Fecir | Konular | Kitaplar

İmanın Muhafazası, Kazanılmasından Daha Zordur

İmanın Muhafazası



İmanın Muhafazası,
Kazanılmasından Daha Zordur:

 

İmanın en büyük düşmanı olan şeytan ve diğer
kuvvetler karşısında, imanın ömür boyu korunup muhafaza edilmesi, onu
kazanmaktan daha zordur. Çünkü imanı zayi edecek birçok menfi tesirler, pek çok
sebepler vardır. Bunlara yukarıda kısaca işaret etmiştik. Şayet bir kimsenin
imanına aykırı herhangi bir hata, onunla bağdaşmayan bir hal vaki olursa, derhal
imanını yenileyerek tevbe istiğfar etmesi, her zaman Allah Teala'nın rahmet ve
inayetine sığınması lazımdır. Çünkü mü'min ne kadar günahkâr da olsa, Allah'ın
rahmetinden ümidini kesmez; ne kadar zühdü takva sahibi de olsa, O'nun şiddetli
azabından emin olamaz. Buna "Beynel-havfi ve'r-reca" mertebesi denir. Bu
sebeple, ebedi saadete ermek için, irade ve ihtiyar ile kazanılıp muhafaza
edilen imana, son nefeste de sahip olmak lazımdır. Meselâ; hayatı boyunca iman
üzere olan bir kimse, ömrünün sonunda imanını kaybederek ölse, ebedi azaba
müstehak olur. Bunun aksine, hayatı küfür ve isyanla geçen bir kimse, ölmeden
önce, herhangi bir baskı olmadan kendi hür iradesi ve ihtiyarı ile samimi bir
şekilde iman edip şer'an mü'min vasfını kazanıp bu hal üzere son nefesini verse,
İslam'a göre ebedi saadete mazhar olur. Mazide ömrü boyunca yaptığı küfür ve
isyan, affedilmiş olduğundan bu hükme engel teşkil etmez.[1]

İman etmek görüldüğü gibi zor değildir; ancak,
mü'min kalmak ve mü'min olarak ölmek çok kolay değildir. Bu zorluk, özellikle
İslam'ın hâkim olmadığı ve haramların alabildiğini yayıldığı yaşadığımız
topraklarda daha da büyüktür. Bir mü'minin imanını koruması için, yalnız İslam
dininin zorunlu kıldığı iman esaslarına inanmak, imanın bütünlüğünü korumak,
şirkin tüm uzantılarından sakınmak, imanda sebat etmek ve asla ümitsizliğe
kapılmamak gerekir. Mü'min, imandan çıkaran bir söz söylemek ve bir davranışta
bulunmaktan bütün gücüyle kaçınmak zorundadır.

Zarûrât-ı diniyyeden olan hükümlerden herhangi
birini inkâr veya yalanlama, kişiyi imandan çıkarır. Mesela, bir kimse, Allah'ın
varlığına, birliğine, kitaplarına, meleklerine... iman ettiğini söylese, ancak
peygamberlere inanmadığını söylese, bu kimsenin imanı sahih değildir. Çünkü iman
bir bütündür, cüzlere ayrılmayı, parçalanmayı kabul etmez. Yine Kur'an'a
inandığını beyan eden bir kimse, onun herhangi bir ayetini reddetse, mü'min
olamaz. Çünkü Kur'an'dan olduğu sabit olan herhangi bir ayeti, ayetin hükmünü
inkâr etmek küfürdür.  Mü'min, imanın bütünlüğünü  korumak zorundadır. Bu da,
Allah'a ve ahiret gününe inanmak, Allah'ın ve Rasülü'nün haram kıldığını haram
tanımak, hak dinini din edinmek[2]
suretiyle gerçekleşir.

Mü'min, Allah'a olan ibadet ve itaatında, ümit
ile korku arasında ölçülü biçimde hareket etmelidir. Mü'min, ne yaptığı işlerden
emin olarak azaptan uzaklaştığına emin olur; ne de işlediği günahların
çokluğundan korkarak asla affedilmeyeceğine. Allah, rahmetinden, bağışlamasından
mü'minlerin ümit kesmemelerini emrediyor.[3]



"İman edip salih iş yapanlar cennet halkıdır;
orada ebedi kalacaklardır." (Bakara:
2/82)

Allah Rasülü de şöyle buyuruyor:

"Şu üç şey, kendisinde bulunan kimse, imanın
tadını bulur: 1- Allah ve Rasülü, kendisine başkalarından daha sevgili
olmak, 2- Sevdiğini yalnız Allah için sevmek, 3- Ateşe atılmaktan
kaçındığı gibi küfre dönmekten kaçınmak."



[4]

 



[1]
Ali Arslan Aydın, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/150.



[2]
Tevbe: 9/29.



[3]
Zümer: 39/53.



[4]
Ahmet Kalkan, İslam Akaidi 233.