Fecir | Konular | Kitaplar

İmanın Gerektirdikleri

İmanın Gerektirdikleri



İmanın
Gerektirdikleri

 

İman, insana dünyada çok büyük onur ve ahirette
ebedî mükâfat sağlar. Hiçbir hayalin ulaşamayacağı güzellikler yurdu cennet
bedava değildir. Kur'an, imanın bir imtihan, ıstırap ve çile işi olduğuna dikkat
çeker.

"İnsanlar, sandılar mı ki, 'iman ettik'
demeleriyle bırakılacak, inceden inceye imtihan ve ıstıraba çekilmeyecekler.
Yemin olsun, biz onlardan öncekileri de inceden inceye deneylerden
geçirmişizdir." (Ankebut: 29/2)



"Andolsun ki, sizi biraz korku ve açlık;
mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile imtihan eder,
deneriz. Sabredenleri müjdele"
(Bakara: 2/155)  

"(Ey mü'minler!) Yoksa siz, sizden önce gelip
geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi
sanıyorsunuz? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle
sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki mü'minler: 'Allah'ın
yardımı ne zaman?!'  dediler. Biliniz ki, Allah'ın yardımı yakındır." 
(Bakara: 2/214)

Kâmil iman sahibi mükemmel mü'minin bir özelliği
de melâmet ruhudur ki, Kur'an, bunu şöyle ifade eder:

"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse
(bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven, mü'minlere karşı alçak gönüllü
(şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar)
Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir
kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütufdur.
Allah'ın lütfu ve ilmi çok geniştir."
(Maide: 5/54)

"Bir kısım insanlar, mü'minlere: 'düşmanlarınız
olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!' 
dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve 'hasbünallahu ve
ni'me'l- vekîl', yani, 'Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!'  dediler."
(Al-i İmran: 3/173)

Gerçek mü'minlerin bir özelliği de birbirlerine
sürekli hakkı ve sabrı tavsiye etmeleridir.[1]
Mü'minlerin gönül dostları, yalnız kendilerinden olanlar, yani mü'minler
olacaktır.[2]
Mü'min erkekler ve mü'mine hanımlar da birbirlerinin dostu ve kardeşidirler.
Dostluk ve kardeşlikte cinsiyet ayırımı yapılmayacaktır.[3]
Mü'minler, birbirlerinin ancak kardeşleridir.[4]
İmanda ortak olmayan, mü'min olmayan akraba, yakınlığı ne olursa olsun (ana-baba
da dahil) gönül dostu olma, kardeş olma hakkını kaybeder. Onlara karşı hukukî
sorumluluklar yerine getirilir ama, gönül dostu olarak benimsenemezler.[5]
Kur'an, böylece kan ve et bağlarından arı, şuur beraberliğine dayalı bir
akrabalık getirmektedir. Bu bir gönüldaşlık, iman kardeşliğidir.        



Hayatın anlamı ve insanın mahlukat içerisinde
taşıdığı bir imtiyaz olan imanı bir ağaca benzetirsek, bu ağacın kökü kalpte,
gövdesi akılda ve dalları organlardadır. Bu ağacın meyvesi ise amellerdir. Ağacı
kökü, gövdesi, dalları ya da meyvesi olmadan tanımlamaya kalkanlar, onu eksik ve
yanlış tanımlamak zorunda kalacaklardır.

İman, aslında insanın şerefinin en büyük
delilidir. İnsanın fizikötesi boyutunun fizikî boyutundan çok daha yüce ve
anlamlı olduğunu, onun iman edebilirliğiyle açıklayabiliriz. İman, insanı
fiziğin dar ve statik sınırlarından kurtarıp onu kendi dışındaki âlemlerle
bütünleştiren muharrik güçtür. İman gibi muazzam bir imkânı kullanmayan insan,
bedeninin daracık kabuğuna sıkışıp kalmış, meleklerle ve diğer aşkın varlıklarla
yarıştığı bir kulvarı terkederek kendisini, hayvanlarla paylaştığı fiziğin
dünyasına mahkûm etmiş demektir.

Akıl imanın aracıdır. Eğer bu araç gayesine
ulaşamamışsa akıl sahibi olmak insan için bir meziyet olmaktan çıkar, bilakis en
vahşi hayvanların dahi başaramayacağı bir vahşete kılavuzluk yapabilir. Bu
durumda insan, hemcinsleri için diğer tüm yaratıklardan daha tehlikeli olabilir.
İmana araç olsun diye verilen akıl, kimi zaman haddini aşarak imanın koltuğuna
oturur ve kendisi "amaç" olur. Aklın putlaştırılması, ilahlaştırılması, işte bu
durumun bir sonucudur. Aklın imana "yoldaş" değil de; "rakip" olarak
çıkartıldığı bir yerde dengeler bozulmuştur. Çünkü akıl imansız, ya da iman
akılsız kalmıştır.

İman şereftir. Bugün müslümanın en büyük sorunu
kimlik bunalımıdır. Bunun farklı tezahürleri olan kişilik erozyonu,
şahsiyetsizlik, zillet ve meskenettir.

Müslümanın kimlik bunalımı imanını iktidar
edemeyişinden, müslüman oluşuyla iftihar edemeyişinden, daha doğrusu iftihar
edebilecek bir imana sahip olamayışındandır. Bu durum, kâfirleri sevmeyi ve
onlara gıpta etmeyi getirecektir. Tabii olay, sadece kâfiri sevmek sınırında
kalmayacak; onun küfrüne lakayıtlıkla başlayan süreç küfre rıza ve küfre gıpta
etmenin ardından küfre sevgi ve hayranlığa kadar varacaktır. Küfre rıza
küfürdür, bu kesin! Ya küfre hayran olmak nedir?  Başka değil, bu bir akide
sorunudur ve çözümü de imanla ilgilidir. İmanla, yani bilgi, tasdik, ikrar ve
amelin toplamı olan imanla. Ve elbette İslam'ı olan imanla...



[6]

 



[1]
Bkz. Asr suresi.



[2]
Bkz. Al-i İmran: 3/28.



[3]
Bkz. Tevbe: 9/71.



[4]
Bkz. Hucurat: 49/10.



[5]
Bkz. Tevbe: 9/20; Mücadele: 58/22.



[6]
Ahmet Kalkan, İslam Akaidi 76-78. Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.