Fecir | Konular | Kitaplar

İman, Tasdik ve İkrar

İman



İman, Tasdik ve
İkrar:

 

İslâm ûleması, "İman yalnız kalben tasdik midir,
yoksa ikrarla beraber kalbî tasdik midir?" suali çerçevesinde farklı görüşler
ileri sürmüşlerdir. İbn-i Abidin: "Hanefilerin ekserisine göre; tasdikle beraber
ikrardır. Muhakkıklara göre ise yalnız tasdiktir. İkrar ise; dünya ahkâmının
icrası için şarttır."[1]
hükmünü zikreder. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a)'ye göre; gerçek iman kalbî
tasdikten ibarettir.[2]
Zira dil ile ikrar ettikleri halde, kalben tasdik etmeyen münafıklar, kâfir
hükmündedirler. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:

"İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, kendileri
iman etmiş olmadıkları halde `Allah'a ve âhiret gününe inandık' derler. Halbuki
onlar inanıcı (insanlar) değildirler."
(Bakara: 2/8)

"Ey Peygamber!... Kalbleriyle inanmadıkları
halde ağızlarıyla "inandık" diyenlerle, (münafıklarla), yahudilerden o küfr
içinde (alabildiğine) koşuşanlar seni mahzun etmesin"
(Maide: 5/41)

Dikkat edilirse bu ayet-i kerimelerde dilleriyle
inandıklarını iddia eden, fakat kalben tasdik etmeyen kimselerin hali izah
edilmiştir.[3]



Resûl-i Ekrem (sav)'in; "İnsanlar lâ ilâhe
illallah deyinceye kadar (onlarla) cihada memur oldum. Şimdi her kim "Allah'dan
başka ilâh yoktur" (lâ ilâhe illallah) derse; canını ve malını benden korumuş
olur. Ancak hakkı ile olursa (yani kalben tasdik ederse) ne âla!.. Aksi durumda
da (sadece dille söyler, kalben inanmazsa) hesabı Allahû Teâla (cc)'ya
kalmıştır."[4]
buyurduğu bilinmektedir.

İmam-ı Muhammed (rh.a) bu hadisi zikrettikten
sonra: "Netice olarak bir kimse malûm olan şirk itikadını (kalbî durumunu)
tesbit etme imkânımız yoktur. Neyi ikrar ettiğini duyarsak, o inançta olduğuna
hükmederiz"[5]
buyurmaktadır. Sonuç olarak; imanın aslî rüknü kalben tasdiktir. Dünya ahkâmının
icrası açısından zarurî olan rüknü ise; dil ile ikrar etmektir. Eğer bir kimse;
kalben tasdik eder, fakat bunu dili ile ikrar etmezse, hali insanlarca meçhul
kalır. Tabiî dil ile ikrar için herhangi bir ehliyet ârızası (dilsiz olma veya
ikrah-ı mülci altında bulunma gibi) sözkonusu olmamalıdır.



[6]

 




[1]
İbn-i Abidin, Reddü'I Muhtar Ale'd Dürri'I Muhtar, İst.1983, c. IX, sh. 5.




[2]
İmam-ı Azam Ebû Hanife, el-Alim ve'l Müteallim, Kahire 1368 Z. Kevseri
Neşri, sh. 57.



[3]
İmam-ı Maturidi, Kitabû't-Tevhid, Kahire: 1970, sh. 373 vd.




[4]
Sahih-i Müslim, İst. 1401, c.l, sh. 51-52 Had. No: 32.




[5]
İmam-ı Muhammed, Siyer-i Kebir, İst. 1980, Evs Yay. c. I, sh.173.



[6]
Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, İnkılap Yayınları: 205-206.