anlamalarına engel
olmuşlardır. Onlar kitabı te'vil ve tahrife yönelerek, insanların vahyi
anlamalarını engellemiş ve sapmalarına sebebiyet vermişlerdir. Peki ya onları
destekleyerek yanlarında yer alanlar, onların zulüm ve işkencesinden korkarak
uymak mecburiyetinde oldukları anlayışıyla hareket edenler, kendilerini
sorumluluktan kurtarabilecek mi?
"Rabbim, bizi saptıranlar
bunlardı, bunlar bizim hakkı anlamamıza ve hakkı yaşamamıza engel olmuşlardı,
bizi bunlardan ayır, bunlardan ayrı değerlendir. Biz, güçsüzlüğümüz sebebiyle
onlarla birlikte olmuş, İslâm'a ve müslümanlara karşı yapılan savaşta bu sebeple
onların yanında yer almıştık" diyerek davranışlarının doğru olduğunu
savunabilecekler mi? Hayır! Bu bahanelerin hiçbir faydası olmayacak. Çünkü onlar
zâlimlerle birlik olup hakka birlikte karşı çıkmışlar, âhireti bir kenara
bırakarak dünya nimetlerini tercih etmişlerdir. Yardımcı oldukları, yolunda
yürüdükleri imamları/önderleri olan o zâlim müstekbirlerle birlikte ateşe
gireceklerdir. Âhirette insan toplulukları imamları/önderleriyle birlikte
çağrılacaktır.
"Her insan topluluğunu,
imamları/önderleri ile birlikte çağıracağımız günde kimlerin amel defterleri
sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel
defterlerini okurlar." (İsrâ: 17/71)
Evet, o gün insanlar ellerine
tutuşturulan kitabı okuyacaklar. "Eyvah, bu kitaba ne olmuş, büyük küçük her
şeyi en ince ayrıntısına kadar saymış, dökmüş. Yazıklar olsun bize!"
diyecekler (Kehf: 18/49), ama artık faydası yok; orada haksızlığa uğratılmadan
bizzat kazandıkları şeyler sebebiyle ateşe atılacaklardır.
Kur'an'da imam kelimesi ile
kastedilen şeyin sadece peygamberlerin değil, rasûllerle birlikte kitabın da
imam olduğunu[2],
insanlara önder ve rehber olduğunu, onların yollarını aydınlatıp hayatlarını
belli bir plan çerçevesinde programladığını görürüz. Peygamberler görevlerini
yerine getirip ümmetini/toplumunu oluşturduktan sonra onlar toplum içerisinde
tâyin edilmiş bir vakte kadar kalırlar, sonra Allah onları toplumlarından çekip
alınca, artık orada önder ve rehber (imam) olarak kitap vardır. İnsanlar artık o
kitaba sarılırlar, onunla problem ve ihtilâflarını halleder, onunla toplumsal
yaşamlarını düzenlerler. Belli bir süre böyle devam eder, zamanla nefislerini ön
plana çıkaranlar olur, aralarında ihtilâflar baş gösterir. Kimileri bağy edip
Allah'ın hidâyetinden, aydınlık yolundan saparlar. İhtiraslar çoğalır, dünyaya
meyleder, âhireti unuturlar. Bu sebeple ayrılık ve fitne zuhur eder, dinden
sapmalar çoğalır. Onlar artık din, kitap tanımazlar. Onların ahit ve
antlaşmaları da olmaz. Orada can, mal, akıl, nesil ve din emniyetleri de kalmaz.
Orada her şey onların hevâlarına/arzularına göre ayarlanır.
Eğer güçlü iseler, birtakım
değerleri ayaklar altına alırlar, ezmeye, sömürmeye ve yok etmeye çalışırlar.
Artık öylesi ortamlarda; peygamberi kendisine örnek edinen, Kitabı rehber (imam)
edinen mü'minler için ağır sorumluluk başlar, o sorumluluklarını yerine
getirmeye çalışmaları gerekir:
"Eğer antlaşmalarından sonra
yeminlerini bozarlar ve dininize saldırırlarsa, küfrün imamlarına/önderlerine
karşı savaşın. Çünkü onların yemin (diye bir şeyleri) yoktur. (Onlara karşı
savaşırsanız) umulur ki küfre son verirler." (Tevbe: 9/12)
Peygamberin çizgisini tâkip
eden tevhidî topluluk, içinde yaşadıkları câhilî toplumun önderlerine karşı
uyanık ve dikkatli olmak zorundadır. Zira, onlar gücü ellerine geçirdikleri
zaman, ekini ve nesli ifsad ederler.[3]
Bunu gerçekleştirirken ne söz/ahit, ne de antlaşma tanırlar. Artık orada
insanların hürriyetleri ellerinden alınır ve insanlar tâğûtî otoritenin kulu
haline getirilirler. Orada zulüm ve haksızlık yaygınlaşır. Küfrün
imamları/önderleri, ototiretelerini süreklileştirebilmek için, insanların
bilinçsizleştirilmeleri ve sorumluluk duygularını kaybetmeleri gerekir. Bu
tâğutlar, fikir ve düşünce hürriyetini kendi ölçülerine göre belirler, birtakım
tabular oluştururlar. Bilinçsizleştirdikleri yığınların kaybolan değer
yargılarının yerine, küfrün imamları/önderleri, kendi değer yargılarını enjekte
ederler ve bunları toplumun sahiplenmesini isterler.
Böyle bir toplumda, bilinçli
kimselere haksızlık karşısında susmayan inançlı insanlara çok büyük görevler
düşer. Zira Allah, insanları bilinçlenmeye ve akletmeye çağırır. Allah,
kullarını, kullara kul olmaktan kurtarıp sadece kendisine kulluk yapmalarını
sağlayarak gerçek hürriyetlerine kavuşmalarını ister. İşte bu sebeple, küfrün
önderleri olan müstekbirler, fırsatını buldukları an müslüman dâvâ erlerini ve
onların imamlarını yok etmeye çalışırlar. Rabbimiz ise, müslümanların Kur'an'ı
kendilerine imam (rehber) edinmelerini istemektedir.
Kur'an bize rehberlik ederek
küfrün önderlerine karşı sürekli bir mücâdele içerisinde olmamızı öğütler;
onlarla savaşmamızı emreder.[4]
İşte bu savaş, yani cihad, organize olmuş imamlı bir cemaatle olur. Toplum,
müttakî bir topluluktur. İmamları ise takvâ sahiplerinin önderidir. Onlara
takvâda öncülük eder. Bu toplumda bütün hesaplar âhiret üzerine yapılır, âhireti
kazanmanın mücâdelesi verilir.
"Ve onlar (iman edip tevbe
edenler), ‘Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve
bizi takvâ sahiplerine imam/önder kıl!' derler." (Furkan:
25/74)
İmam, bir rehber ve önderdir;
insanlara öncülük eder. İmâmet ise bir makamdır, rehberlik ve önderlik makamı.
İmâmet, Âdem'le başlamış ve Rasûlullah'a kadar kesintisiz olarak vahiyle
birlikte devam etmiştir. Rasûlullah'tan sonra ise bu makam, O'nun getirdiği
Kitab (Kur'an)'a vâris olan, Kitabı yaşayıp toplumda yaşanılır kılabilmek için
mücâdele veren imamlar tarafından sürdürülecektir. İşte bu imamlar, Rasûl'ün
getirdiği şeriatı uygulamada ve dini insanlara tebliğ etmede O'nun halefidirler.
Bu makama getirilen insanın Kur'an'ı kendisine rehber, Rasûlullah'ı ise örnek
edinerek muttakî olması gerekir. Peygamber'in soyundan da gelse zâlim olanlar bu
makama gelemezler.[5]

Firavunî sistemlerin temeli,
zora ve zulme dayanır. Orada insanlar gruplara, partilere ayrılarak
güçsüzleştirilerek birlikleri yok edilir. Bu sistemlerin zulüm ve sömürülerinden
kendilerini korumaya çalışanlar, Firavunların/küfür önderlerinin kendilerine
müsaade etmiş oldukları yasalar çerçevesinde hareket ederler. Bu sebeple orada
güç ve inisiyatif Firavunların elindedir, onu diledikleri gibi kullanırlar. Tüm
mücâdeleci hareketleri kontrolleri altında tutarlar.
Allah ise zayıf bırakılmış,
ezilen ve sömürülen müstaz'af halka seslenerek onları birlik olmaya, yeniden
imâmeti diriltmeye ve müstekbirlere karşı mücâdeleye dâvet ediyor, kendilerine
lütufta bulunarak onları yeniden önderler yapacağını, ezilmiş ve
sömürülmüşlükten kurtaracağını ve ne yapmaları gerektiğini anlatarak uyarıyor.

"Biz istiyoruz ki, o
yeryüzünde müstaz'aflara (güçsüz düşürülenlere) lütufta bulunalım, onları
imamlar/önderler yapalım, onları vârisler kılalım (ötekilerin yerini
aldıralım)." (Kasas: 28/5)
"Ey iman edenler, size hayat
verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah'a ve Rasûlüne icâbet edin. Ve bilin
ki, muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz O'na götürülüp
toplanacaksınız." (Enfâl: 8/24)
İman edenler, imanlarının
gereği olarak Allah'ın ve Rasûlünün çağrısına dikkat etmeliler. Bu çağrının
gösterdiği hedefin gerçekleşebilmesi için gerekli güç ve çalışmayı ortaya
koymalılar. Zira bu çağrı iman edenlere hayat bahşedecek bir dâvettir. İmâmet
kurumunun yeniden gerçekleşebilmesi için imamlı cemaatlerini oluşturmaları
gerekir. Zira Allah'ın huzuruna götürüldükleri âhiret gününde bu ağır sorumluluk
gerektiren görevlerini yerine getirmemenin ne anlama geldiğini bilirler.
Her imam, kendi cemaatini
oluştururken, İslâm'ın karşısında insanlar da oluşacaktır. Bu insanlar da küfrün
imamlarıdır. İnsanları kendi küfür yollarına dâvet ederken, kendi küfrî
toplumlarını oluştururlar. Artık orada iki ayrı topluluk oluşmuştur. Bir yanda
insanları Allah ve O'nun dinine çağıran imam ve beraberinde oluşan "İslâm
toplumu", diğer yanda, insanları ateşe (cehenneme) çağıran küfür imamları ve
beraberinde oluşan "câhiliyye toplumu".
Bu iki toplumun da inandıkları
bir rabbi, bir dini vardır. Bu topluluklar, âhirete imamlarıyla birlikte
giderler. Peygamber'i, O'nun getirdiği Kur'an'ı ve Kitap'la insanlar arasında
hükmeden Peygamber'in halefi olan imamları kendisine rehber edinenler âhirette
O'nunla beraber cennete girerler. Allah, Kur'an ve Peygamber'i tanımayan veya
bunları tanıdığını iddia etmesine rağmen, Kur'an'ı yaşam biçimi olarak
kabullenmeyip kendi yanlarından sistem belirleyerek insanları onunla idare
edenleri önder ve rehber edinenler de âhirette o imamlarıyla birlikte ateşe
girecekler, cehenneme atılacaklardır.
Her ümmetin peygamberi Allah
huzurunda şâhidlik edecek[6]
ve "Ya Rabbi, Senin dinini, Senin mesajını insanlara ulaştırdım, onlara Kitap'ta
belirlediğin hayat şeklini ve bana öğrettiğin doğru düşünme ve uygulama biçimini
öğrettim" diyecektir. Rasûlullah'ın ümmeti, sadece kendi bulunduğu dönemde
yaşayıp da dâvetini kabullenerek onun gereklerini yerine getiren insanlarla
sınırlı değildir. Bu ümmet, O'nun risâlet döneminde başlayıp kıyâmet gününe
kadar getirmiş olduğu dine girerek ona uygun amellerle imanını doğrulayarak onun
göstermiş olduğu yolda yürüyen ve o dinin sürekli yaşanılabilmesi için dâvet ve
cihad görevini yerine getiren insanların tamamından oluşmaktadır.
Biz de, bizim için çizilmiş
olan bu yolda imamlarımızı hangi ölçüye göre tesbit etmiş olduğumuza, kimleri
imam olarak tanıdığımıza dikkat edelim. Dikkat edelim ki, âhiretimizi kurtarmaya
çalışmış, görevimizi yapmış olabilelim; âhirete imamımızla birlikte gideceğimizi
unutmayalım. Onlar bizim hakkımızda orada şâhidlik edeceklerdir.
Kur'an'da belirlenen imamlı
cemaatimizi oluşturarak, âhirette kurtuluşumuzu sağlayacak davranış içerisinde
olalım. Bu ümmetin kıyâmete kadar devam edebilmesi için bizden sonra gelen
nesillere bu kurumu sapasağlam, tertemiz bir vaziyette bırakalım ki, kurtuluşa
erenlerden olabilelim.
"İçinizden hayra çağıran ve
ma'rûfu emredip münkerden nehyeden bir ümmet bulunsun. Kurtuluşa erenler, işte
bunlardır." (Âl-i İmrân: 3/104)
"Muhakkak ümmetiniz tek bir
ümmettir ve Ben de sizin Rabbinizim; o halde Bana ibâdet edin." (Enbiyâ:
21/92)
İşte Allah'ın tarif ettiği
ideal toplum. İslâm'ı kendine din olarak seçmiş, Allah'a iman ederek yalnız O'nu
Rab edinmiş, kulluğunu sadece O'na yaparak başka hiçbir şeyi ortak tanımayan,
sahte rableri reddederek onların yaşam biçimlerini ve ideolojilerini kabul
etmeden, kıble edinilen çeşitli şeylere yönelmeyip sadece Rabbimizin
belirlediği kıbleye yönelen, Kur'an'da tarif edilen, özellikleri belirtilen
şahsı kendisine imam edinerek, başkalarını önder ve rehber edinmeyen muttakî
toplum; işte kurtulacak olan cemaat de budur.[7]



[1]
Bakara: 2/257.

[2]
Hûd: 11/17.

[3]
Bakara: 2/205.

[4]
Tevbe: 9/12.

[5]
Bakara: 2/124.

[6]
Nisâ: 4/41.

[7]
Cafer Tayyar Soykök, Kur'an'da İmam ve İmamet, Haksöz, sayı 62, 64. Ahmet
Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.