Fecir | Konular | Kitaplar

Halkın Yaptığı Camilerin Durumu

Halkın Yaptığı Camilerin Durumu

Halkın Yaptığı Camilerin Durumu:

İyi niyetli halk tarafından
büyük fedâkârlıklarla yapılan câmilere Diyânet hemen el koyar. Maksat, orada
kendisinin anlattığı devletin dininden farklı bir dinin anlatılmasına,
yaşanmasına engel olmaktır. Câmiler, Diyanet eliyle devlet dairesi haline
gelmiştir; İmamlar da namaz kıldırma memuru. İşgal edilen bu mekânlar, mü'minler
için zararlı mıdır, tartışılmalı ama, devlet için öylesine faydalı yerlerdir ki,
devlet bu yerlerin kendi kontrolünde olmak şartıyla sayılarının artmasından
memnun bile oluyor. Haftada bir gün, o kadar insana Cuma günü anlatacağı
mesajları neden fırsat bilmesin? O kadar insan zorla toplanmaya çalışılsa bu
kadar başarılı olunmaz.
Bu konuda Abdurrahman Dilipak'a
kulak verelim: "Şimdi modern din adamı adına, Kemalist imam görüntüsü altında
İslâm'a ve müslümanlara karşı bir tehdit odağı oluşturulmak isteniyor. İslâm'da
din adamı, ruhban sınıfı yok, ama bu düzen içinde bunlar var. Bu tip insanlar,
sadece Cuma namazında imama ihtiyaç duyuyor olsa gerekir. Ömürleri boyunca
İslâm'a ve müslümanlara saldırdıktan sonra, bir maaş karşılığı susturulmuş
imamların öncülüğünde, ne olur ne olmaz, yarın âhirette belki lâzım olur diye,
biraz da Allah'ı kandırmak istercesine müslümanların kendileri hakkında iyi
şahitlik yapmasını isterler. Müslüman mezarlığına gömülmek, garip bir tutkudur
onlar için. Bu iş için, fazla baş ağrıtmayan, ölülerin arkasından kırkıncı
günlerinde şen şakrak mevlitler okuyacak bir aydın imama ihtiyaçları vardır.
Câmilerimizin sosyal mimarisini
kaybettik. Câmi, eski hali ile hayatı kuşatan bir mekândı. İbâdet, bizim
dinimizde kapsamlı bir kavramdır. Günümüzdeki şekliyle câmiler, dinin
hapsedildiği, ya da hapsedilmek istendiği hapishaneler gibidir... İmamlar da bu
hapishanelerin gardiyanları. Kimileri, buraya gelen insanları avlayarak onları
din adına uyuşturarak kendi çıkarları yönünde kullanmak istemektedirler. Ucuz
bir oy deposu, ucuz bir fedâiler mangası!
Câmiler, şimdi sadece beş vakit
namazın cemaatle kılındığı mescidlerdir. Câmi günlük hayattaki ekonomik, sosyal,
kültürel fonksiyonunu büyük ölçüde yitirdi. Câmiler birbirinin dertleri ile
dertlenmeyen, hatta birbirini tanımayan yaşlı insanların gelip gittikleri bir
yer haline getirilmek istenmektedir. Cemaat imamın, imam cemaatin jurnalcisi
olacaktır! Ne müthiş bir komplo. Namaz dışında câmilerin kapısına artık kilit
vuruluyor. Câmi, müslümanların meşveret yeri olmaktan çıktı. Hutbeler ve vaazlar
sivil karakterli, dinin özünden alınan ilhamlarla günün problemlerine çözüm
getiren şeyler değil. Çoğu câmide okunan hutbe ve vaazları bir başka şekli ile
bir kilise papazının ya da budist bir râhibin vaazlarında duyabilirsiniz. On
emir"den ibaret ya da hıristiyanlaştırılmış, sadece kişisel ahlâka indirgenmiş
bir din.
Câmi, ilk zamanlarda siyasî,
sosyal, kültürel bir merkezdi. Giderek İslâmî yapı içinde mimarî bir üslûp
kazanarak kurumlaştı. Şifâhâneleri, aş evleri, medresesi, öğrencilerin ve
gariplerin barınacağı bir yer, buluşma ve müşâvere yeri, kütüphanesi ve
vakfiyeleri ile hayatın en can alıcı noktalarında yer alırdı. Câmi her şeydi.
Bugün ise, bütün bu boyutlarından yalıtılmış, tek boyutlu soluk bir renktir
sadece. Şükürler olsun ki, bu durum giderek pozitif yönde değişmekte, câmi
yeniden aslî yapısına doğru bir evrim süreci içinde bulunmaktadır.
Câminin siyasî merkezlerin
güdümünde rûhâniyetini yitirmesiyle, müslümanlar câmi dışında bizzat hayatın
içinde örgütlenmeye, câminin fonksiyonunu kendi evlerine, işlerine, sosyal
hayatlarına, kültür dünyalarına taşıma gayretine girmişlerdir. Şunda kuşku yok
ki, câmilerin biraz daha dejenere edilmesi ile, bu dejenerasyona teslim olan
mekânlar ve kişiler İslâm toplumundan tecrit edilecek ve dırar mescidi kavramı
yeniden uyanacaktır.
İmamlara bunca maaşı niye
veriyorlar dersiniz? Çok sevdikleri için, dine imana hizmet olsun diye mi? Yoo,
onlara maaş verenler, onların ellerine kendi bildirilerini tutuşturup okutmak
için... Bunda da çok başarılı değiller. Ama yine de güçlü bir oto sansür, oto
kontrol mekanizması var.
İmamlık bir meslektir artık.
İmam-Hatip okulları Meslek liseleri değil mi? Bir İmam-Hatip öğretmenine
soruyorsunuz: "Hangi derse giriyorsunuz?" Cevap veriyor: "Meslek dersleri
öğretmeniyim." Sormak gerek: "Müslümanlık ne zamandan beri meslek oldu, ya da
din?! O kardeşimize kızmamak gerek. Bu işin raconu böyle. Resmî yazışmalarda
İmam-Hatip Lisesi bir meslek okulu; ama sıra maaş ödemeye gelince, normal lise
statüsünde ödüyorlar. Ne kurtarsak kâr hesabı. Tam iki yüzlü bir politika.
İmam-Hatip Liselerinde kız öğrencilerin başlarını örtmeleri resmen yasak. Tabii,
Heybeliada papaz okulu talebelerine güçleri yetmez, hınçlarını bizimkilerden
alıyorlar. Niye örgütlediler İmam-Hatip okullarını? Aydın din adamı yetiştirmek
için. Ölülerini yıkayıp Allah önünde kendileri hakkında yalancı şahitlik
yapsınlar diye. Ama, olmadı... Tutmadı.[1]
Din ıstılahında imam "devlet
başkanı" demektir. Din ve dünyayı ayrı düşünen inanç sonucu devletin
başındakilere değil de sadece câmide namaz kıldıranlara bu isim münhasır
olmuştur. Halbuki imam "otorite" demektir. Devletin başı, hem idarî işlerde, hem
de dinin diğer sahalarında en üst makamdaki zat demektir. Cumâ'yı o, ya da onun
vekili kıldırır. Onun adına hutbe okunur. Böyle iken bugün imam, beşinci sınıf
devlet memuru sayılmaktadır.
İmam ve müezzine "din
görevlisi" demek çok sakıncalıdır. Dinimizin bu şekilde görevlendirdiği birileri
yoktur. İslâm'da kim daha ehil ise, o kişi müslümanların önüne geçer, imam olur
ve namaz kıldırır. Namaz dışında da bu kimseler, cemaatin her türlü işinde
istişâre edeceği, sözünü dinleyeceği selâhiyetli kimselerdir. İmam, devletin
memuru statüsünde değil; halkın ve cemaatin içerisinde ilmiyle, ahlâkıyla,
irfânıyla sivrilmiş örnek alınacak şahıs demektir. Aynı zamanda o Peygamber'in
vekilidir/olmalıdır. Mihrap, Peygamberin hakkıdır. Hz. Peygamber'den sonra ise
O'nun vekillerine emânet edilmiştir. İmam olan şahısların bu sorumluluğu takdir
edebilecek ve taşıyabilecek kabiliyet ve kapasitede olmaları gerektiği gibi,
cemaatin de imamı, Peygamber'in vekili mevkiinde görüp ona itaat ve saygıyı
elden bırakmaması gerekmektedir. İmamı, sadece namaz için görevlendirilmiş bir
"namaz kıldırma memuru" gibi görmek din ile devlet, din ile dünya işlerini
birbirinden ayrı gören laik bir anlayışın ürünüdür. Bu anlayış ile namazın
gerçek mânâsına erebilmek, hiç de mümkün olmayacaktır.
Mihrâbın ve bu mevkînin hakkını
verebilecek gerçek imamlar yetiştirmek, bu ümmetin boynuna borçtur. Ümmetin
kurtuluşu, ancak, ehil âlimler ve imamların yetiştirilmesiyle gerçekleşecektir.
Cenâze ve mevlit peşinden koşmayan, nikâh ve hatim paralarına tenezzül etmeyen
ehl-i Kur'an, hamele-i Kur'an imam ve müezzinler tasavvur ettiğimiz takdirde ve
bunun tedbirlerini aldığımız zaman din ve dindara bakış da bugünkü halinden çok
farklı olacaktır.
Namaz kılanların imamlığa
geçecek kişiyi seçmeleri haklarıdır. Mescit ehli, devamlı namaz kıldıracak
kişiyi kendileri seçer. Eğer ihtilâf ederlerse, çoğunluğun seçtiği namazı
kıldırır. Kişinin, cemaat istemediği takdirde imamlığa yeltenmesi doğru
değildir.
"Üç kişinin namazları kabul
olmaz. Bunlardan birisi, cemaat istemediği halde imamlık yapmak iseteyen
kişidir..."[2]

"Üç kişi vardır ki,
namazları kulaklarını aşmaz: Kerih gördükleri halde bir cemaate imamlık yapan
kişi..."[3]

İmamlık, cemaatle namazda bir
esastır. İmam olacak kişi, namaz kılanların rızâsı esasına göre seçilir. Namaz
imamlığı, "din adamları" denilen bir gruba tahsis edilen dinî bir makam
değildir. Herhangi bir müslüman bu vazifeyi üstlenebilir. Ancak, kişinin
ehliyetli olup olmadığı esas alınarak ona en lâyık olan tesbit edilmelidir.
Bu imamlık anlayışı, bütün
işlerinde bir idârecinin bulunmasının gerekliliğini ilham eder. Bu kişiler
tavsiye ve nasihatlerle onu korurlar. Yine onlar, tâbi olanlarına Allah'a itaat
konusunda insanlara uydukları güzel bir örnek olurlar. Müslümanlar, siyasî,
sosyal ve cihadla ilgili işlerinde imamlığı/yöneticiliği ihmal ettiği takdirde
bütün işlerinde aksamalar ortaya çıkacaktır. Çünkü zulmü önlemek, adâleti
yaymak, dinî vecîbeleri yerine getirmek, Allah yolunda cihad gibi bütün
faâliyetler (ahkâm ve muâmelât) durur. Dinde sadece fertle ilgili farzlar kalır.
Namaz için imam seçimindeki prensip neyse, imam/yönetici seçimindeki prensip de
odur.
Sahâbe de konuyu böyle
değerlendirmiş, son zamanki hastalığında Hz. Ebûbekir'i namaz imamlığına geçiren
Peygamberimiz'in bu uygulamasından yola çıkarak, yönetici anlamındaki imamlık
konusunda da Peygamber'in onu işaret ettiği sonucu çıkarmış ve o şekilde
uygulamıştır. Yönetici anlamındaki imam da, namaz imamlığında olduğu gibi,
cemaatin/toplumun rızâsı (bey'ati) ve onlarla müşâvere ile seçilir. İnsanlar bu
konuda ihtilâfa düşerlerse hak sahibi, müslüman cumhurun/çoğunluğun
seçtiği/bey'at ettiği kişidir.
Bir müslüman seçildiği zaman,
artık ona, namaz imamına uyulduğu gibi uyulur. Namaz imamı yanılınca, imamın
arkasındakiler, nasıl ve hangi usûlle imamı düzeltiyorlarsa, aynı şekilde
imam/halîfe yanıldığı, yanlış davranışlarda bulunduğu zaman düzeltilmesi
gerekir. Meselâ imam, namazın rekâtlarını ziyâde ederse ona uyulmaz; tesbih ve
tekbir gibi bir usûlle hatırlatılır, doğru olana sevkedilir. Hz. Ömer de devlet
başkanı iken Cuma namazı kıldırdığında hutbede cemaate soruyordu:
"Ben Haktan ayrılırsam ne
yaparsınız?" Cemaatten ses yükseliyordu:
"Kılıçlarımızla düzeltiriz."
Hz. Ömer:
"Bana bu şuurda cemaaat verdiği
için Allah'a hamd u senâlar olsun!" diye şükrediyordu.
Cemaatle namaz, yöneticiler
için de bir eğitim ve genel yönetim sahasında sâlih gâyeler için bir enerjidir.
Cemaatle/toplumla istişâre etmek, onların hesap sormalarına karşı hesap vermek,
onlara nasihat etmek, onların tercih ve eleştirilerine kulak vermek için halife
anlamındaki imamın, namaz imamlığını da yapması gerekli görülmüştür. Zaten
namaz, mü'minin hayatında prototiptir. Mü'minlerin her işi, her şeyi namaza
benzemeli, namazdaki gibi ibâdet bilinciyle yerine getirilmelidir.
İmam, namaz için tâyin edilen
vakitten geç kaldığı zaman beklenmez. Cemaat, onun yerine namaz kıldıracak başka
bir kişiyi öne geçirir. Hz. Peygamber, namaza çıkmakta gecikince sahâbe böyle
yapardı.[4]

Cemaatin imam üzerindeki
haklarından biri de, imamın cemaatten daha yüksekte durmamasıdır.
"Kişi, bir cemaate imamlık
yaptığı zaman, onlardan yüksek bir yerde durmasın."[5]

Cemaatin haklarından bir diğeri
de, imamın duâsında sadece kendisine duâ etmemesi, cemaatini de duâsına
katmasıdır.
"Üç şeyi yapmak, hiç kimseye
helâl değildir. Bunlardan birisi de, kişinin bir cemaate imamlık yapıp duâsında
sadece kendisine duâ etmesidir. Eğer böyle yaparsa onlara hıyânet etmiş olur."[6]

Yine başka bir hak, cemaati
sıkıntıya sokarak namazı fazla uzatmamasıdır. Bu, uyulması gereken bir
prensiptir. "Bir adam Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gelerek şöyle dedi:
‘Ben, falan kimse namazı
uzattığından dolayı sabah namazlarından geri kalıyorum' Râvi der ki:
‘Ben Peygamber'in o gün kızdığı
kadar hiçbir nasihatinde kızdığını görmedim.' Hz. Peygamber bunun üzerine şöyle
buyurdu:
"Ey insanlar! İçinizde
nefret ettirenler var. Sizden biriniz namaz kıldırdığı zaman uzun kıldırmasın.
Arkasında zayıf veya ihtiyaç sahipleri olabilir."[7]

Cemaat imama uyar, onun
arkasında saf bağlayarak namazı kılar ve bütün hareketlerinde ona tâbi olur. Hiç
bir durumda imamdan önce hareket etmez, onu takip eder.
"Ey insanlar! Muhakkak ki
Ben sizin imamınızım. Rükû, secde, kıyâm ve selâmda Beni geçmeyin."

[8]

Müslümanın gördüğü her
cemaatte, kendisine diğer sosyal ilişkilerde ve özellikle İslâmî devletin
yöneticisiyle (imamla) ilişkileri açısından bir eğitim ve bütünlük vardır.
Meselâ, namazda, imamın hemen arkasında ehliyetli (muttakî ve ilim sahibi)
kişiler vardır/olmalıdır. İmam hata yaptığı zaman ona hatırlatır, âyetleri
karıştırdığı zaman onu düzeltirler. İmamlık makamı boş kaldığı zaman, imam bir
özürden dolayı devam edemeyeceğinde onlar bu görevi üstlenirler.
"Benim arkamda sizden,
akıllı ve yanlışları düzeltme gücüne sahip olanlar dursun."

[9]
Bu durum, büyük imamlık için de
geçerlidir. Namaz, müslümanlara, yöneticilerinin etrafını sâlih, ilim sahibi ve
ehil kimselerle çevirmeyi öğretir. Onlar danışma meclisini, istişâre heyetini
oluştururlar. İmamlarını nasihatleriyle yönlendirir, genel işlerde onu vekil
kılarlar, yanıldıklarında onu hemen düzeltirler.
Neredeyse imâmet-i suğrâ (namaz
imamlığı) ile, imâmet-i kübrâ (devlet başkanlığı)nın hükümleri aynıdır. Bu
durum, dinin tekâmülüne ve hayatın bütün safhalarındaki hükümlerinin
muntazamlığına ve her işin ibâdet olmasına delildir. Bu, onun tek kaynağı
olmasındandır; dünya ile âhiretin, din ile hayatın bir bütün kabul edilip
ayrılmaması ile ilgilidir. Din, müslümanın hayatının bütününe hitap eder. Onda
hayatın özel ve genel değerleriyle ibâdet ve hükümleri arasında ayrılık yoktur.
Dinin eğitim anlayışı, insanı her yönüyle kuşatır, kendisini, ortağı olmayan tek
bir Allah'a teslim etmek, namazın ve diğer ibâdetlerin, hayatın ve ölümün;
âlemlerin Rabbı olan Allah'a âit olması için tek metodda şekillenir.[10]
İmam denilince, sözlük anlamına
da uygun olarak, çevresine önderlik ve öncülük eden kimse anlaşılır. Bunun için
imamın, hem namaz ibâdetinin, hem de her türlü hayırlı hizmetin yerine
getirilmesinde toplumuna önderlik etmesi, ilim ve ahlâkıyla, söz ve
davranışlarıyla insanların takdirini kazanması beklenir. Tabii, her şeyden önce,
imâmet-i kübrâ için olduğu gibi, namaz imamının da müslüman olması gerekir.
Bazılarının, "bu da mevzû mu edilir, tabii ki imamların hepsi müslümandır"
diyecekleri büyük ihtimaldir. Ama günümüzde imamlarda aranacak ilk şart, onların
her çeşit şirkten arınmış, sadece Allah'tan korkan muvahhid birer müslüman
olmalarıdır. İmamlar ve cemaatler, gereği gibi muvahhid mü'min olsalar, nihâi
tercihlerini Allah'tan ve âhiretten yana yapsalar, her şey bir başka
olacaktır.
Mü'minlerin imamı/lideri, ancak
mü'minlerden olur. Herhangi bir kâfirin mü'minlere yönetici olma hakkı yoktur.

"Allah kâfirlere mü'minler
üzerine asla velâyet hakkı tanımamıştır." (Nisâ: 4/141)
Ümmetin ekserisi, müslüman
olduğu halde fâsık veya zâlim olan birisinin de imam ve yönetici olma hakkına
sahip olmadığı görüşündedir. Bu anlayış, Kur'an'da "imam" ve "itaat" kavramıyla
ilgili âyetler değerlendirildiğinde tercih etmek zorunda olduğumuz bir tavırdır.
Kur'an'da kâfirlerin, ancak kâfirlere imam olduğu, kendisine uyanları
ateşe/cehenneme ulaştıracağı ifade edilir. Fâsık ve zâlimlerin de, ancak
kendileri gibi imamları olacaktır. Çünkü insanlar nasıl iseler, öyle
idarecilere/imamlara müstahak olacak ve o şekilde yönetileceklerdir.
Mü'min imamlar ise, imamların
imamı Hz. İbrâhim örnekliğinde ortaya konulur. O, put ve putçulara karşı tek
başına bir ümmettir. Ve aynı zamanda ümmetin imamıdır. O'nun İshak, İsmail gibi
oğulları, Ya'kub, Dâvud, Mûsâ, İsa, Muhammed (salevâtullahi aleyhim ecmaîn) gibi
torunları imamdır. Kur'an, apaçık bir imam/rehber olduğu gibi, yol (hidâyet
yolu, sırât-ı müstakîm) da imamdır. İmam hakkındaki Kur'an'ın bu tanımlarından
yola çıkarak diyebiliriz ki; iyilik imamı, peygamberlerin izinden ayrılmayan,
Kur'an'ın ahkâmını inanarak uygulayan ve İslâm hidâyeti üzere, sırât-ı müstakîm
yolunda önder kişidir. Bu özellikleri taşımayan kimse, mü'minlerin imamı olamaz;
olsa olsa, küfür imamı/önderi olabilir.
İslâm'ın toplumsal hükümlerini
yaşayabilmek, bulunduğumuz yere İslâm'ı hâkim kılabilmek için imamın
mevcûdiyeti, başta gelen esaslardandır. "Cemaat mi, arasından imamı çıkarır,
yoksa imam mı kendi cemaatini yetiştirir, oluşturur?" sorusuna, her iki açıdan
cevap vermek mümkündür.
Günümüzde İslâmî ve ideal
anlamda cemaat bile olamayan müslümanların, aralarından imam çıkarmaları ve
imamsız devlete tâlip olmaları gerçekleşmeyecek bir düşten ibârettir. Rüyanın
gerçek olması için önce cemaat ve ümmet bilincine sahip olmalı ve içimizden bizi
çekip çevirecek bir imam çıkarması için dil ve fiil ile duâ etmeliyiz:
"Ve onlar (iman edip tevbe
edenler), ‘Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve
bizi takvâ sahiplerine imam/önder kıl!' derler." (Furkan:
25/74)
Selâm olsun hidâyet imamlarına
ve hidâyete tâbi olan muttakîlere! Yazıklar olsun toplumu hidâyetten engellemeye
çalışan önderlere ve onların izindekilere!
Selâm olsun, imamların
unutulduğu ortamlarda ortaya çıkarak cemaatlerini oluşturmaya ve imâmet
müessesesini gerçekleştirmeye çalışanlara![11]



[1]
Abdurrahman Dilipak, Bu Din Benim Dinim Değil, s. 36-37.

[2]
Ebû Dâvud.

[3]
Tirmizî.

[4]
Ebû Dâvud.

[5]
Tirmizî ve Ebû Dâvud.

[6]
Müslim.

[7]
Müslim.

[8]
Müslim.

[9]
Müslim.

[10]
Hasan Turâbi, Namaz, s. 141-148

[11]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.