Fecir | Konular | Kitaplar

Tefsirlerden İktibaslar

Tefsirlerden İktibaslar

Tefsirlerden İktibaslar

"Allah'ın erkekleri, kadınlardan üstün yaratmış
olması ve erkeklerin mali harcamaları karşılamaları gerekçesi ile erkekler
kadınları yönetmeye yetkilidirler. Buna göre iyi kadınlar; saygılı olanlar ve
kocalarının yokluğunda Allah'ın korunmasını emrettiği mahremiyetleri
koruyanlardır. Dik kafalılık edeceklerinden endişe ettiğiniz kadınlara öğüt
veriniz, kendilerini yataklarında yalnız bırakınız ve dövünüz. Eğer uslanıp size
itaat ederler ise kendilerine karşı başka bir tedbire başvurmayınız. Hiç
şüphesiz. Allah yüce ve büyüktür.

Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişe
ederseniz onlara biri erkeğin ve öbürü kadının akrabası olan iki arabulucu
gönderiniz. Eğer bu arabulucular karı-kocayı barıştırmak isterlerse Allah
onların arasını bulur. Hiç şüphesiz Allah her şeyi bilir ve her şeyden
haberdardır." (4/Nisâ, 34-35)

Seyyid Kutub diyor ki: Bu iki âyetin ayrıntılı
açıklamasına, bu İlâhî buyrukların psikolojik ve sosyal amaçlarının
irdelenmesine girişmeden önce şu sayfaların elverdiği oranda İslâm'ın âile
kurumuna yönelik bakış açısına, bu kurumun kuruluşuna ve korunmasına ilişkin
'yöntemine, bu kurumdan neler beklediğine kısaca değinmek gerekir. "Kısaca"
diyoruz; çünkü bu konuyu ayrıntılı bir şekilde anlatabilmek için uzun ve ayrı
bir araştırma yapmak gerekir."

İnsan denen şu varlığın yaratıcısı "Çift olma"
ilkesini bu varlığın yaratılış mayasına katmıştır. Tıpkı şu evrendeki tüm
yaratıkları gibi. Okuyoruz: "Düşünüp ibret alasınız diye her şeyi çifter
çifter yarattık." (51/Zâriyât, 49)

Sonra insan çiftinin bir tek kişiden oluşmasını,
aynı insan biriminin iki parçası biçiminde ortaya çıkmasını diledi.
Okuyalım: "Ey insanlar, Rabbinizden korkunuz. Ki O sizi, tek bir kişiden
türetti, o tek kişinin eşini de kendi özünden yarattı. " (4/Nisâ, 1)

Daha sonra bu tek bütünün iki parçasının bir
araya gelmesini psikolojik huzur, sinir yatışması, ruh güveni, vücut rahatı
sebebi yaptı. Yine bu bir araya gelişi, karı-koca için; örtü, korunak ve sığınak
oluşturdu. Bunların yanı sıra bu birleşme insan soyunun üretim tarlası oldu,
hayatın sürekliliğini sağladı; sakin, huzurlu, güvenli, mahremiyetli ve
korunaklı bir yuvanın gözetimi altında sosyal hayatın kesintisiz gelişmesinin
çekirdeğini oluşturdu. Bu noktalara değinen âyetleri okuyoruz:

"Allah'ın âyetlerinden, varlığının belgelerinden
bir de kendi özünüzden sizin için eşler yaratması, bu eşleri sizin için huzur
sebebi yapması, karşılıklı sevgi ve merhamet duyguları ile sizleri
kaynaştırmasıdır." (30/Rûm, 21)

"Kadınlar sizin, siz de kadınların örtüsü,
elbisesisiniz." (2/Bakara, 187)

"Kadınlarınız sizin çocuk üreten
tarlalarınızdır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi varınız. Kendiniz için
ileriye dönük hazırlık yapınız ve Allah'tan korkunuz."
(2/Bakara, 223)

"Ey mü'minler, kendinizi ve âile fertlerinizi,
yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyunuz."
(66/Tahrîm, 6)

"Kendileri iman ettikleri gibi soyları da iman
ederek kendilerine uymuş olanlara soylarından gelenleri de katarız, onların
amellerinin sevabında hiç bir kısıntı yapmayız."
(52/Tûr, 21)

Bilindiği gibi bu dersin daha önceki kısmında
gerek Allah katındaki ödül ve sevap konusu gerek mülkiyet ve miras hakkına sahip
olması noktası ve gerekse bağımsız hukukî kişilik taşıması yönünden 'kadının
erkekle eşit olduğunu belirtmiştik. Kadının bu onurlandırılmışlığı ve bu kanun
önündeki eşitliği aynı özün iki parçasını oluşturan bu iki insan cinsinin yüce
Allah katındaki eşitliğinden ve yüce Allah'ın bir bütün olarak insanı
onurlandırmış olmasından kaynaklanır.

Aynı insan bütününün iki parçasını bir âile
kurumu oluşturmak amacı ile bir araya gelmesinin önemi ve bu kurumun
sorumluluğunun büyüklüğü, öncelikle iki nokta üzerinde yoğunlaşır. Bu iki nokta
şunlardır:

1- Aynı insan bütününün her iki yarısına huzûr,
güven, örtü ve korunmuşluk sağlamak,

2- Uygun üreme ve gelişme faktörlerini devreye
sokarak insan toplumunun sürekliliğini teminat altına almak.

İşte bu kurumun bütün ayrıntılı ihtiyaçlarını
garantiye bağlayan bütün kesin ve ince içerikli yasal düzenlemeler bu amaçlara
yöneliktir.

Bu sûre sözünü ettiğimiz düzenlemelerin önemli
bir .bölümünü içerir. Bunları önce dördüncü cüzde, arkasından elimizdeki beşinci
cüzün ilk sayfalarında incelemiştik. Bu yasal düzenlemelerin diğer bir bölümünü
Bakara suresi içerir ki, bunlara da ikinci cüzde değindik. Diğerleri de çeşitli
surelere serpiştirilmiştir. Özellikle on sekizinci cüzdeki Nûr sûresinde yirmi
birinci ve yirmi ikinci cüzlerdeki Ahzâb sûresinde ve yirmi sekizinci cüzdeki
Talâk ve Tahrîm sûrelerinde bu hükümlerle yoğun biçimde karşılaşırız. Bu parça
parça hükümler bir araya getirilince bu temel insanî kurumu düzenleyen eksiksiz,
geniş kapsamlı ve ayrıntılı bir âile hukuku meydana çıkar. Bu hükümlerin sayıca
çokluğu, çeşitliliği, ayrıntılılığı ve geniş kapsamlılığı İslâm sisteminin bu
son derece ağırlıklı kuruma dayalı insan hayatına ne kadar büyük bir önem
verdiğini kanıtlar.

Şu satırların okuyucusunun bu konuda bu cüzün
daha önceki bölümlerinde yazmış olduklarımızı okumuş olmasını temenni ederiz. O
sayfalarda şu noktalara parmak basmıştık: İnsan yavrusunun çocukluk dönemi,
diğèr canlı yavrularının yavruluk döneminden bir hayli uzundur. İnsan yavrusunun
bu dönemde her şeyden önce kendisini, besinini kendi gücü ile sağlayacak yaşa
gelinceye dek koruyacak bir yuvaya ihtiyacı vardır. Bundan da daha önemlisi, bu
yuva insan yavrusunu eğiterek onu sosyal fonksiyonunu yerine getirmeye, insan
toplumunun gelişiminde kendine düşen görevi yapmaya, insan toplumunu
devraldığından daha ilerlemiş bir düzeyde kendinden sonraki kuşağa teslim etmeye
hazırlamaktır. Âile kurumunun değerini anlatırken, İslâm'ın onun fonksiyonlarına
yönelik bakış açısını, bu kuruma ilişkin beklentilerini irdelerken; onu
uzak-yakın her türlü yıkıcı faktörden nasıl sakındırdığını, her türlü muhtemel
tehlikeden nasıl koruduğunu ortaya koyarken de bu noktaları hatırda tutmanın
özel bir önemi vardır.

Kısaca değindiğimiz bu noktalar İslâm'ın âile
kurumunu hangi gözle gördüğünü, ona niçin önem verdiğini; onun kalıcılığına
istikrarına ve iç huzuruna yönelik güvenceleri sağlamak hususunda ne kadar titiz
olduğunu açıkça ortaya koyar. Az yukarda da bu İlâhî sistemin kadını
onurlandırdığını, ona bağımsız bir kişilik kazandırdığını, onu saygın konuma
yükselttiğini, ona kendi inisiyatifi ile geçmişte örneği olmayan birçok haklar
verdiğini, bütün bunları kadını kandırmak için değil; tümü ile insanı
onurlandırarak ve böylece insan hayatının düzeyini yükseltmek gibi büyük
amaçlarını gerçekleştirmek için yaptığını anlatmıştık. İşte yukarıdaki noktalar
ile bu anlattıklarımızın ortak ışığı altında, bu kısa ön açıklamadan sonra
okuduğumuz son âyeti incelemeye girişebiliriz:

Bu âyetin amacı; evlilik kurumunu düzene koymak,
bu kurumdaki iş ve görev bölümünü yasal kurallara bağlamak ve böylece âile
fertleri arasında çıkabilecek çatışmaları, sürtüşmeleri önlemektir. Bunun için
tüm âile fertlerini ihtiraslarının, psikolojik reaksiyonlarının ve
bencilliklerinin tutsaklığından sıyırarak yüce Allah'ın hükmüne bağlamaktır.
İşte temel amacını böylece vurguladığımız bu âyet âile kurumunun yönetim
yetkisini erkeğe veriyor, âile reisinin erkek olduğunu belirliyor ve bu
tercihini şu sebeplere bağlıyor: Yüce Allah, erkeği bu yöneticiliğin, bu
amirliğin dayanakları bakımından üstün kılmış, onu bu yöneticiliğin yetenek ve
maharetleri ile donatmıştır. Bunun yanı sıra erkek, âile kurumunun maddî
ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü tutulmuştur. Erkeğe verilen bu yöneticilik
yetkisine dayalı olarak, bu yetkinin âile kurumunu bozulmaktan kurtarmaya, onu
gelip geçici taşkınlıklara karşı korumaya, ortaya çıkacak bu taşkınlıklara nasıl
karşı konacağına ilişkin imtiyazlar da belirleniyor. Son olarak da iç önlemler
bu konuda başarısız kalınca başvurulabilecek dış önlemlerin neler olduğu
açıklanıyor, yuvaya yönelik somut tehlikeye dikkat çekiliyor, bu tehlikenin
sadece aynı insan biriminin iki yarısını oluşturan karı-kocayı tehdit etmediği,
aynı zamanda bu yuvanın sıcak kucağında gelişen ve son derece korumaya muhtaç
olan yavruyu da tehdit ettiği vurgulanıyor. Şimdi bu önlemlerin gereklerini ve
gerekçelerini görebildiğimiz kadarı ile anlatmaya çalışalım. Önce âyetin baş
tarafını tekrarlayalım: "Allah'ın erkekleri kadınlardan üstün yaratmış olması
ve erkeklerin mâli harcamaları karşılamaları gerekçesi ile erkekler kadınları
yönetmeye yetkilidir."

Daha önce söylediğimiz gibi âile, insanlık
hayatının ilk kurumudur. Bir defa hayat yolunun her aşamasını etkileyen bir
başlangıç noktası olması açısından "ilk"dir. Bunun yanı sıra önem açısından da
"ilk"dir. Çünkü insan unsurun üretim ve geliştirme alanıdır. İnsan unsuru ise,
İslâm düşüncesine göre, bu evrenin en onurlu unsurudur.

Toplumda; hepsi de âileden daha az önemli, daha
düşük değerli bir çok kurumlar vardır. Mâlî, sınâî, ticarî ve benzeri kurumlar
gibi. Bu kurumlar, normalde rast gele kimselerin eline teslim edilmez, tersine
bu işlere aday olanların en yeterlilerinin ellerine verilirler. Bu adaylar da
yöneticilik ve işletmecilik yeteneklerinin ötesinde alanlarında uzman olmaları
ve bilimsel bir eğitimden geçmiş olmaları şartı aranır.

Âileden daha az önemli ve daha düşük değerli
sosyal kurumlarda durum böyle olunca şu evrenin paha biçilmez unsuru olan insanı
yetiştiren âile kurumunun bu ilkeye haydi haydi uyması gerekir.

İlâhî sistem bu ilkeyi ve bu ilkenin ışığında
kadınla erkeğin görevleri ile uyumlu olan yeteneklerini göz önünde bulundurur.
Bunun yanısıra kadın ile erkek arasında yükümlülükleri adâletli biçimde
bölüştürme ilkesini, her iki tarafa doğuştan getirdikleri yetenekler uyarınca
yatkın ve hazırlıklı oldukları sorumlulukları dengeli biçimde dağıtma prensibini
de gözetir.

Her şeyden önce şurası tartışmasız bir gerçektir
ki, erkek de kadın da yüce Allah'ın yaratıklarındandırlar. Yüce Allah, belirli
bir görev için hazırladığı, yatkınlık kazandırdığı, bu görevi en iyi şekilde
yapması için gerekli olan yetenekler ile donattığı yaratıklarının hiç birine
haksızlık ve zulüm yapmak istemez.

Yüce Allah, insanları evrenin tümüne egemen olan
genel kanuna uygun olarak kadın-erkek çiftlerinden oluşmuş olarak yarattı ve
kadına, er kek ile arasındaki ilişkinin ürünü olarak meydana gelen yavruyu
karnında taşıma, doğurma, emzirme ve bakma görevini verdi. Bu görev hem büyük,
hem de önemlidir. Bu görev, kadının yapısında kök salan derin organik,
psikolojik ve aklî yatkınlıklar ve ön hazırlıklar olmaksızın yerine
getirilebilecek kolay ve basit bir görev değildir. Bu yüzden evin ekonomik
ihtiyaçlarını karşılama ve kadını koruma görevinin karşı cinse, yani erkeğe
yüklenmesi adâlet gereğidir. Böylece kadın, kendini tamamen öz görevine adasın,
bir yandan karnında çocuk taşır, onu doğurur, emzirir ve bakarken öte yandan
kendini ve çocuğunu geçindirmek için çalışmak, çabalamak ve gece-gündüz demeden
emek harcamak zorunda kalmasın. Bunun yanı sıra erkeğin organik, sinirsel, aklî
ve psikolojik yapısını bu görevi yerine getirmesini sağlayacak yetenekler ile
donatmak da adâlet gereğidir. Kadını da kendi görevini yerine getirmesini mümkün
kılacak organik, psikolojik, sinirsel ve akli yetenekler ile donatmak da bu
adâlet terazisinin öbür kefesini oluşturur. İşte fiilen gerçekleşen, pratiğe
yansıyan oluşum da budur. Çünkü "Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez."
(18/Kehf, 149)

Yüce Allah, bu gerekçe ile, kadına -diğer
özellikleri yanında- incelik, şefkat, hızla reaksiyon, çocuğun isteklerini
bilinçsiz ve düşüncesiz bir refleks ile hemen karşılama yetenekleri ile
donatmıştır. Çünkü insanın kaçınılmaz, köklü ihtiyaçları tümü ile -tek tek
fertlerde bile- bilincin, düşüncenin zaman alan tercihlerine bırakılmamış,
bunların irade-dışı bir tepki ile karşılanması sağlanmıştır. Böylece bu
ihtiyaçlar, hemen ve zorlamayı andıran bir irade ile karşılansın diye. Fakat bu
zorlama içten gelen bir zorlamadır, yoksa dıştan kaynaklanan bir dayatma
değildir. Böyle olduğu için çoğunlukla haz veren ve hoşlanılan bir zorlamadır.
Bu sayede ihtiyacı karşılama için harcanacak çaba ne kadar sıkıntı verici olsa
ve ne kadar fedakârlık gerektirse de bir yandan hızlı bir refleks ile
harcanmakta ve öbür yandan da bu iş gönüllü olarak yapılmaktadır. "Bu
her şeyi en titiz şekilde ortaya koyan Allah'ın yaratış üslûbu... "
(27/Neml, 88)

Bu özel yetenekler yüzeysel değildir. Tersine
kadının biyolojik, organik, sinirsel, psikolojik ve aklî yapısının
derinliklerinde kök salmışlardır. Hatta bu alanın büyük uzmanlarının
söylediklerine göre bu özel yeteneklerin özleri kadın organizmasının her
hücresinde vardır. Çünkü bu yetenek özleri, bütün ana karakteristikleri ile
bölünüp çoğalması, insan yavrusunu meydana getiren ilk anaç hücrede gizlidir.

Kadının yanı sıra erkek de -diğer bir çok özel
yetenekleri yanında- sertlik, katılık, reaksiyon ve tepki ağırlığı, harekete
geçmeden ve uyarılara karşılık vermeden önce düşünme, bilinç süzgecinden geçirme
yetenekleri ile donatıldı. Çünkü hayatının ilk aşamasında yaşadığı ilk avlanma
tecrübesinden tutun da eşini ve çocuklarını korumak için sürekli biçimde verdiği
savaşın her aşamasına kadar, âilenin geçimini sağlamadan tutun da diğer bütün
yükümlülüklerine varıncaya kadar omuzlarında taşıdığı bütün görevler, genellikle
ileri atılmadan önce soğukkanlı bir iç değerlendirme yapmayı, düşünüp taşınmayı
ve ölçülü reaksiyonlar göstermeyi gerektiren görevlerdir. Bu özel yetenekler de,
tıpkı kadının mukabil yetenekleri gibi, erkeğin yapısının derinliklerine kök
salmışlardır.

Erkeğin bu özel yetenekleri onu yöneticilikte
kadından daha güçlü ve daha üstün bir konuma getiriyor. Bunun yanı sıra iş
bölümünün gereği olarak omuzlarına yüklenen evi geçindirme yükümlülüğü de ona
yöneticilikte ve reislikte öncelik sağlıyor. Çünkü âile kurumunun geçimini
sağlamak bu yöneticilik, reislik konumunun içinde vardır ve âilenin malî
tasarruflarına yön verme sorumluluğunu üstlenmek, erkeğin karakteristik yapısına
ve âile içindeki fonksiyonuna kadına göre daha uygundur.

İşte Kur'ân-ı Kerim, İslâm toplumunda
erkeklerin, kadınları yönetecek, onlara reis olacak konumda olduklarını
belirlerken bu iki gerekçeyi vurguluyor ve bu iki faktöre özel yeteneklerden
kaynaklanan yapısal sebepleri olduğu gibi görev ve yetenek taksimine dayanan
sebepleri vardır. Bunların yanı sıra adâletli iş bölümünün gerektirdiği,
görevleri bölüştürürken her iki cinse yapabilecekleri, fıtrî yatkınlıkları ile
gerçekleştirmeye hazır oldukları fonksiyonları yükleme tutarlılığının ön plâna
çıkardığı sebepleri de mevcuttur.

Erkeğe tanınan âileyi yönetme yetkisi, reisliğe
ilişkin yeteneklerin ve ön yatkınlığın varlığına dayanması sebebiyle yerindedir.
Bu görevi onun omuzlarına yüklemeyi, gerektiren. sebepler vardır; çünkü âileden
daha az önemli ve daha düşük değerli diğer sosyal kurumlar başsız bırakılmazken
âilenin reissiz olması, yöneticisiz yürümesi düşünülemez. Bunun yanında erkek bu
göreve hazırlıklıdır, yaratılış özellikleri bu görevde ona destekçidir ve bu
görevin yükümlülüklerini taşımaya elverişlidir. Buna karşılık öbür cins, yani
kadın bu göreve hazırlıklı değildir, yaratılıştan getirdiği yetenekler ona bu
görevde destek sağlamaz. Eğer kadına, diğer kendinë özgü sorumlulukları yanında
bir de evi yönetme görevi yüklenirse bu zulüm olur. Eğer kadın, potansiyel
yetenekleri harekete geçirilerek, bilimsel ve uygulamalı eğitimden geçirilerek
evi yönetme görevine hazırlanacak olursa, bu defa analık görevine ilişkin
yetenekleri körelir, dumûra uğrar. Çünkü analık görevinin kendine has gerekleri
ve yetenekleri vardır. Bunların başında reaksiyon çabukluğu ve uyarılara hemen
cevap verme yatkınlığı gelir. Bunların arka plânında da biyolojik ve sinirsel
yapıda kökleri olan özel yetenekler ile bu yeteneklerin davranışlara ve
reaksiyonlara yansıyan izleri bulunmalıdır.

Bunlar önemli meselelerdir, insan arzularının
egemenliğine bırakılmayacak kadar, insanların bilinçsiz deneme-yanılma
girişimlerine havale edilemeyecek kadar önemli meselelerdir. Bu konular gerek
eski câhiliyye dönemlerinde ve gerekse şimdiki câhiliyye sistemlerinde
insanların keyiflerine bırakılınca bu umursamazlık, gerek varlığının özü
bakımından gerekse insan hayatına anlam ve üstünlük sağlayan insancıl özellikler
ve yetenekler bakımından insanlığı büyük bir tehlikenin tehdidi altına
sokmuştur.

Erkeğin âile reisi olması ilkesinin varlığına,
etkinliğine ve insanlar üzerinde yürürlükte olan kanunları bulunduğuna bizzat
insan fıtratı tanıklık ediyor. İnsanlar bu ilkeye karşı da çıksalar, onu kabul
de etmeseler ve onu tanımazlıktan da gelseler bu realite ortadan kalkmaz. Bu
fıtrî kuralın varlığını gösteren kanıtların bir bölümü şunlardır: Ne zaman bu
kurala yan çizilmiş ise, ne zaman âilede otorite sarsılmış ise, ne zaman bu
otorite çarpıtılmış ise ve ne zaman bu otoritenin köklü ve fıtrî ilkesine sırt
çevrilmiş ise insanlık hayatı yozlaşmış, bozulmuş, sarsılmış, gerilemiş; hatta
yok olma ve mahvolma tehlikesi ile yüz yüze gelmiştir.

Yine bu kanıtlardan biri de belki şudur: Bizzat
kadının vicdanı, fıtrî yapısına ters düşen âile reisliği görevini üstlenmekten
kaçınıyor ve bundan hoşlanmıyor. Âile reisliği görevini üstlenmeyen, bu görevin
gerektirdiği nitelikler konusunda eksiği olan, bu yüzden bu görevi eşinin
üzerine yıkan erkekle bir arada yaşamak durumunda kalan kadın; eksiklik, boşluk,
endişe ve mutsuzluk duygusuna kapılıyor. Bu sosyal hayattä somut izlerine
rastlanan bir realitedir. Öyle ki, bunun böyle olduğunu, gerçeklere ters
düşmüşlüğün karanlıklarında bocalayan sapıtmış kadınlar bile itiraf ediyorlar.

Bu kuralın köklülüğünü gösteren bir başka kanıt
da şu olabilir: Baba tarafından yönetilmeyen âilelerde büyüyen bazı çocuklar
görülür. Âilenin baba yönetiminden yoksun oluşu çeşitli sebeplerden kaynaklanır.
Ya babanın kişiliği zayıftır, bu yüzden ananın kişiliği ona baskın çıkar ve evin
dizginlerini kadın ele alır. Yahut âilede baba yoktur. Ya öldüğü için yoktur, ya
da ortada meşrû bir baba olmadığı için yoktur. Bu tür ortamlarda büyüyen
çocuklar ender olarak normal olurlar. Genellikle bu tür çocuklarda, ya sinirsel
ya psikolojik yapılarında veya davranışları ve ahlâklarında mutlaka
anormallikler, sapıklıklar görülür.

Bütün bunlar, âilede erkeğin reisliği ilkesinin
varlığına, etkinliğine ve insanlara egemen kanunlarının bulunduğuna, işaret
eder. Bunlar, insanlar karşı da çıksa red de etse ve tanımazlıktan da gelse bu
realitenin geçerli olduğunu gösteren somut kanıtların bazılarıdır.

Erkeğin yöneticilik yetkisine, bunun
dayanaklarına, gerekçelerine, zorunluluklarına ve insan fıtratına dayandığına
ilişkin yaptığımız bu açıklamayı burada noktalamamız yerinde olur. Fakat sözü
bağlarken şu gerçeği bir kere daha vurgulamalıyız. Erkeğin yöneticilik yetkisi
-daha önce belirttiğimiz gibi kadının ne ev içinde ve toplumdaki kişiliğini ve
ne de hukukî kişiliğini ortadan kaldırma niteliği taşımaz. Bu ilke sadece
âile-içi iş-bölümüne ilişkin bir uygulamadır; amacı bu son derece önemli kurumu
yönetmek, korumak ve ayakta tutmaktır. Herhangi bir kurumun bir yöneticiye sahip
olması ne o kurumun ortaklarının ve ne de çeşitli kademelerinde çalışanların
varlıklarını ve kişiliklerini ortadan kaldırır. Ayrıca İslâm, Kur'ân-ı Kerim'in
başka âyetlerinde bu erkek reisliğinin nasıl olması gerektiğini açıklamıştır. Bu
yöneticilik yetkisinin erkeğe; eşine ve çocuklarına karşı acıma, gözetme,
koruma, kanat germe, kendinden ve malından fedakârlıklarda bulunma
yükümlülükleri getirdiğini belirlemiş ve ev-içi davranışlarda uyacağı edep
kurallarını açıklığa kavuşturmuştur.'